İdealist Bir Aile, Hedef Gözeten Bir Gençlik ve GÜÇLÜ BİR DEVLET

YAZAR : Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com

halis_c_demircan-yuzakidergisi-mayıs2015

Oruç Amca; poturunun üzerine çektiği körüklü çizmeleriyle, çizgili kahverengi ceketi, sekiz köşeli lâcivert kasketi, uçları kıvrılmış kara bıyıklarıyla her sabah evinden çıkar, pazardaki tezgâhının başına giderdi.

Beni şaşkına çeviren bu şıklığı ile şehrin sabit pazarında gün boyu çalışır, ailesinin maddî ihtiyaçlarını ve çocuklarının nafakasını karşılar, bunu da hiç aksatmadan, büyük bir ciddiyetle yapardı.

Onun hedefi, iyi bir aile reisi ve baba olmaktı.

Evin hanımı; erken yaşta buruşmuş yüzü, çatlamış elleri, bembeyaz tülbent üzerine sarılmış rengârenk çiçekli şalıyla hiç oturur hâlde görmediğim Kadınana idi. Onun gerçek ismini kimse bilmezdi. Herkese «kadın anacağzım» diye seslendiğinden çevresinde ona Kadınana derlerdi.

Yan komşusu taksici Sabit’in hanımı Sultan’a;

«Kösüldü gayrı gaygusuz Sultan!» diye hep takılırdı. Sultan da ona göre hakikaten kaygısız, ev işlerinde de biraz ağırdı. Bu Kadınana’ya göre affedilmez bir kusurdu. Kadınana’nın ölçülerine göre kadının evdeki işi hiç bitmez, dolayısıyla kadın hiç oturmazdı.

Suyla tavlanarak ıslatılan, yemeklerde kaşık niyetiyle kullanılan yufka ekmekler açar, çeşitli yörük yemeklerinin yanı sıra, bir bulgurlu yaprak sarması sarardı ki, bundan biz de fazlasıyla nasiplenmişizdir. Bununla beraber hiç aksatmadan; çamaşır, bulaşık, temizlik gibi ev işlerinin yanı sıra evin önündeki küçük bahçeye de mutlaka bir şeyler ekerdi.

Onun hedefi, iyi bir ana olmaktı.

Oruç ailesi, beş çocuklu bir yörük ailesiydi.

Beş çocuktan sadece biri kızdı, o da en büyükleri olan Sultan Ablaydı. Kadınana en çok ona dertlenirdi, çünkü tek kızı Sultan Abla ailesiyle birlikte çok uzaklarda, Alamanya’da yaşıyordu ve ancak yaz tatillerinde yurda döndüklerinde hasret giderebiliyorlardı. Sultan Abla; anacığından kilometrelerce uzakta gurbet ellerde yaşıyor olsa da, başı kapalı, annesinden öğrendiği şekilde hiç aksatmadan çocuklarını yetiştirip kocasına hizmet ederdi.

Onun hedefi, iyi bir kadın olmaktı.

Dört erkek çocuktan en büyükleri Mustafa Ağabey, o sıralar liseye gidiyordu. O dönemde liseye gidebilmek çok önemliydi, öyle herkes liseye gidemezdi. Mustafa Ağabey de tertemiz takım elbisesi, güzel bir saç tıraşı ve bu kıyafetine uygun düşen efendiliği ile bunun hakkını veriyordu ki tüm mahalleli ona gıpta ile bakıyordu. Onu kolay kolay öyle ortalarda göremezdik, çünkü hiç aksatmadan ders çalışır olurdu.

Onun hedefi, iyi bir öğrenci olmaktı.

Mustafa’nın küçüğü Mehmet Ağabey herhâlde o sıralar on yedi yaşlarındaydı. Verandalı ahşap evlerinin atölye hâline getirdiği bir odasında, hobi olarak elektrikli cihazların tamirini yapardı. İşini hiç aksatmadan severek yapmayı ve icat yeteneğini onda gördüm.

Onun hedefi, iyi bir esnaf olmaktı.

Mehmet Ağabeyden sonra gelen numara Şeref Ağabeydi. İyi bir sporcu olmaya çalışıyordu, yanlış anlaşılmasın, futbolcu değil, o atletizm sporuyla ilgileniyordu. Yıl 1967, aya ayak basıldığı yıllardı ve Denizli şehir hipodromundaki antrenmanlar için hocası çivili ayakkabı almasını istemişti, o da Oruç Amcayı sıkıştırıp duruyordu.

Onun hedefi, iyi bir sporcu olmaktı.

Ve en küçükleri benim sevgili arkadaşım Şevket.

Evlerimiz yan yana olduğundan, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. O sıralar ilkokula gidiyorduk ve aynı sınıftaydık. Şevket’in bir kedisi vardı, Adı Mestan, okul dışında hep bizimleydi. Ona o kadar düşkündü ki bu yakınlıktan ailesi telâşlanmış, yaz tatili için gelen Sultan Ablalara tâlimat verilmiş ve Mestan bir çuvala konup Alamanya yolunda bir yere bırakılmıştı, günlerce gözyaşı dökmüştük. Ama aylar sonra Mestan geri gelmişti, bir o kadar da sevinmiştik. Hayvan sevgisini onda gördüm.

Çok zengin bir pul koleksiyonu vardı, Sultan Ablanın Almanya’dan gönderdiği mektuplardaki pulların yanı sıra, PTT’nin çıkardığı kullanılmamış serî pullardan da alırdık. Bu konuyla ilgili mektup arkadaşlıkları kurup, onlarla pul değiş tokuşu yapardık. Bu sayede titiz ve disiplinli olmayı onda gördüm.

Çok sayıda saksı çiçeği vardı, hepsine kendisi bakardı, tabiat ve çiçek sevgisini onda gördüm.

Çok güzel resim yapardı ki Türkiye çapında ilkokullar arası yarışmalarda ödüller kazanmıştı. Paleti, guaş boyayı, tuvali yani sanatı onda gördüm.

Ben çocukluğumun bir dönemini bu aileyi gözlemleyerek ve onlarla yaşayarak geçirdim. Kendine hedef koymayı, bu hedefe ciddiyetle, kararlılıkla ve sadâkatle ulaşmaya çalışmayı yani idealizmi bu ailede gördüm.

Bu gözlemlerden yola çıkarak ve bıraktığı etkilere bakarak sağlıklı bir toplum için çocuğa verilmesi elzem olanın, aile idealizmi olduğu görülür.

Ecdat; çocukların, anne-babalarını modelleyip, onların davranış kalıplarını, düşünce yapılarını kopyaladığından yola çıkarak, doğru, güzel ve faydalı olan şeyleri bizzat uygulayarak göstermiş. Öğretimin sözlü anlatımdan daha etkili olduğu bu yöntemle; idealizmi, köklü aileler vasıtasıyla, mânevî ve ahlâkî değerler ile birlikte, nesilden nesile aktararak günümüze ulaştırmış.

Eğer bunu devam ettiremezsek, ailelerde zâfiyet ve dağınıklık meydana gelebilir. Bu da doğrudan devleti etkiler. Çünkü bizim kültürümüzde, devletin temelini aile oluşturur.

Sağlıcakla kalın.