“BİR BİZ VARDIK CİHANDA, BİR DE KÜFFAR…”

YAZAR : Mücahid BULUT mucahidbulut@yandex.com

mucahit_bulut-yuzakidergisi-agustos2015

“Kıtaları ipek bir kumaş gibi keser biçerdik. Kelleler damlardı kılıcımızdan. Bir biz vardık cihanda, bir de küffar… Zafer sabahlarını kovalayan bozgun akşamları…

İhtiyar dev, mâzîdeki ihtişamından utanır oldu. Sonra utanç, unutkanlığa bıraktı yerini;

«–Ben Avrupalıyım…» demeye başladı; «Asya bir cüzzamlılar diyarıdır.»

Avrupalı dostları, acıyarak baktılar ihtiyara ve kulağına;

«–Hayır delikanlı…» diye fısıldadılar; «Sen bir-az gelişmişsin.»

Ve Hıristiyan Batı’nın göğsümüze iliştirdiği bu idam yaftasını, bir «nişân-ı zîşân» gibi gururla benimsedi aydınlarımız.”

Cemil MERİÇ, altı yüz küsur sene ömür süren şanlı bir cihan devleti ile Tanzimat’tan bu yana fikrî olarak mağarada yaşayan evlâtlarının hikâyesini birkaç satırda böyle anlatmış. Ömrü boyunca da savaşmış bu mağaradaki karanlık fikirlerle. Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın kapılarını açmak için Osmanlı kılıcı kadar keskin ve mükemmel kalemini kullanmış. İnsanımızı; kitaba, hikmete, hakikate, irfana, şuura, vicdana ve kendi özüne davet etmiş.

Hüseyin Cemil MERİÇ; Balkan Savaşları sırasında Meriç Nehri yakınlarındaki Dimetoka’dan Antakya’ya göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak 1916 senesinde Reyhaniye’de doğmuştur. Babası hâkim Mahmud Niyazi Bey’dir. Cemil MERİÇ eğitimine Reyhaniye Rüştiyesi’nde başlamış, devamında Antakya Sultanîsi’ne kaydolmuştur. Ancak o dönem Antakya, Fransız mandası altındadır ve Antakya Sultanîsi, Fransız liselerine benzer bir program uygulamaktadır. Cemil MERİÇ sultanînin son senesinde öğretmenlerine ve okul yöneticilerine getirdiği eleştiriler yüzünden okuldan uzaklaştırılır. 1936 senesinde eğitimini tamamlamak üzere İstanbul’a gitmiş; burada Pertevniyal Lisesi’ne kaydolmuş, bu sayede dönemin solcu aydınları denebilecek Nazım Hikmet ve Kerim Sâdi gibi isimlerle tanışmıştır. Kısa süre sonra Antakya’ya dönmek zorunda kalmış ve lise eğitimini burada tamamlamıştır. Bir süre ilkokul öğretmenliği, nahiye müdürlüğü, tercüme kaleminde reis muavinliği yapmıştır. Sonraki yıllarda İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünü bitiren Meriç, İstanbul Üniversitesi Yabancı Diller Okulu’nda okutman olarak çalışmıştır.

Cemil MERİÇ yazı hayatına; İnsan, Yücel, Gün gibi dergilerde yazarak, Balzac ve Victor Hugo’dan çeviriler yayınlayarak başlamıştır. Fikrî ve edebî mânâda en olgun eserlerini ise 1955’te 39 yaşında iken gözlerini kaybettikten sonra vermiştir. “Bilgi sonu gelmeyecek olan bir fetihtir.” diyen Meriç, kitap okumayı elbette bırakmamıştı ama dolu bir bardak gibi fikirleri kitaplarına taşmaya başlamıştır.

“Düşünce bir köprü: Kıldan ince, kılıçtan keskin.” şiârıyla oluşturduğu içtimâî ve siyasî fikirlerini «Bu Ülke» ve «Mağaradakiler» kitaplarıyla yayınlamıştır. Cumhuriyet döneminin batı yanlısı Osmanlı ve İslâm karşıtı zihniyetlerine ağır eleştiriler getirmiş;

“Üç kıtaya hâkim olmuş bir medeniyetin, dünyaya adâlet, kardeşlik dağıtmış bir ülkenin; hiçbir zıpçıktı uygarlığı taklide ihtiyacı yoktur…” demiştir.

Dil devriminin, yaşlı tarihin hiçbir dönemde şahit olmadığı kadar büyük bir çılgınlık olduğunu söyleyen; kamusunun bir ülkenin namusu olduğu idrakindeki yazar; kendi ellerimizle kütüphanelerimizi yaktığımıza vurgu yapmış, cumhuriyet döneminde yazılan tarih kitaplarımızın da haçlıların en büyük zaferi olduğunu savunmuştur. Edebiyatımızda gelişen batı ve Yunan hayranlığı için ise;

“Bâkî’leri, Gālib’leri, Hâmid’leri yetiştiren bir şiiri, Yunân-ı kadîme bağlamak, ummanı ırmağa bağlamaktır.” demiştir.

İslâm’ı terakkîye engel gören zihniyet yine onun kaleminin hedefindedir. Dînî ve kültürel yozlaşmanın bizi her türlü alanda bölünmeye götüreceği gerçeğini şu şekilde ifade etmiştir:

“Bu ülkenin ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan hâline getiren İslâmiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı… İnananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek.

Türk’ü, Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazâya koşturan bir inanç; gazâya, yani irşada. Altı yüzyıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kâbusa kalbeden meş‘um bir salgın: Maddecilik.

Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihin ve hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyâmetlerin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikâyetsiz.”

Tarihe ve kültüre bakışı hiç değişmemiş ise de Meriç tek bir görüşe mâl edilemeyecek derinlik ve genişlikte düşüncelere sahiptir. Batının muhteşem başının altındaki sefil kuyruğunu gördüğü için sonu «izm» ile biten bütün akımlara karşıdır. Bunun için «ideolojiler ve izm’ler idrakimize giydirilen deli gömlekleri» demiştir. Düşüncenin şüpheyle başladığını savunur, zıt fikirlere kulaklarımızı tıkamanınsa kendimizi hataya mahkûm etmek olduğuna inanır. Onun anlayışında gerici-ilerici, sağcı-solcu yoktur, namuslular ve namussuzlar vardır.

Ona göre;

“Zulmün olduğu yerde tarafsızlık, hakkın olduğu yerde objektiflik namussuzluktur.”

Cemil MERİÇ; doğu medeniyetlerine karşı olan önyargıları yıkmayı amaçlayan ve Hint edebiyatını konu alan «Bir Dünyanın Eşiğinde» adlı eserini 1963 senesinde yayınlamış aynı dönemlerden başlayarak Hisar dergisinde; «Fildişi Kuleden» başlığı ile denemeler kaleme almıştır. «Umrandan Uygarlığa» (1974) ve «Kırk Ambar» (1983) isimli eserleriyle iki defa Türkiye Millî Kültür Vakfı ödülünü kazanmıştır.

“Bir çağın vicdanı olmak isterdim; bir çağın, daha doğrusu bir ülkenin. İdrakimize vurulan zincirleri kırmak, yalanları yok etmek, Türk insanını Türk insanından ayıran bütün duvarları yıkmak isterdim. Muhteşem bir mâzîyi daha muhteşem bir istikbâle bağlayacak köprü olmak isterdim; kelimeden, sevgiden bir köprü…” diyerek kim olmak istediğinin yanında, günümüzde ihtiyaç duyduğumuz mütefekkirleri de tarif eden yazar, 13 Haziran 1987’de hayatını kaybetmiş ve cenazesi, Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir.