KUR’ÂN ve HAZRET-İ ÖMER

YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

a_sarac_yuzakidergisi_mart2016

İslâm güneşi her geçen gün daha fazla aydınlatıyor, karanlık kuytulara varıncaya kadar uzanıyordu. Aydınlığı sevmeyen karanlık düşünceli insanlar; İslâm nûruna sırtlarını çevirmişler, karanlıklar içinde bocalayıp duruyorlardı. Diğer yandan da, İslâm nûrunu söndürmek için sürekli yeni yöntemler geliştiriyorlardı.

Peygamberimiz -aleyhisselâm- başta olmak üzere bütün sahâbîler; yolunu kaybeden insanlığın kurtuluşu için, canla başla çalışıyorlardı. Buna rağmen, nasipsiz müşrikler her gördükleri yerde saldırıyorlardı. Bunlardan biri de Ömer bin Hattâb idi!1

Yine bir gün Rasûlullah -aleyhisselâm-’a sataşmak için evden çıkıp, O’nu aramaya başladı. O esnada da Rasûlullah -aleyhisselâm-, Mescid-i Harâm’a varmıştı. Kâbe’nin yanında namaza durup hafif sesle okumaya başladı.KÂBE,

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ı böyle gören Ömer bin Hattâb, hemen yanına varıp arkasında, ayakta durdu. Öyle ki, Rasûlullâh’ın okuduklarını duyabiliyordu. Duydukları karşısında durup düşüneceğine aynı hatasını sürdürdü:

–Bu, vallâhi; Kureyşlilerin dediği gibi, bir şair galiba!

“Gördüğünüz, görmediğiniz şeylere and ederim ki: Hiç şüphesiz, o (Kur’ân); Allah katında çok şerefli bir elçinin (Allah’tan telâkki ettiği) sözüdür! O, bir şair sözü değildir! Siz ne az inanır (insanlar)sınız!” (el-Hâkka, 69/38-41)

Ömer bin Hattâb; ilk defa böyle yakından dinlediği kelâmın belâgatine, düzgünlüğüne, derli-topluluğuna hayran oldu. Buna rağmen ön yargısını sürdürerek, kendi kendine konuşmadan edemedi:

–Galiba, bu bir kâhindir! İçimden geçirdiklerimi anladı!

Rasûlullah -aleyhisselâm- hafif sesle okumaya devam etti:

“O, bir kâhin sözü de değildir! Siz ne kıt düşünür insanlarsınız! O (Kur’ân), âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. Eğer, (Nebî, söylemediğimiz) bazı sözleri bize karşı kendiliğinden uydurmuş olsaydı, elbette, onun sağ elini (kuvvet ve kudretini) alıverir, sonra da, muhakkak onun kalp damarını koparırdık (O’nu kendisini yaşamazdık)! O vakit, sizden hiçbiriniz, buna mâni de olamazdınız! Şüphe yok ki, o (Kur’ân), fenalıktan korunanlar için yeterli bir öğüttür. İçinizde onu yalan sayanlar bulunduğunu, elbette Biz de biliyoruz. Muhakkak ki, o (Kur’ân), kâfirler üzerine bir hasrettir (iç yarasıdır)! Hiç şüphesiz, o (Kur’ân) kesin bilginin tam gerçeğidir. O hâlde, o büyük Rabbini, kendi ismiyle tesbih (ve tenzih)e devam et!” (el-Hâkka, 69/42-52)

Ömer bin Hattâb; bu kadarını dinleyince, bir hoş oldu. Fakat şirk taassubu bütün benliğini öyle sarmıştı ki; o anda, bu büyük nasipten nasiplenemedi.

Yine bir gece orada burada dolaşan Ömer bin Hattâb, en sonunda Kâbe’nin yanına vardı. Bir de gördü ki; Rasûlullah -aleyhisselâm- durmuş, namaz kılıyordu. Geçen bir ara çok az da olsa bir şeyler duyup dinlemişti. Bu arzusu yine depreşti:

–Vallâhi; ne olursa olsun, bu gece O’nun söylediklerini işitmek için, biraz daha yakınında durup dinlemek istiyorum! Ama dinlemek için O’nun yanına yaklaşacak olursam, belki kendisini korkutmuş olabilirim! O zaman da ne okuduğunu anlayamam!2

Böyle düşünerek yavaşça Hicr köşesine gitti. Kâbe’nin örtüsünün altına girdi. Örtünün arkasından yavaş yavaş yürüdü. Rasûlullah -aleyhisselâm-, ayakta durup namaz kılıyor ve Kur’ân okuyordu. Ömer bin Hattâb da; Kâbe örtüsünün ardından sessizce yürüyerek tam karşısına kadar gelip, kıblesinde durdu. Öyle ki, aralarında Kâbe’nin örtüsünden başka bir şey yoktu.

Rasûlullah -aleyhisselâm- huşû ile namaz kılıp Kur’ân okusa da; Ömer bin Hattâb, kısa süreli ancak etkilenmişti. Kendini vermemişti çünkü! Ön yargılarını atmamıştı.

İki defa Kur’ân dinlediği hâlde, nasiplenemeyen bu adamı daha yakından tanıyalım:

Ömer bin Hattâb’ın annesi Hanteme, Ebû Cehil’in amcasının kızı olduğu için, bu yönüyle Ebû Cehil onun dayısı sayılıyordu. Bu yüzden herkes ona Amr bin Hişâm’ın yeğeni gözüyle bakıyordu.3

Tıpkı bu nasipsiz dayısı gibi; Ömer bin Hattâb da, müslüman olmadan önce, Rasûlullah -aleyhisselâm- ve müslümanların en katı, en sert, en acımasız düşmanlarından biriydi. O’na düşmanlıkta en ileri gidenlerdendi.*

İşte bütün bunları görüp yaşamış olmasına rağmen, bu işe bir son vermek için yola çıkmıştı. İşi kökünden hâlledecek çözüme gidiyordu; Peygamberler Sultanı’nı öldürmek!4

Her adımda öfkesini bileyerek ilerliyordu. Çok geçmeden kız kardeşi Fâtıma’nın evine vardı. Aldığı haber doğruysa eğer, kız kardeşi Fâtıma bint-i Hattâb ile eniştesi Saîd bin Zeyd ikisi birlikte müslüman olmuşlardı. Onlara bu dönekliklerinin hesabını soracaktı!

Evin önüne varınca içeriden hafifçe bir ses geldiğini duydu. Ama tam olarak ne olduğunu anlayamadı. Buna rağmen okunan şeyin Kur’ân olabileceğini düşündü.

O sırada içerde olan Hazret-i Habbâb bin Eret -radıyallâhu anh-,
Saîd ile Fâtıma ailesine Tâhâ Sûresi’nin baş taraflarını okutuyordu. Âyetlerin mânevî havası bütün evi sarmış; bu üç kutlu insan, mâneviyat yolculuğunun zirvelerinde cevelân ediyorlardı.5

Birden şiddetli bir şekilde kapı çalınınca, mânevî hava da birden bozuldu. Kapıyı kırarcasına çalan öfkeli adam, fena hâlde de bağırıyordu:

–Açın kapıyı! İçeride olduğunuzu biliyorum. Açın, yoksa kırarım kapıyı!

Üçü de korkuyla irkildiler. Hazret-i Fâtıma büyük bir endişe ile kocası Hazret-i Saîd’e bakarak korkusunu dile getirdi:

–Eyvah! Ömer bu! Ne yapacağız şimdi?

–Kapıyı açmaktan başka çaremiz yok ey Fâtıma!

–Müslüman olduğumuzu öğrenmişe benzer…

–Kapıyı kırar gibi çalıp, delicesine bağırdığına göre, öğrenmiş galiba.

–Kapıyı açarsak hepimizi parçalar!

–Açmazsak, kırarak girecek içeri…

–Ömer’i iyi tanırım ben! İçeri girmeden geri gitmez.

–Açalım öyle ise.

–Başka çaremiz de yok zaten.

–Dur, önce Habbâb’ı saklayalım. Habbâb’ı burada görürse, acımadan öldürür.

–Korkmayın siz, Allâh’ın izniyle bana bir şey olmaz. Haydi, açın kapıyı!

Sürekli kapıyı dövüp bağıran Ömer bin Hattâb, daha da sertleşti. Öfkeyle bağırdı:

–Kırayım mı kapıyı? Hâlâ açmayacak mısınız şunu?

Hazret-i Fâtıma bint-i Hattâb, yumuşak bir cevap verdi:

–Açıyoruz Ömer, hemen açıyoruz.

–Ey Habbâb, şu tarafa gel. Şunların arkasına saklan. Ömer bize ne yaparsa yapsın, sakın buradan çıkayım deme!

–Sizi tehlikenin içinde bırakıp, burada saklanacağım, öyle mi?

–Açın kapıyı dedim size!

–Nasıl da kapıya vurup bağırıyor, duymuyor musun ey Habbâb?

–Olsun, sizi tehlikede yalnız başınıza bırakamam. Ne olursa olsun, ben de sizinle kalacağım.

–Lütfen Habbâb, vaktimiz yok. Allah ve Rasûlü aşkına saklan!

–Reddedemeyeceğim yerden yakaladınız beni. Allah ve Rasûlü’ne canım kurban!

Hazret-i Saîd ile Hazret-i Fâtıma; Hazret-i Habbâb’ın güvenliğini sağladıktan sonra, ellerindeki Kur’ân sahifesini de bir kenara saklayıp, kapıya yöneldiler.

Kapı açılır açılmaz, canavar gibi içeri dalan Ömer, öyle bir bağırdı ki, evi nerede ise ayağa kaldırıyordu:6

–İşitmiş olduğum o şey ne idi?

–Bizim konuşmamızı işitmişsindir.

–Sen beni sağır mı zannettin? Söyleyin bakalım, neydi o?

–Konuşuyorduk dedim ya!

–Çıkarın onu, yoksa ikinizi de gebertirim!

–Neyi çıkaralım?

–Bak hâlâ konuşuyorlar! İkinizin de putlarımızı terk edip Muhammed’e tâbî olduğunuzu haber aldım, doğru mu bu? Neden bir cevap veremediniz? Demek putlarımızı terk edersiniz ha!

Müthiş bir şekilde kızan Ömer bin Hattâb, eniştesi Saîd’in üzerine çullandı. Zavallı adamı nerede ise öldürecekti.

Hazret-i Fâtıma araya girdiyse de, bir türlü baş edemedi. Ne kadar uğraşıp çırpındıysa da, kocasını kardeşinin elinden alamadı:

–Yeter Ömer, öldüreceksin adamı!

–Öldüreceğim tabiî; hele dur, seni de öldüreceğim!

–Bırak artık Ömer!

–Çekil kenara be!

Böyle bağıran Ömer, sert bir şekilde dönüp, kız kardeşine öyle bir tokat vurdu ki, zavallı hanım boylu boyunca yere yuvarlandı. Ağzı ve burnu fenâ hâlde kanamaya başladı.

İşte bu kritik anda Hazret-i Habbâb’ın saklandığı yerden çıkmak üzere olduğunu gören Hazret-i Fâtıma; elinin tersi ile kanlarını silerken, Ömer’in suratına şamar gibi inen şu meşhur sözleri haykırdı:

–Evet ey Ömer, biz müslüman olduk! Allah ve Rasûlü’ne îmân ettik. İslâm ile şereflendik! Var mı başka öğrenmek istediğin? Biz Allah ve Rasûlü’ne îmân ederek müslüman olduk ey Ömer! Ne yaparsan yap, dönmeyiz artık bu yoldan!7

Bir anda donup kalan Ömer, kız kardeşine şaşkın şaşkın bakmaya başladı. Kız kardeşi, bu günlere gelinceye kadar yanında tek söz bile söyleyemezdi. Şimdi onu böyle kükreten neydi acaba? Bu gücü nereden alıyordu…

Ömer’in duraksadığını gören Hazret-i Fâtıma, bir adım daha ileri attı:

–Biz, ikimiz de müslüman olduk! Artık ne yaparsan yap, bizi Allah ve Rasûlü’nden döndüremezsin! Sen de ey Ömer, Allah’tan kork! Allah’tan kork ey Ömer!

–Seni böyle konuşturan nedir ey Fâtıma?

–İslâm’dır ey Ömer!

–Seni böyle cesaretlendiren nedir peki?

–Allah ve Rasûlü’dür ey Ömer!

Ömer bin Hattâb, eniştesini bırakıp bir kenara oturdu… Kız kardeşinin ağzından ve burnundan akan kan, onu bir anda üzmüş ve rikkate getirmişti. Öfkeli bakışı merhamete dönüştü:

–Böyle olmasını istemezdim!

Ömer’in bu yumuşak konuşması ve merhametli hâli, Hazret-i Saîd ile Hazret-i Fâtıma’yı rahatlatıp iyice cesaretlendirdi:

–Demin okuduğunuz şeyi getirin bana!

–Hayır, getirmeyiz! Çünkü senin onu yırtıp atacağından korkarız!

–Hayır, korkmayın. Muhammed’in (-sallâllâhu aleyhi ve sellem-) getirdiği şeyin ne olduğuna bir de ben bakayım!

–Ona bir şey yapmayacağına dair yemin eder misin?

–Yemin ederim ki bir şey yapmayacağım. Sizi böylesine cesaretlendirip hayatınızı ortaya koyduran şeyin ne olduğunu, ciddî bir şekilde merak etmeye başladım. Verin bakalım şunu. Bir de ben göreyim.

Birbirlerine bakan Hazret-i Saîd ile Hazret-i Fâtıma, Ömer’in de müslüman olacağını düşünüp ümitlenerek sevindiler. Fakat tedbiri elden bırakmamak için Fâtıma öne çıktı:

–Ey kardeşim Ömer! Sen putlara taptığın müddetçe, (ne kadar temizlensen de) pissin! Oysa Kur’ân sahifesine temiz olanlardan başkası dokunamaz. Bunun için, kalkıp yıkanmadan dokunamazsın ona! En azından yıkanman lâzım!8

–Doğrusu beni şaşırtıyorsun ey Fâtıma!

–Bu benim kendi kanaatim değil ey Ömer! Eğer Kur’ân sahifesini eline alacaksan yıkanman lâzım!

–Yıkanalım öyleyse!

Canavar Ömer, Hazret-i Ömer olma yoluna girmişti artık… Kendisine gösterilen yerde yıkanıp temizlendikten sonra, üstünü giyinerek, gelip oturdu. Artık iyice yumuşamıştı:

–Hayatınızı ortaya koyduğunuz şu şey neyse, getirin bakalım.

–Söz verip yemin etmiştin, ona bir şey yapmayacaksın ey Ömer!

–Verdiğim sözü yerine getiririm ben. Getirin bakalım şu sahifeyi.

Hazret-i Fâtıma bint-i Hattâb, sahifeyi büyük bir saygıyla getirip Ömer abisine verdi…

O sahifede Tâhâ Sûresi’nin bir kısmı yazılıydı. Ömer, bu sûreyi baş tarafından on altıncı âyete kadar sesli olarak okudu. Okudukça yüzünün rengi ve sesinin tonu değişmeye başladı:

–Bu sözler ne kadar güzel! Ne kadar değerli!

Böyle itiraf etmekten kendini alamadı… Allah’ın kelâmını ilk defa bu kadar yakından ve bu kadar ciddî bir şekilde okumuştu. Çok etkilenmişti çünkü.9

“Bu sözler ne kadar güzel! Ne kadar değerli!” sözünü tekrarlayıp durmaya başladı…

Kur’ân-ı Kerim’dir bu! Kur’ân ki, canavar Ömer’i bir çırpıda Hazret-i Ömer yapıyordu! Peygamber Efendimiz yıllardır bunun savaşını veriyordu işte!

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

___________________________

1 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 1, s. 366.
2 Muhibbu’t-Taberî, Riyâdu’n-Nadrâ, c. 1, s. 252-253.
3 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 3, s. 265.
4 Ebû’l-Fidâ İbn-i Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 80.
5 İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Târih, c. 2, s. 85-86.
6 Kurtubî, Tefsîr, c. 2, s. 163-164.
7 İbn-i İshâk, es-Sîretü’n-Nebeviyye, s. 368.
8 Beyhâkî, Delâîlü’n-Nübüvve, c. 2, s. 216.
9 Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 172.
*Yazının buraya kadar olan kısmı Şubat sayımızda da neşredilmiş olup mevzu bütünlüğü için müellif tarafından tekrar edilmiştir.