Nüktedan Bir Mütefekkir ÖMER FERİD KAM

YAZAR : Mücahid BULUT

m_bulut_yuzaki_sayı136

Lâtin harflerinin kabul edildiği ilk günlerde yabancı addolunan bütün kelimelerin sonundaki «d» harflerinin «t» olacağını öğrenen Abdülhak Hâmid, dostu Ömer Ferid KAM’a serzenişte bulunur:

“–Efendim bizim isimlerimize birer «it» eklemişler.”

Ömer Ferid, gülerek cevap verir:

“–Benim hiç olmazsa «fer»imi bıraktılar. Sen ise «ham» bir «it» oldun.”

Ömer Ferid KAM, 1864 senesinde İstanbul’da doğdu. II. Abdülhamid’in doktoru olan Ahmed Muhtar Paşa’nın oğludur. Beylerbeyi’nde ilk tahsiline başladı. 1880’de babasının yönlendirmesiyle Mekteb-i Tıbbiye’ye girdiyse de 1882’de burayı bırakarak Mekteb-i Hukuk’a kayıt yaptırdı. Babasının ölümü üzerine okulu bırakmak zorunda kaldı; fakat hususî hocalardan Arapça, Fransızca ve Farsça öğrenerek tahsilini ilerletti. Fatih Camii’ndeki dersleri takip etti. Medrese dersleri ayarındaki bu eğitimi, Mustafa Âsım Efendi’nin elinden aldığı icâzetnâme ile taçlandırdı.

Hâriciye ve Maârif Nezâretlerinde uzun müddet vazife yaptıktan sonra 1914’te Dârülfünûn’da, Mehmed Âkif’in ayrılmasıyla boşalan Türk Edebiyatı Müderrisliği (Profesör) kadrosunda vazife yapmaya başladı.

Ömer Ferid KAM; küçük yaşlardan itibaren eski dîvanları okumuş, bunlardaki mazmunların delâlet ettiği mânâları kavramak için klâsik kaynakları incelemiş, bu vesileyle eski simya ve kimyadan astroloji ve astronomiye, efsâneden tarihe, kelâmdan tasavvufa kadar birçok mevzuda bilgi sahibi olmuştur. Ömer Ferid, Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlürreşad dergilerinin ilk yazarlarındandır. Mehmed Âkif’in en samimî dostları arasındadır. Âkif, sohbet etmeyi çok sevdiği Ömer Ferid’in ilmî bilgisine ve devrin diğer ilim adamlarından çok farklı olan fikrî ve felsefî düşüncelerine hayrandır. Öyle ki bir sohbetlerinde Âkif kendisine;

“–Ferid Bey sen kitap okuma! Kitap okumak senin feyzine engel olur! Sen yalnız düşün ve düşündüklerini söyle.” demiştir.

Felsefedeki süreklilik fikrini edebiyatta uygulayarak, Türk edebiyatını kronolojik olarak baştan-sona inceleyen yazarın devrin felsefî görüşlerinden çok farklı fikirleri vardır.

«Ferid KAM’a göre, ahlâkın ilk öğreticileri büyük peygamberlerdir. Çünkü çeşitli zamanlarda yetişen filozofların fikir ortaya attığı yer ve zaman; ya bir peygamberin zuhur ettiği vakte yahut zuhur ettiği zamanın hâkim ve tesirli bir devresine rastlamaktadır.»

Ferid KAM, tasavvufu; «Derûnî bir hâl, yaşanan bir edep ve nefis terbiyesi» olarak tanımlar. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Şems-i Tebrizî gibi sûfîlerin kelâmı ve tasavvufu birleştirdiklerini söyler. Bu noktadan hareketle bazı batılıların tasavvufu; «Vicdanî hislere uyma yolu» şeklinde tarif etmelerine de itiraz eder ve İslâmî tasavvufu bu anlayıştan ayırır. Çünkü ona göre; «İslâmî tasavvuf, mânevî hakikatin ve binlerce ledünnî gerçeğin ifadesi olan irfandır.»

Ferid KAM’ın diğer bir hususîyeti de lisâna olan hâkimiyetidir. Eşref Edip; vefatından sonra KAM için;

“Ferid KAM ile kaybettiğimiz şey, Türk edebiyatının lâfız ve mânâ hüneridir.” demiştir.

Nüktedanlığı ile de meşhur olan mütefekkirin her espriye bir nükteyle cevabı hazırdı.

Bir gün Süleyman Nazif, Hüseyin Kazım Kadri Beye Ömer Ferid hakkında;

“–Derya gibi adam!” demiş.

Kadri Bey de;

“–Ne içilir, ne geçilir!” cevabını vermiş ve gülüşmüşler. Daha sonra Süleyman Nazif, bunu Ferid KAM’a anlattığında Ferid Bey derhâl -denizden çıkan canlıların hepsinin yenebileceğini anlatan hadîs-i şerîfe gönderme yaparak-; «Murdar da olmaz, demedin mi?» demiş; zekâsını ve nüktedanlığını ortaya koymuştur.

Yokluk içinde vefat eden Süleyman Nazif’in kabrinin belediye tarafından yaptırılacağını duyunca da şu dörtlüğü yazmıştır;

Sağlığında nice ehl-i hünerin,
Bir tutam tuz bile konmaz aşına;
Öldürüp evvel onu açlıktan,
Sonra bir türbe dikerler başına.

Batıdan gelen materyalist, inkârcı fikirlerin tam karşısındaydı. Eserlerini de bu yolda bir tebliğ aracı olarak kullanmış; Mevlânâ ve Mehmed Âkif’in de sıkça kullandığı «hikâyeli manzûme» tarzında birçok şiir de kaleme almıştır:

Menzil-i nâmütenâhî koca bir yüklü gemi,
Pupa yelken gidiyor bir sonu yok ummanda;
Fareler, ambarının bir köşesinde tutunup,
Yaşıyorlardı, fakat izleri yok meydanda.
Yiyecek bol, içecek bol, yatacak yer âlâ,
Bu kadar râhat ederdi ulu bir sultan da.
Sanıyorlardı yapılmış bu saray onlar için;
Hepsi sâbitti temerrüdle bu fâsit zanda.
Ne saray onlar içindi, ne de onlar maksûd,
Başka bir gāye gözetmekte idi kaptan da.
İşte âlem gemisinde buna bir başka misâl,
Hilkati kendisine mâl edinen insan da.

Ömer Ferid KAM; 1928 yılında, dinde reform ve modernleşmeyi görüşen bir kurula alınır. Kurul dönem iktidarının isteğiyle; oturacak sıraları, gardıropları olan camilerden, camilere ayakkabılarla girmekten, ibâdet dilinin tamamen Türkçe olmasından, camilerde vazifeli olacak müzisyenlerden ve camilerde kullanılacak müzik âletlerine duyulan ihtiyaçtan bahseden; «Modern ve kutsal; sözsüz müzik ihtiyacı âcildir!» diyen bir rapor kararlaştırır.

Millî Eğitim Bakanlığına iletilen bu raporda; birçok ilâhiyatçının, psikoloğun ve mantık profesörünün imzası olmasına rağmen Bâbanzâde Ahmed Naim ve Ömer Ferid KAM bu rapora imza atmaz. Bu kararlı ve yerinde duruşunun bedelini ise Dârülfünûn kapatılıp yerine İstanbul Üniversitesi kurulduğunda, kadro verilmeyip açıkta bırakılarak öder. Bu vaziyeti mısralarında şöyle anlatır:

Eğer maksûd ise tekmîl-i zillet,
Hemen tahsîl-i ilme eyle gayret.
Kovulduk âkıbet Dârülfünûn’dan,
Budur bizde mükâfât-ı fazîlet!

Lâkin fikrinden geriye adım atmaz. Çünkü içinde Allah korkusu vardır ve bu korkuyu şu mısralarıyla anlatır:

Hak sillesinin sadâsı yoktur,
Bir vurdu mu hiç devâsı yoktur!

Seksen senelik ömrünü hep ilim yolunda geçiren Ömer Ferid; başta Türrehât, Âsâr-ı Edebiyye Tetkîkātı Dersleri, Şerh-i Mütûn ve Vahdet-i Vücûd olmak üzere ondan fazla eser kaleme almıştır. Son vazife yeri olan Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi İran edebiyatı hocalığı sırasında 22 Mayıs 1944’te vefat etmiştir.