Hayat Yolculuğunda UNUTAMADIĞIM KARELER -10-

YAZAR : Mehmet MENCET

mehmet_mencet_yuzakidergisi_kasım2015

 

CÂLİB-İ DİKKAT

Yıl 1990. Antalya’ya geleli bir yıl olmuş. Bir arkadaşım dedi ki:

“Bizim mahallede cami yok. Cami vazifesini karşılayacak büyük bir mescid yapıldı. Semt olarak Antalya’nın sosyetik-turistik bir yerindeyiz. Fakat camiden rahatsız olan müteahhit; yaptırdığı evlerin değerini düşüreceği korkusuyla, mescidin kapattırılması için bir avukat tuttu. Böyle modern bir semtte, paçalarını sıvayıp takunya giyerek abdest alanların turistlere karşı şık bir görünüm oluşturmadığı… vs. gibi gerekçelerle mahkemeye müracaat etti. Ne yapabiliriz?”

Ben de;

“Mescidin sahibi var. Biraz sabırlı ol bakalım!” dedim.

Hani Ebrehe fil ordularıyla Kâbe’yi yıkmak için Mekke’ye yaklaştığında, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in dedesi Abdülmuttalib gelip gasp edilen develerini sormuş. Ebrehe de;

“–Ben de senin Kâbe için geldiğini sanmıştım.” deyince;

“–Kâbe’nin sahibi var!” demiş ya…

Biz de sabredelim dedik:

Mevlâ görelim neyler!

Aradan bir yıl geçti. Bir gün komisyondan bana; bir arkadaşımın rahatsızlandığı için rapor aldığını, onun yerine benim bakmamı söylediler. Bir de baktım ki dosyanın birisi, bu mescide ait. Buna bakan avukat da;

“Nasıl olsa hâkim raporlu. Kimse bakmaz!” diye duruşmaya gelmemiş. Dosyaya şöyle bir baktım;

“Allâh’ım, Sen bana yardım et! Bu dâvâyı nasıl reddedeyim?” derken bir de baktım ki mescidin yerinin mülkiyeti hanımına ait. Fakat beyi adına dâvâ açılmış, hemen reddettim. Dosya Yargıtay’a gitti. Tabiî daha sonra ne oldu ben bilmiyorum. Benim mahkemem olmadığı için, o mahkemeye bakan arkadaşım iyileşmiş. Yargıtay’ın kararına bakmış, yanıma geldi:

“Sen o mescid dâvâsını reddetmişsin ama avukat âdeta seni şikâyet etmiş. Dilekçenin altına;

«Câlib-i dikkat: Kendi mahkemesi olmamasına rağmen kadastro hâkimi bu dâvâya bakmış.» diye yazmış.”

Aradan epey zaman geçti. Adlî tatilde nöbetçiyim. Aynı avukatın icrâ mahkemesinde bir dâvâsı var ve ben bakacağım. Baktım bu sefer avukat haklı;

«Bu işi uzatsam veya reddetsem de olabilir ama vatandaşın ne suçu var?» dedim ve dâvâyı vatandaşın lehine bitirdim. «Avukat gelip kararı kendisi alsın.» dedim. Geldi;

“–Bak bu sefer haklıydın. Ben seninle şimdi anlaşma mı yaptım? Hakkın neyse o. Peki, ben şimdi icrâ hâkimi değilim ama bana bir yetki verilmiş ki bakabiliyorum. Mescid dâvâsında da yetkiliydim baktım. Neden benim için; «Câlib-i dikkat!» diye yazdın?” deyince;

“–Öyle mi yazmışım. Özür dilerim yazmamam lâzımdı.” dedi.

Bir gün emniyet müdürü arkadaşımla konuşurken;

“–Bugünlerde bir müteahhit var. Bizi uğraştırıyor…” dedi;

“–Nasıl yani?” dedim;

“–Devamlı «Tehdit alıyorum!» diye ihbarda bulunuyor. Ama aslı yok. Korkusundan banyodan çıkamıyormuş. Devamlı orada kalıyormuş;

“–İsmi ne?” dedim. Baktım bizim -mescid düşmanı- müteahhit.

Allah bizleri hata yapmaktan korusun.

BEĞENMİŞ AMA…

Bir müteahhit arkadaş, güzel bir arsa görmüş. Ev yaptırmak isteyen bir müşterisiyle, bu arsaya bakmaya gitmişler. Müşteri;

“–O kadar beğendim ki tam istediğim gibi…” diyerek etrafı gezmeye başlamış. Fakat biraz sonra;

“–Ben almaktan vazgeçtim.” demiş;

“–Hani biraz önce çok beğenmiştiniz? Bu ânî fikir değişikliğinin sebebi ne?”

“–Evet beğendim ama cami çok yakın, onun için istemem.”

“–Sizin camiden bu kadar ürktüğünüzü bilmiyordum.”

“–Bana yeni bir yer bakalım.”

“–Ben sizin camiye olan nefretinizden dolayı; değil arsa bakmak, sizin için bir adım bile atmam!.. Siz kendiniz bulun!”

Allah için muhabbet, Allah için buğz…

Aradan yıllar geçse bile bu tür olaylar unutulmuyor. İnsanlar ibâdet etmeyebilir ama resmen rahatsız olduğunu söylemesi çok acı maalesef. Bazılarının müslümanlığı sadece nüfus kâğıdında yazıyor… Allah korusun… Ne demiş Allah dostları:

Edep bir tâc imiş nûr-i Hudâ’dan
Giy o tâcı, emin ol her belâdan.

Rabbim; gerek kendine gerekse kullarına yapılan kibir, gurur ve edepsizliği affetmiyor.

Bir avukat hanım vardı; sessiz, hanımefendi, kendi hâlinde iyi bir hanımdı.

Beyi de yüksek makamlarda bir bürokrattı. Odasında ayaklarını masanın üzerine koyardı. Makamının verdiği gururla etrafını küçümser, herkese tepeden bakar, görevlileri devamlı azarlardı. Eşine de son derece saygısız davranır, hanımını devamlı aşağılardı. Hattâ adını eşek koymuştu.

Günün birinde bu adamın dilinde bir sivilce çıktı. Tahliller sonunda dil kanseri olduğu anlaşıldı. Dilinin büyük bir kısmını kestiler. İşinden ayrılmak zorunda kaldı. Hattâ yemesi ve konuşması da kalmadı. O hâliyle bile yattığı yerde eşine eşek işareti yapıyormuş. Hanımefendiye;

“–Yeter artık nasıl dayanıyorsun buna?” demişler; Buna rağmen, eşi;

“–Ona böyle zor zamanında bakmak benim vazifem!” demiş.

Büyük bir fedâkârlıkla tedavi süresince elinden geleni yaptı. Adam bir yıl sonra da vefat etti.

Dünyada güzel ahlâklı olmak her devirde geçer akçedir. Eskiden normal sayılan dürüstlükler, olması gereken davranışlar; bugün fevkalâde bir şey addediliyor. Dostluk, güven, fedâkârlık, itimat, vefâ bugün artık çok az kişide kaldı.

Eskiler ne demiş?

“Güzele 40 günde doyulur, iyi huya 40 yılda doyulmaz.”

Güzellik nasıl olsa geçici.

Osmanlı Avrupa’yı fethettiğinde oraya rastgele kişileri değil; hep aile, sanat ve iş konusunda en mümtaz insanları gönderdi. Hâl ve davranışlarıyla bugün Avrupa’daki Boşnak, Arnavut gibi müslümanlara örnek oldular.

SAKLI HESAP

Çok sevdiğim, her mevzuda iyilik timsali, 30 yıllık bir dostumun, Mustafa Beyin başından geçen bir hâdiseyi de sizinle paylaşmak isterim:

Arkadaşım, karşı apartmandan bir komşusuyla tanışmış. Yılın altı ayında Hollanda’da çalışan, kalanında Türkiye’de yaşayan bir gurbetçi. Bir müddet arkadaşlıktan sonra bu komşu demiş ki:

“–Mustafa Bey, senden bir şey rica edeceğim. Benim biraz param var; onu senin hesabına yatırayım, daha sonra alırım.”

Mustafa Bey kabul etmiş. Yatırmışlar. Tatil dönüşü;

“–Aman şu emânetini al üzerimden. Ölüm var, kalım var!” dese de;

“–Biraz daha dursun, alırım. Benim çocuklarıma güvenim yok!” diyerek aldırış etmemiş. Sonrasında da arkadaşım defalarca vermek istese de adam ertelemiş.

Bizim arkadaş o zaman komşusunun iç yüzünü bilmiyor. Meğer adam ailevî problemleri olan, zalim bir kişiymiş. İlk hanımını bir trafik kazasında kaybetmiş. O evliliğinden beş çocuğu varmış. Fakat onlarla diyaloğu çok bozukmuş.

Yeniden evlenmiş, evlendiği hanımının paralarına, ortak hesap açalım bahanesiyle el koymuş. Altınlarını satıp kendine araba almış.

Kadın;

“Bunca yıl çalıştım, hiç değilse şu evi benim üzerime yap da yaşlı hâlimde zorluk çekmeyeyim.” diye ısrar edince dayak yemiş, hakarete uğramış. Bunun üzerine; «Artık dayanamıyorum, boşanayım bari…» diye mahkemeye vermiş. Arkadaşın hesabına yatırdığı paradan kimsenin haberi yok.

Mahkemenin neticelenmesine 10 gün kala bir haber:

Adam ölmüş!

Bunca zaman eşinden, çocuklarından kaçırdığı, kim bilir ne hayaller kurduğu parasına dokunamadan ölüp gitmiş.

Bir akşam Mustafa Bey telâşla geldi;

“–Ben bu parayı ne yapayım?” diye;

“Kaç kere söyledim, ölüm hiç aklına gelmiyordu. Kaç defa sordum; «Ne yapayım?» diye. «Alırım!» dedi, hiçbir şey söylemedi.” diyordu.

“Bir hayır kurumuna versek öyle bir vasiyeti yok. Yapılacak tek şey bunu evlâtlarına ve hanımına usulünce dağıtmak.” dedik.

Hesapları yaptık.

Mustafa Bey; arkadaşının her çocuğuna mektup yazıp, önce başsağlığı diledi. Sonra da böyle bir durumdan bahsedip gelmelerini, eğer gelemezlerse adreslerini bildirmelerini istedi. O kadar şaşırmışlar ki… Hele kızının biri çok darda imiş;

“Amca Allah senden râzı olsun. Bunu kimse yapmazdı!” diye teşekkür mektupları yazmış.

Bilhassa hanımının boşanmasına ramak kalmışken, adamın ölmesi çok mânidar oldu. Eğer adam 10 gün sonra ölseydi; kadının bunca yıllık maaşı, emeği kaybolacak hiçbir şey alamayacaktı. İlâhî adâlet…

Arkadaşım, nüfus dairesine gidip adamın evlâtlarını tespit etmek üzere özel bilgilerini sorunca;

“–Veremeyiz, neden istiyorsun?” demişler. O da durumu anlatmış;

“–Kardeşim sen enayi misin? Nasıl olsa senden başka bilen yok. Bu kadar para verilir mi? Ye gitsin!” demişler. Fakat arkadaşım; o sırada evlâdı da sıkıntıda olmasına rağmen, harama el uzatmak aklının ucundan bile geçmeyecek tertemiz bir insan. Herkesin hesabını kuruşu kuruşuna gönderdi. Rabbim böylesi güzel insanlardan râzı ve hoşnut olsun…