Şanlı Mâzimizden Seçme Nükteler – SIRLI MÜJDELER…

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

mesud_hidir_1_yuzakidergisi_kasım2015

Ebûbekir Muhammed bin Ali Muhyiddîn İbnü’l-Arabî, 7 Ağustos 1165’te Endülüs’te (İspanya) doğdu. Asil bir aileye mensuptu. İbnü’l-Arabî, ilk eğitimini ve dînî bilgileri burada almaya başladı. Sekiz yaşında ailesiyle birlikte İşbîliyye’ye (Sevilla) geldi. Burada tahsiline devam eden İbnü’l-Arabî, İbnü’l-Erisî isminde bir mutasavvıf gençle tanışarak arkadaş oldu.

İbnü’l-Arabî; fıkıh, hadis, tefsir, kıraat gibi dînî ilimleri ve edebiyatı öğrendi. Kelâm ve felsefe alanında bilgi sahibi oldu. Kâtip olarak çeşitli hükümdarların ve devlet adamlarının hizmetinde bulundu.

Şeyh-i Ekber Muhyiddîn İbnü’l-Arabî, 16 Kasım 1240 tarihinde vefat etti. Kabri, Şam’dadır.

***

Ahmed Cevdet Paşa’nın naklettiği vechile Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri, Osmanlı Devleti kurulmadan yetmiş sene önce onun müjdesini vermişti. O, bunu ilm-i cifir ile Kur’ân-ı Kerim’deki âyetlerden çıkarmış ve üstelik eserinin ismini henüz Osmanlı Beyliği bile ortada yokken «ed-Dâiratü’n-Nu‘mâniyye fi’d-Devleti’l-Osmâniyye» koymuştur. Ayrıca bu eserde Osmanoğulları’ndan birinci halîfenin Yavuz Sultan Selîm Han olacağı vs. birtakım hâdiseler de işaretlerle yer almaktadır. (Osman Nuri TOPBAŞ, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, s. 23,)

mesud_hidir_2_yuzakidergisi_kasım2015

BU DAHA YARISI!

Asıl adı Mustafa olan Kâtip Çelebi, 1608’de İstanbul’da doğdu. Ordu kâtipliğinde bulunduğu için ulemâ ve halk arasında Kâtip Çelebi diye tanındı. Çeşitli hocalardan din ve fen ilimleri tahsil etti. On dört yaşında Anadolu muhasebesi kalemine, kâtip oldu.

Otuz yaşına yaklaştığı zamanlarda bile, ilmî şöhretini işittiği hocaların derslerine devam etti. Geceleri sabahlara kadar kitaplarla uğraşarak; dînî ilimler, doğu dilleri ve ilimleri, Lâtince, matematik ve astronomi gibi ilimlerle meşgul oldu. Kâtip Çelebi’nin te’lif ettiği yirmiyi aşkın eserden en önemlileri; tarih, coğrafya ve bibliyografya alanındadır.

Kâtip Çelebi, 1656’da vefat etti. Kabri, Vefa’dan Unkapanı Köprüsü’ne inen büyük caddenin sağındadır.

***

Arapça ve Farsçaya son derece hâkim olan Kâtip Çelebi, hiç durmadan kitap okuyup ilim tahsil ediyordu. Dönemin tarihçilerinden Şehrizâde, Çelebi’nin kitap merakıyla ilgili şöyle bir hâtıra anlatmıştır:

Kâtip Çelebi, bir gün Şeyhülislâm Yahya Efendi’nin konağına davet edilir. Uzunca bir sohbetten sonra Yahya Efendi, Çelebi’ye sorar:

“–Senin tevârîh-i Âl-i Osmân’a dair binden fazla ciltli kitabın olduğunu söyleniyor. Doğru mu?”

Çelebi;

“–Olmak gerektir.” cevabını verir. Ama Yahya Efendi pek inanmamıştır. Kâtip Çelebi evdeki bin üç yüz eseri katırlara yükletip Şeyhülislâm’ın evine gönderir. Şaşkınlıkla bakakalan Yahya Efendi’ye;

“–Bunlar sadece bir kısmı. Kitapların ciltsiz olanları da evde duruyor.” diyerek kitaba olan düşkünlüğünü gösterir.

mesud_hidir_3_yuzakidergisi_kasım2015

NASIL BİR NESİL DERDİ?

Mahmud Celâleddîn ÖKTEN Hoca, 1882’de Trabzon’da doğdu. Rüşdiyeyi ve idâdîyi Trabzon’da bitirdi. İdâdîyi okurken bir yandan da medrese eğitimi aldı. 1905’te Dâru’l-Muallimîn’e girdi. Okulu bitirdikten sonra Daru’l-Fünûn Edebiyat Fakültesi’ne girdi. Bâbanzâde Ahmed Naîm, İzmirli İsmail Hakkı, Mehmed Âkif, Ali Fehmi Câbiç, Şevki Efendi, Mustafa Âsım ve Muğlalı Ali Rıza Efendilerden ders aldı. Arapça, kelâm, fıkıh, mantık ve felsefede söz sahibi idi.

Daru’l-Fünûn’u bitirdikten sonra İstanbul Sultânîsi’nde Arapça muallimi olarak vazifeye başladı. 1947’de Vefâ Lisesinden felsefe hocalığından emekli oldu.

1951’de İstanbul İmam-Hatip Okulu’nun ilk müdürü olarak tayin edildi. İsmi imam-hatip okullarıyla özdeşleşti. 1961’e kadar on yıl müddetle eğitim hizmetlerinde bulunan Ökten Hoca’nın tüm gayreti; vârisi olduğu medeniyetin köklerine sahip çıkan ve bu özle yetişen, İslâm’a ve vatana hizmet edecek bir gönül nesli yetiştirmekti.

Celâleddîn ÖKTEN Hoca, 21 Kasım 1961 tarihinde vefat etti. Kabri, İstanbul Edirnekapı kabristanındadır.

***

Celâleddîn ÖKTEN’in yetiştirme gayretinde olduğu nesil şöyle tarif edilir:

“Asrın ihtiyaçlarını müdrik, doğuyu ve batıyı bilen, münevver, aydın desinler diye dinden taviz vermeyen, dindar desinler diye de dinden taviz vermeyen, tavizsiz fakat müsamahakâr bir gençlik…”

***

Celâleddîn Hoca’nın Allah’la ahidleşmesi ise şöyledir:

Bir Ramazan günü, ikindi vakti; camide, müezzinin Kur’ân-ı Kerîm okuduğu sırada kendinden geçer ve samimî bir niyazda bulunur:

“Yâ Rabbî! Sen’in bu kitâbının lisânını anlamayı bana nasip eyle, ben de ölünceye kadar senin kitâbının dellâlı (tellâlı) olayım!”

mesud_hidir_4_yuzakidergisi_kasım2015

HATIRLAYINCA

Âlim, zâhid ve mürşid Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhânevî Hazretleri, 1813’te Gümüşhane’de doğdu. 10 yaşında ailesiyle Trabzon’a gelerek buradaki âlimlerden ders aldı. 1831 yılında İstanbul’da tahsiline devam etti. Gümüşhânevî -kuddise sirruhû-, icâzet aldıktan sonra Bâyezîd ve Mahmud Paşa Medreselerinde müderrisliğe başladı.

Hâlid-i Bağdâdî’nin halîfelerinden Ahmed bin Süleyman el-Ervâdî’ye intisâb ederek, ondan da mânevî icâzet alır. Eminönü’deki Gümüşhânevî Tekkesi, mühim bir ilim ve irfan merkezi olmuştur. Sultan II. Abdülhamid Han da dâhil olmak üzere birçok insan, sohbetinden istifade etmiştir.

Ziyâüddin Gümüşhânevî Hazretleri, 13 Mayıs 1893 tarihinde Beykoz’da vefat etti. Kabri, Süleymaniye Camii avlusunda Kanunî Sultan Süleyman Türbesi’nin kıble tarafındadır.

***

Ahmed Ziyâüddin Efendi, bir yaz günü talebelerine elinde eski bir kemanla geçmekte olan bir çalgıcıyı çağırttı. Çalgıcı;

“–Sizin hocanızla benim ne işim var, gidin işinize, siz keman çaldırıp para vermezsiniz, ben de sizin sözlerinize kulak asıp dediğinizi yapmam!” dese de ısrar eder ve huzûra getirirler. Gümüşhânevî Hazretleri, çalgıcının kulağına bir şey söyler. Adam bu sözler özerine öyle bir cezbeye tutulup bağırır ki etraftakiler şaşırıp kalırlar. Çalgıcı, tövbekâr olur.

Gümüşhânevî Hazretleri’nin kendisinin kulağına neler söylediğini merak edip soranlara uzun süre bir şey söylemez nihayet bir gün;

“–Ben gençliğimde bir Bektâşî şeyhine intisâb etmiştim, kendisi ehl-i sünnet ve’l-cemaat bir zât idi. Vefat edeceği zaman;

“Seni büyüklerden birine emânet ettim, sakın reddedip perişan olma, âhir ömründe iyi bir insan olursun inşâallah!” demişti. Gümüşhânevî Efendimiz’in de bana;

“–Şeyhin seni bana emânet etmişti.” demesi ile kendime sahip olamadım, bağırdım ve ellerine kapandım.” demiştir.