NASİP, KISMET ve GAYRET

YAZAR : Ahmet ZİYLAN

ahmet_ziylan_yuzakidergisi_kasım2015

Rahmetli halam, hacdan döndüğünde bana;

“–Kâbe’nin halkasına yapıştım, sana çok duâ ettim oğlum!” demişti.

Merakla sormuştum:

“–Ne diyerek duâ ettin hala?”

“–«Yâ Rabbî!.. Ahmet kuluna çok ver!» dedim.”

Fukarâlıktan çok çektiği için öyle duâ etmiş.

Ben de demiştim ki:

“–Keşke öyle demeseydin!”

“–Ne deseydim?”

“–«Ahmet’ime hüsn ü akıllar ver!» deseydin.”

Çünkü;

Güzel bir aklı olan insan, zaten Allâh’ın izniyle geçimini sağlar. Ama aklında problem olan insan, zenginliğin içinde de olsa onu nasıl kullanacağını bilemez.

Akıl derken istikameti, davranış olgunluğunu ve güzelliğini de kastediyorum. Asıl maksat zenginlik değil, bunlar değil midir?

Çalışan, üreten, alan, satan, yetiştiren ve hizmet ortaya koyan insanlar, yani hepimiz; biz sadece para kazanmak, zengin olmak için değil, yaşadığımız sürece insanlığa faydalı olmak için çalışırız.

Her meslek, her faaliyet, insanlık âleminin ihtiyaçları için yapılmış, adı konulmamış bir iş bölümüdür. Birimiz öğretmenlik yapacağız, birimiz ticaret, birimiz işçilik, birimiz sanayi ile meşgul olacağız. Hepimizin ihtiyaçları giderilmiş olacak. Derdimiz insanlığa faydalı, ahlâklı, dürüst birer fert olmak.

Bunları niçin söylüyorum?

Çünkü zengin olma konusunda bugün daha büyük bir hırs var.

Bugün birçok genç; arzu ettiği parayı kazanamadığı gerekçesiyle, yaptığı mesleği yüksünüyor. İşini sevmiyor. Bezgin bir şekilde yapıyor. İşin geçim ve hizmet tarafını düşünmüyor. Sevmeden, ilgi duymadan yapılan işlerden de hayır gelmiyor. Ortaya verimli, güzel bir hizmet çıkmıyor.

Hâlbuki bu dünyada herkesin çok zengin olması, mümkün değil. Fakat herkes o iş bölümündeki vazifesini güzelce yapar, ülkesine-milletine faydalı şeyler üretirse; hep beraber faydalanılan bir zenginlik de ortaya çıkar. Ondan herkes yararlanır.

Sen ülken için bir icat yaparsın; ülken o icat sayesinde, ithalâta döviz vermekten kurtulur. Herkes kazanır.

Sen nesilleri iyi yetiştiren bir öğretmen olursun; belki gelecekte suçlar işleyecek, kötülükler yapacak kişileri vazgeçirirsin, bundan herkes istifade eder.

Sen güler yüzlü bir esnaf olursun, her gün moralini düzelttiğin insanlarla toplum saâdetinde bir katkın olur…

Her hâlükârda işin için gayret etmeli, sevmeli, zevk alarak yapmalısın.

Eğer tek motivasyonun para kazanmak olursa, onu kazanamayınca veya az kazanınca moralin bozulur. Bıkarsın, yorulursun.

Âtıl kalan insan ise; olumsuz düşüncelerin, yanlış yolların, bozuk davranışların içine düşer. Yani insan kendini korumak için bile çalışmalı, gayret etmeli, koşturmalı, yorulmalı.

İşini seversen, iş sana yük olmaz; ondan sana ulaşan zorluklar, çileler, hepsi sana güzel gelir. Onlara katlanırsın.

Şu misal gibi:

Küçük çocuğunu veya torununu kucağına aldığında, «şap» diye yüzüne tokadı yapıştırır; sen ise gülersin. Hâlbuki bir başkası yüzüne vurmaya kalksa, tepkin büyük olur. Mukabelede bulunmak istersin. Ağırına gider.

Fark nerede?

Sevdiğinden gelen tokat, sana dokunmaz. Ters gelmez. Sevdiğin ne yapsa tatlı gelir.

İşini seversen işinden dolayı ortaya çıkan fırtınalar, tipiler de sana tatlı bir meltem gibi gelir.

Şöyle bir hâtıram var:

İstanbul’a geleli üç-dört sene olmuştu. Bir gün eve geldim ki evde hiç tanımadığım adamlar oturuyor. Meğer kayınbiraderim davet etmiş.

Kendisi Almanya’ya gidecekti, zeki adam. Gitmiş Alman Lisesinin müdürünü, öğretmenlerini bizim eve yemeğe davet etmiş, onlara çiğ köfte yapmış. Benim bir şeyden haberim yok. Akşam eve vardığımda saat on idi. Kayınbirader;

“–Ev sahibi eniştem…” diye misafirlere tanıttı.

Alman Lisesi müdürü de Türkçeyi iyi konuşan, dikkatli bir adam. Dedi ki:

“–Hayırdır; saat gecenin onu, sen evine yeni mi geliyorsun?!.”

“–Evet, yeni geliyorum.”

“–Pekâlâ, işini seviyor musun?” dedi.

Anlaşılan bu saatlere kadar zoraki mi, yoksa severek mi kaldığımı öğrenmek istiyordu. Dedim ki:

“–Fırsat olsa; bir-iki saat daha kalsam, zamanın nasıl geçtiğini anlamazdım, işimi çok seviyorum.”

“–Bu kadar çalışıp da yorgunluk hissetmeyecek kadar işini seviyorsan, o zaman sen muvaffak olursun.” dedi.

Geç saatlere kalmak ne ki; yaptığı işi, faaliyeti çok seven insan, gece uykusunda bile işiyle meşguldür. Sanatı, işi, meşgalesi artık rüyalarına girer.

İnsan bu kadar sevgiyle meşgul olunca; meşgalesiyle ilgili bütün problemleri de fark eder, çözümlerini bulur, eksiklerini tamamlar, mükemmelleştirir, geliştirir.

Çünkü aklı-fikri işi üzerindedir. Odaklanmıştır.

Boş vermiş değildir.

Böyle bir sevgi ve ilginin karşılığını da Cenâb-ı Hak verir.

İlâhî adâlet o kişiyi aç bırakmaz.

Fakat illâ da zengin etmez.

Yaptığı işte maddî mânâda zengin olmak ise, işte o bir baht işidir.

Hep başarılı olmanın yollarını sayıyoruz, bilgi diyoruz, sevgi diyoruz, gayret diyoruz, ahlâk diyoruz, paylaşmak diyoruz… Fakat bütün esaslara, bütün prensiplere uysan da zenginlik gelmeyebilir. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:

“Allah, rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar.” (er-Ra‘d, 26)

Allah Teâlâ kime bol takdir etmiş, kime az takdir etmiş; bunu bilmediğimiz için, verdiğine şanslı, nasipli diyoruz. Rızık, Allâh’ın takdiridir.

Allah, hiç aklı çalışmayan, hiç tutarlı, düzgün hareket etmeyen birine de bol bol yağdırabilir; çok akıllı, çok basîretli, çok ileri görüşlü, bilgili, çalışkan birinin rızkını da ancak yetecek seviyede tutabilir.

Rızık, tamamen ilâhî takdir olduğu hâlde; nice zenginler, Kārun gibi, varlığını kendi bilgisine, kabiliyetine hamlediyor. Bir de Allah, gerçekten zenginliği sadece akıllılara, beceriklilere verseydi, kim bilir onlarda ne kadar fazla kibir ve gurur olurdu.

Allah muhafaza etsin.

Hiçbir şeyi kendimize izâfe etmemeliyiz.

Veren O… Nasip eden O…

Akıllıyım diyorsan aklı veren de O…

Fırsatları karşına çıkaran da O…

Zenginliğin bir nasip işi olduğunu bilmek, insanı aynı zamanda rahatlatır.

Zaman zaman duyarız.

Adam «işi battı» diye çeker tabancayı intihar eder.

Dünya kadar malın olsa da batsa, âhiretini batırmaya değer mi?

Fakat kendi değerini zenginlikte, maddiyatta arayan bir kişi, onu kaybedince; hayatta hiçbir teselli bulamıyor demek ki. Benlik, gurur, insanların karşısına batmış bir kişi olarak çıkmanın ezikliği de eklenince, böyle vahim bir günaha yönelebiliyor.

Hâlbuki;

“Veren de O, alan da O…” diyebilse, ne kadar üzülse de o bâdireden en az yıkımla çıkmanın yolunu bulabilir.

Âyet-i kerîmelerde bu teselli şöyle ifade edilir:

“(Gerek) yerde, (gerek) nefislerinizde herhangi bir musîbet vukua gelmemiştir ki bu; Bizim onu yaratmamızdan evvel mutlaka bir kitapta (yazılmış)tır. Şüphesiz ki bu, Allâh’a göre kolaydır.

(Allah bunu) elinizden çıkana tasalanmayasınız, O’nun size verdiği ile sevinip şımarmayasınız diye (yazmıştır). Allah çok böbürlenen, kibirlileri sevmez.” (el-Hadîd, 22, 23)

İki madde:

Elinizden çıkana tasalanmayasınız diye…

İnsan, ben elimden geleni yaptım. Takdir-i ilâhî, nasibimiz değilmiş diyecek… Bunalımlara, depresyonlara girmemiş olacak.

Verdiği ile de şımarmayasınız diye…

Eline geçenin de nasip ve kısmet olduğunu idrak edecek. «Ben kazandım!» demeyecek.

Maalesef, zenginliğin en mühim imtihanlarından biri bu. Nasip olduğunu unutup, kendine pay biçmek. Evet sevgi, ilgi, gayret başarının anahtarıdır; ama Allah nasip etmiş ise…

Zamanında iki kişi, zenginliğin bilgi sayesinde mi nasip sayesinde mi elde edileceği olduğu hususunda iddia etmişler.

Bir işte bilmek mi önemlidir, kısmet mi?

Biri;

“Kazanmak için bilgi ve tecrübe lâzım!” derken diğeri;

“Nasipli, kısmetli olmak şart, gerisi boş!” demiş.

“–Yahu nasıl olur?!. Bilmezsen istediğin kadar şanslı ol; başaramazsın!”

“–Yok!..” demiş öbürü. “Nasibin varsa, en akıl almaz işten bile kazanırsın. Meselâ ben. Rabbim çok talihli eylemiş, ne yapsam para kazanırım. Bilgiydi, tecrübeydi hiçbir şey gerekmez!”

Bunun üzerine karşısındaki adam;

“–Madem öyle, o hâlde Halep’ten hurma al, götür Bağdat’ta sat da; görelim, şansını, talihini!..” demiş.

Halep’te hurma yetişmez. Bağdat’ta ise hurma bol. Zaten Halep’e hurma, Bağdat’tan geliyor. Hem de bu iddialaşmanın olduğu devirde, develerin sırtında geliyor. Adam o kadar masrafla getirilen hurmayı, Halep’te yüksek fiyata satın alacak, geriye Bağdat’a, hurmanın merkezine götürecek, satacak ve para kazanacak! Akıl kârı değil.

Nasip-kısmet önemli diyen adam;

“–Ben bahtıma güveniyorum; bu dediğini de yaparım, para da kazanırım.” demiş.

İddialaşmışlar.

Halep’ten üç-beş deve yükü hurma almış, Halep’ten Bağdat’a doğru yola koyulmuşlar. Günler sonra şehre yaklaşmışlar. Kumluk bir araziden geçerken bakmışlar ki hükümdarın adamları bir telâş içerisinde, kumu avuçlayıp avuçlayıp bakıyor, sonra bırakıyorlar. Yaklaşmışlar;

“–Siz ne yapıyorsunuz?” diye sormuşlar.

“–Padişahımızın çok değerli bir yüzüğü vardı, atını koştururken onu bu civarda düşürdü. Bize de kesin tâlimâtı var:

«O yüzüğü illâ bulacaksınız!»

Biz de ne yapalım. Koca çölü karış karış arıyor, yüzüğü bulmaya çalışıyoruz.”

Bizim talihliyim diyen tüccar atılmış;

“–Yahu içinizde hiç mi şanslı adam yok?!.” demiş.

“–Şanslı adam nasıl olur?”

“–Şöyle elini attığı gibi eline gelir.” demiş, bunu derken de gösterircesine elini kuma daldırmış. Bir de bakmış ki yüzük elinde!..

Adam hakikaten nasipli!..

Adamı kaptıkları gibi padişaha götürmüşler. Padişah sormuş:

“–Sen necisin, ne iş yaparsın, burada ne işin var?”

“–Halep’ten hurma aldım, Bağdat’a götürüp satacağım, para kazanacağım.”

“–Kaça aldın?”

“–Şu fiyata aldım.”

“–Şu kadar kâr versem, bana satar mısın?”

“–Satarım, niye satmayayım?!.”

Böylece iddiayı o kazanmış.

Tabiî; şans, kısmet, talih gibi kelimelerle ifade edilmek istenen asıl mevzu; Allâh’ın takdir ettiği nasiptir. Nasibinde varsa; vesileler meydana gelir, kazanç da meydana gelir. Ama nasibinde yoksa, senin bütün vesileleri bilmen de çare olmaz.

“Vermeyince Mâbud; ne yapsın Sultan Mahmud?” demişler.

Her mesele gibi bunun da bir denge noktası var. Her başarısızlığa uğrayan da, yaptığı onca hatayı, tembelliği;

“–Ne yapayım, nasibim yokmuş!” diye perdeleyemez.

Dedik ya, vesileler var.

Biz esbâba tevessül edeceğiz. İşimizi seveceğiz, öğreneceğiz, her tarafını kavrayacağız, gayret edeceğiz, çalışacağız, çalışacağız, çalışacağız…

Rızkı veren Rabbim, az verir, çok verir.

O’ndan râzı olacağız.

Önemli olan öbür dünyada kazananlardan olmak… Bu dünyada her şey, orada kazanabilmek için bir yatırım fırsatı…

Rabbim kazanabilenlerden eylesin.

Dünyada da âhirette de bize iyilik ve güzellikler ihsan eylesin.

Bizi kendisinden başkasına muhtaç etmesin.

Baş edemeyeceğimiz imtihanlara tâbî eylemesin.

Bize katından bir rahmet lutfederek yardım eylesin.

Âmîn…