Şanlı Mâzimizden Seçme Nükteler – DERGÂH DERGÂH GEZEN HEDİYE

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

abdullah_mesud_hidir_1-y7uzakidergisi-agustos2015

Hacı Bektâş-ı Velî, Nişâbur’da doğdu. Asıl adı Bektaş’tır. Mutasavvıf Lokmân-ı Perende tarafından yetiştirildi. Daha sonra Ahmed Yesevî’ye intisâb etti ve 13. asırda Horasan’dan Anadolu’ya geldi. Kırşehir civarında bugünkü adı Hacı Bektaş olan Sulucakarahöyük’e yerleşti. Burada bir dergâh kurup irşad faaliyetlerini yürüttü.

“Şerîatta bu senindir, bu benim. Tarîkatta hem senindir hem benim. Hakikatte ne senindir, ne benim.” sözü meşhurdur.

Hacı Bektâş-ı Velî, 1271’de Sulucakarahöyük’te vefat etti. Kabri, buradadır.

***

Adamın biri, kötü yoldan kazandığı parayla bir inek satın alır. Sonra yaptığından pişman olup ineği Hacı Bektâş-ı Velî’nin dergâhına bağışlamak ister. Hacı Bektâş-ı Velî, helâl değil düşüncesiyle ineği geri çevirir. Bunun üzerine Mevlevî dergâhına giden adam aynı şeyi Mevlânâ Hazretleri’ne teklif eder. Hazret-i Mevlânâ hediyeyi kabul edince adam daha önce Hacı Bektâş’ın bu ineği kabul etmediğini söyler. Bunun üzerine Mevlânâ Hazretleri;

“–Biz bir karga isek Hacı Bektâş-ı Velî bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden biz senin hediyeni kabul ederiz. Ama o kabul etmeyebilir.” der.

Adam heyecanla Hacı Bektâş’ın dergâhına giderek Mevlânâ’nın hediyeyi kabul ettiğini söyler. Hacı Bektâş-ı Velî şu cevabı verir:

“–Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlânâ’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir. Ama onun engin gönlü kirlenmez. Onun için hediyeni kabul etmiştir.”

abdullah_mesud_hidir_2-yuzakidergisi-agustos2015

BU ZERDE NEREDEN ÇIKTI?

Sultan İbrahim Han, 1615’te doğdu. Ağabeyi IV. Murad’ın vefatına başta inanmadıysa da annesinin ve devlet adamlarının ısrarı ile naaşı da gördükten sonra inanarak;

“Yâa Rabbî! Benim gibi zayıf bir kulunu bu makama lâyık gördün. Saltanat günlerimde milletimi hoş-hâl eyle ve birbirimizden hoşnut kıl!” diye duâ ederek tahta çıktı.

1637’de Ruslar tarafından işgal edilen Azak Kalesi’ne bir ordu gönderdi. Girit Adası’nın fethini emretmesiyle Osmanlı donanması, Girit’in Hanya limanını fethetti.

Halkın derdiyle dertlenir, problemlerini çözmek için gayret sarf ederdi. Bir gün tebdîl-i kıyafetle gezerken fırınların önünde ekmek almak için uzun kuyruklar gördü. Saraya döner dönmez sadrazama bu işe bir çözüm bulmasını emretti.

1647’de padişahın aleyhinde çıkarılan büyük propaganda, isyanı beraberinde getirdi. Bu isyan, Sultan İbrahim Han’ın tahttan indirilmesiyle sonuçlandı. Tahta, oğlu IV. Mehmed Han çıkarıldı. Akabinde İbrahim Han, 18 Ağustos 1648’de şehid edildi. Kabri, I. Mustafa Han’ın kabrinin yanındadır.

***

Sultan İbrahim’in yakınlarından Şekerpare’nin ricası ile musâhibi Pirinççizâde, Yeniçeri ağası olmuştu. Bunun üzerine devrin ileri gelen şairlerinden biri şu tarihi düşer:

«Amel-i sükker ile oldu pirincim zerde.» 1056

“Şeker’in işe karışmasıyla pirincim zerde oldu.”

Zerde; safran, pirinç ve şekerle pişirilen bir tatlıdır. (Naimâ; Tarih, c. II, s. 9)

abdullah_mesud_hidir_3-yuzakidergisi-agustos2015

BEŞER KELÂMI DEĞİL!

Üsküdarlı Ali Efendi, 7 Eylül 1885’te Üsküdar’da doğdu. Asıl adı Ali Saadeddin’dir. Kültürlü bir aile ortamında ilk ve orta eğitimini tamamladı. Hıfzını Hâfız Şükrü Efendi’de tamamladıktan sonra Üsküdarlı Hâfız Nazif Efendi’den tashîh-i hurûf, amcası Üsküdarlı şair Talât’tan mûsıkî ve edebiyatı öğrendi.

Hâfız Kâni KARACA ve Hâfız Necati ÖZER kendisinden özel ders aldı.

Resmî vazifesine tapu dairesi memuru olarak başladıktan sonra 1908’de Yeraltı Camii imam-hatipliğine tayin edildi. 1959’da İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde Kur’ân-ı Kerim hocası olarak vazifelendirildi. Bayındırlı Mustafa Efendi’den aldığı reîsü’l-kurrâlığı vefatına kadar sürdürdü.

Çok zekî, zarif, hâfızası kuvvetli olan Üsküdarlı Ali Efendi yumuşak sesi ve kuvvetli hıfzıyla Kur’ân okurken makamlar arası geçiş yapar, dinleyenlere doyulmaz bir Kur’ân ziyafeti verirdi.

Üç padişah döneminde yaşayan Ali Efendi, saray hâfızı olarak II. Abdülhamid’den de iltifat gördü.

Ali ÜSKÜDARLI Hoca, 27 Ağustos 1976’da vefat etti. Kabri, Sahrayıcedid Mezarlığı’ndadır.

***

Talebeleri Mehmet Ali SARI ve İsmail KARAÇAM’dan nakledildiğine göre;

Ali ÜSKÜDARLI Hoca, Macar Kralı tarafından bir heyet içerisinde Macaristan’a davet edilir. Çeşitli faaliyetlere katıldıktan sonra bizzat kral tarafından saraya çağrılır ve bazı görüşmelerden sonra Ali Hoca’dan Kur’ân-ı Kerim okuması istenir. O da bir aşr-ı şerif tilâvet eder. Ali Efendi; o zamanlar çok genç bir hâfızdır, kurrâdır, sesi çok güzeldir, edâsı da pek hoştur. Nihâvend makamında okuduğu bu aşr-ı şerif dinleyenleri mest eder. Onun okuduğu bu ilâhî kelâm, Kral’ı çok etkiler. Tam o sırada kraliçeye dönüp bir şeyler söyler. Bu arada Kral’ın ne söylediğini merak eden Ali Hoca tercümana;

“–Kral hazretleri kraliçeye ne söyledi?” diye sorar. Tercüman da Kral’ın;

“–Bu okunan kelâm beşer kelâmı olamaz. Beşer kelâmı, insanı bu kadar etkileyemez.” dediğini ifade eder.

abdullah_mesud_hidir_4-yuzakidergisi-agustos2015

LÜZUM KALMADI!

Kavalalı Mehmed Ali Paşa, 1769’da Kavala’da doğdu. Babasının yanında tütün ticaretiyle uğraşırken 1787 yılında askerliğe intisâb etti ve vergilerini ödemek istemeyen bazı köylülere karşı mücadele ederek ön plâna çıktı.

Mısır’ı işgal eden Fransızlara karşı hazırlanan kuvvetler arasında Kavala’dan yola çıkarılan 300 asker içinde yer alan Mehmed Ali Paşa, Fransız kuvvetleri karşısında elde ettiği başarılardan dolayı Mısır Valisi Mehmed Hüsrev Paşa tarafından binbaşılığa yükseltildi. Kısa süre sonra Arnavut birliklerinin ikinci kumandanı oldu. 1805’te ulemâ, eşraf ve Mısır halkının da desteği ile Bâbıâlî tarafından valiliğe getirildi.

1815’te Vehhâbîlerin çıkardığı isyanı bastırdı. Osmanlı’ya isyan ederek Kütahya’ya kadar ilerleyen ordu göndermesi, Osmanlı’nın sonunu yaklaştıran ve coğrafyamızdaki acıları başlatan hâdiselerdendir. İsyan sonrasındaki anlaşmalar gereği Mısır Hidivi oldu.

Mehmed Ali Paşa, 2 Ağustos 1849 tarihinde İskenderiye’de vefat etti. Kabri, Kahire Kalesi’nde inşa ettirdiği caminin hazîresindedir.

***

Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa, İstanbul’a gidecek olan nedimi şair Nihat Bey’den, gelirken beyaz renkli, çok iyi bir eşek getirmesini ister. Fakat Nihat Bey eşeği almayı unutur. Mısır’a geldiğinde Paşa hemen;

“–Nihat Bey, bizim eşek nerede kaldı?” diye sorar. Şair şaşkınlıkla;

“–Vallâhi unuttum Paşam, şimdi sizi gördüğümde hatırıma geldi.” der. Paşa, aldığı cevaba memnun olmaz ama yine de gülümseyerek;

“–Neyse, siz geldiniz ya, artık lüzumu kalmadı.” der.