Zamanın, Mekânın ve İnsanlığın Hayran Olduğu; KUL PEYGAMBER!

YAZAR : Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

r_kocak_yuzakidergisi_nisan2016

 

Allah Teâlâ kâinâtı yarattığından beri, diller O’ndan daha değerli bir insanın adını anmadı. Gözler, O’ndan daha güzelini görmedi. Kulaklar, O’nun sesinden daha güzel bir ses duymadı. Lisan O’nu anlatmaktan, kalem O’nu yazmaktan âciz kaldı. Hiçbir kelâm O’nu tam mânâsı ile anlatamadı.

 

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in bebekliği de, gençliği de, yetişkinliği de harikulâde hâdiseler ile süslendi.

 

Bir evlât olarak, anneye ve babaya nasıl muamele edilmesi ve arkalarından neler yapılması gerektiğini öğretti.

 

Bir eş olarak; bütün malını emrine veren, evlâtlarının annesi Hatice’sini hiç unutmadı, onun arkadaşlarına bile özel ilgi gösterdi. Mekke’ye geldiğinde çadırının kapısını onun kabrine doğru kurdurdu. Ondan sonra evlendiği eşlerine; sevgi, saygı, hoşgörü ve sabırla muamele etti.

 

Bir baba olarak, evlâtlarını kaybettiğinde; «Allâh’ın dediğinden başka bir şey söyleyemeyiz.» deyip, üzgün olduğunu söyledi. Evlâtlarına, babalarının Peygamber olmasına güvenmemelerini söyleyerek Allâh’ın emirlerine harfiyen uymalarını tembih etti.

 

Bir tüccar olarak; doğruluk, dürüstlük ve güvenilir olmanın dünyanın bütün hazineleri ile değişilmeyeceğini öğretti.

 

Devlet başkanı oldu, ama sade bir hayat yaşamaktan vazgeçmedi. Onca zenginliğe rağmen, lükse ve şatafata meyletmedi. Öyle ki; başka diyarlardan gelen elçiler, O’nu teb’asından ayırt edemediler. Çoğu zaman kuru hasır üzerinde yattığı için, mübârek yüzlerinde hasır izleri oldu. Bazen ümmeti ile açlık çekti; onlara karınlarına taş bağlamalarını emretti, kendi mübârek karnına ise iki taş bağladı.

 

Bir kumandan olarak; bir şehirden yola çıkıp, çileli bir mücadele ile kocaman bir coğrafyaya îman ve tevhid sancağının dalgalandığı bir devlet kurdu. Ordusunun bozulduğu ve düşman hattında yalnız kaldığı bir savaşta; bineğini düşman üzerine cesaretle sürerek, ordunun yeniden toparlanıp zafer elde etmesini sağladı.

 

Savaşlarının dehşetine rağmen, karşısındakilere rahmet ve merhamet ile muamelede bulundu. Önce düşmanına İslâm’ı tebliğ etti, sonra sulh yolunu teklif etti, mecbur kalmadıkça savaşmadı.

 

Emrindekilere savaşın hukukunu öğretti. Yaşlılara, kadınlara ve çocuklara dokunulmamasını söylerken; kendisine ihânet eden ve arkadan vuranlara karşı ceza verileceği zaman, en ağır darbeyi vurmaktan çekinmedi.

 

Ne kim geldi cihâna hem dahî her kim geliserdir,

İçinde cümlenin ser-askerisin yâ Rasûlâllah!

 

Cihan bâğında insan bir şecerdir gayriler yaprak,

Nebîler meyvedir Sen zübdesisin yâ Rasûlâllah!

 

Şefâat kılmasan varlık Niyâzî’yi yoğ ederdi,

Vücûdu zahmının Sen merhemisin yâ Rasûlâllah! (Niyâzî-i Mısrî)

 

Mübârek ağzından çıkan her söz, her harf ve mübârek bedeni ile yaptığı her hareket; ümmeti olarak bizler için hiç bir değerle ölçülmeyecek kadar kıymetlidir. Böyle bir Peygamber’in ümmeti olmak bizim için ne kadar büyük nimet ve ne büyük şereftir.

 

O -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatının hangi kesitine baksanız, muhteşem örneklere şahit oluyorsunuz. Bir mûcize eseri hangi dönemine baksanız, o dönemin sanki bir ömür devam ettiğini sanıyorsunuz.

 

Tüccarlık yaptığı döneme baksanız, sanki hayatının tamamını ticaretle meşgul olmuş gibi dolu dolu yaşadığını görüyorsunuz

 

Evlilik hayatına baksanız, sevgi ve saygıya dayalı olarak yürüttüğü ve bütün annelerimizin hepsi ile ayrı ayrı yaşanmış muhabbet dolu bir aile hayatı görüyorsunuz.

 

Bir baba olarak baktığımızda, örnek bir mürebbî ve aile reisi olarak bizlere en güzel örneği sunduğunu görüyorsunuz.

 

Devlet başkanlığına, kumandanlığına, arkadaşları ile olan muhabbetine, hayvanlara olan merhametine hâsıl-ı kelâm mübârek ömürlerinin neresine baksanız; o alanda ciltler dolusu kitaplar yazılacak örneklerle dolu olduğunu görüyorsunuz

 

Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

 

“Andolsun ki, Rasûlullah; sizin için, Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allâh’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.” (el-Ahzâb, 21)

 

Hâl böyleyken, ondan bin dört yüz yıl sonra gelen ve O’nun ümmetinden olduğunu söyleyen bir takım gafillerin; «Yaşayan Kur’ân» olarak ifade edilen örnek hayatını bir kenara bırakarak; “Bize sadece Kur’ân yeter!” dediklerini şaşkınlıkla izliyorsunuz. O’nun Kur’ân’ı tefsir eden sözlerini ve hareketlerini bir kenara bırakıp, sınırlı akıllarını ve hevâlarını O’nun yerine koymalarını ibretle izliyorsunuz.

 

Bugün, gerek ülkemizde, gerekse müslümanların yaşadığı diğer ülkelerde yürütülen sünnet muârızı çalışmaların asıl hedefi; hadisler veya sünnet değildir. Bu çalışmaların asıl hedefi; öncelikle zayıf gördükleri ve gösterdikleri bu kavramlara saldırarak, Kur’ân’ı bize açıklayan Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in konumunu tartışmaya açarak, Kur’ân’ın tefsiri ve açıklaması olan sünneti hayatın içerisinden çıkararak, bir postacı muamelesi yaparak, birçok âyetin modern(!) dünyaya göre açıklanmasının ve yorumlanmasının yolunu açmaktır.

 

Birkaç süslü kelâm ve ellerindeki mâlî imkânlarla, ümmetin en sağlam kalelerinden birine saldıran akl-ı evvellerin; Sünnet’in ve hadislerin hayatın içerisinden çıkarıldığı zaman, rahmet ve merhamet dîni olan İslâm’ın ve Kur’ân’ın ehliyetsiz ve art niyetli insanların elinde ne hâle geldiğini, bugün Orta Doğu’da faaliyet gösteren, sözde müslüman ve İslâmcı(!) örgütlere bakınca görmeleri gerekir.

 

İslâm ümmeti vasat bir ümmettir. Her şeyin en uygun olanı ve en ölçülü olanı demek olan vasatlık hâli; ne aşırı giderek şer-‘î ölçülere tecavüz etmek, ne de tembellik ederek -sözde- müslüman olduğunu söylememektir.

 

Hiçbir bedel ödemeden Allah Teâlâ bizi müslüman olarak yarattı. Yine hiçbir çaba sarf etmeden Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ümmet olma şerefi bahşetti. Elimizdeki nimetin kıymetini bilmek zorundayız. Bu nimet yüzlerce yıldır korunarak sağlam ve sahih kaynaklardan bizlere ulaşmıştır. Bugün birkaç akl-ı evvelin O’nun aksine söz söylemesi ile sönüp gidecek bir değer değildir.

 

Yüzlerce yıldır İslâm’ın nûrunu üfleyerek söndüreceklerini sananlara inat; yeni yetişen nesillerde, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e bağlılıklarından; “Anam, babam ve tüm varlığım Sana fedâ olsun!” diyecek evlâtlarımızın yetişmesi için müslümanlara önemli vazifeler düşmektedir. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sünnetine ve getirdiği ölçülere sıkı sıkı sarılmalıyız. Zira bir bütünden kopan, bütüne değil kendisine zarar vermiş olur.

 

Allah Teâlâ elçisi olarak gönderdiği Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e hakikî mânâda ümmet olma şuuru ve gayreti nasip eylesin. O’nun ahlâkıyla ahlâklanmayı ve getirdiği ölçülere harfiyen uyma hassâsiyeti nasip eylesin.