Kadim Geleneğin Modern Evlâtlarına 2; TEBLİĞ, GÖNÜL KIRMAK MIDIR?

YAZAR : Halil İbrahim DELEN halilibrahimdelen@hotmail.com – firasetliihvan@gmail.com

halil_ibrahim_delen-yuzakidergisi-mayis2015

Allah Teâlâ, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e;

“Biz Sen’i âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (el-Enbiyâ, 21/107) buyuruyor. Peki, bugün Hazret-i Peygamber’den tevârüs eden rahmeti âlemlere kim ulaştıracak? Nasıl ulaştıracak? Nasıl bir yöntem takip edecek?

Yitirdiğimiz en önemli hassâsiyetlerimizden birisi, şüphesiz ki tebliğdir. İnsanları; hayra, güzelliğe, doğru yola iletmek; gönlü kırıklara âb-ı hayat olabilmek; yolda kalmışlara binek, kimsesizlere mesken, yolsuzlara yol olabilmek gibi daha nice güzel hasletleri sıralayabiliriz «tebliğ» kelimesinin altına… Kısacası insanlığa parıl parıl parıldayan bir alem/işaret olabilmek…

İnsanlara bir şeyler ulaştırıyoruz, lâkin maalesef bu güzel Peygamberî hasletimizi idrak edemiyoruz. Hele ki teknoloji çağında, tebliğin kelime anlamı olan «bir şeyi ulaştırmak» fiilini yapamamak imkânsız gibi bir şey.

O hâlde müşkül olan nedir?

Müşkül, bu görevimizi îfâ ederken takındığımız tavır… Bir gönle girmeye mi çalışıyoruz yoksa nazargâh-ı ilâhî olan mekânı târumâr etmeye mi? İnsanlara rahmet olarak gönderilen bir Peygamber’in en mukaddes görevlerinden olan tebliğ; ne ashâb-ı kiram, ne de selef-i sâlihîn tarafından kavga fırsatı olarak, gönül kırma fırsatı olarak, karışı tarafı hakir görmek ve kibirlenme fırsatı olarak değerlendirilmemiş; aksine, ihlâs, merhamet ve diğergâmlık dolu bir gönülle bütün mahlûkāta yönelmek sûretiyle, Allah rızâsını umarak insanları ebedî kurtuluşa çağırmak olarak addedilmiştir.

Tebliğde üslûp güzelliği, Hazret-i Musa’ya verilen öğütten anlaşıldığı üzere nebevî bir metottur. (Bkz. «Ona yumuşak söz söyleyin.» Tâhâ, 20/44)

“(Ey Rasûlüm) de ki: İşte benim yolum budur; ben sizi (körü körüne değil) bir basîret üzere Allâh’a davet ediyorum.” (Yûsuf, 12/108)

Daha nice âyete baktığımızda görüyoruz ki, bize tebliğde merhamet yöntemiyle hareket etmemiz telkin ediliyor.

Tebliğ -nasıl denk geldiyse- dimağımızdakileri dışarı salıvermek değildir. Tebliğ, şahsiyet inşa etme sanatıdır. Nasıl ki bir binaya gelişigüzel başlanamazsa, tebliğe de bu şekilde başlanamaz. Zira özensiz ve yarım yamalak yapılan bu vecîbe; temeli çürük ev misali çökmeye mahkûmdur. Tebliğ faaliyetinde başarıya ulaşabilmek için; plânlı, programlı bir şekilde hareket edilmesi gerekmektedir. Şayet üslûp hatalı ve uzaklaştırıcı ise; sadece dâvânın büyüklüğü, başarıya ulaşmak için kâfî gelmeyebilir. Bu bakımdan davette üslûp, davetin bir parçası sayılmaktadır. Cenâb-ı Hak, davet faaliyetinin güzel bir usûl ile yürütülmesini emrettiği bir âyet-i kerîmede şöyle buyurur:

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphe yok ki yolundan sapanları en iyi bilen Rabbindir; hidâyete erenleri de en iyi bilen yine O’dur.” (en-Nahl, 16/125)

Bu âyette söz konusu olan «hikmet» ve «güzel öğüt», tebliğ vazifesini yerine getiren insanlar için çok mühimdir. Hikmet, kişinin tebliğ sırasında dikkatli ve basîretli olması; bunu körü körüne yapmaması, doğru söz söyleyip yalandan ve başkalarını yanlışa sürüklemekten sakınması, isabetli karar vermesi ve anlattığı şeylerin kolayca kabul edilmesini sağlayacak deliller serdetmesidir.

Güzel öğüte gelince; tebliğci, tatlı dille konuşmalı, kırıcı olmaktan ve sert tavır takınmaktan uzak durmamız gerekmektedir.

Bu mevzuyla alâkalı âyet-i kerîmelerde şöyle buyurulmuştur:

“İçlerinden zulmedenler hariç ehl-i kitapla, ancak en güzel bir yolla mücadele edin ve; «Bize indirilene de size indirilene de îmân ettik. Bizim ilâhımız da sizin ilâhınız da birdir ve biz ancak O’na teslim olan kimseleriz.» deyin.” (el-Ankebût, 29/46)

“(Ey Rasûlüm) de ki: İşte benim yolum budur; ben sizi (körü körüne değil) bir basîret üzere Allâh’a davet ediyorum. Ben de bana tâbî olanlar da (işte böyleyiz). Allâh’ı noksanlıklardan tenzih ederim. Ben müşriklerden değilim.” (Yûsuf, 12/108)

Basîret, hak ile bâtılı birbirinden ayırt eden bir haslettir. Bu âyet-i kerîmeden anlaşıldığına göre Hakk’a davet ve irşad vazifesinde bulunanlar; dâima basîretle, apaçık hüccetlerle hareket etmeli; cehâletten, muhakemesizlikten ve zor kullanmaktan kesinlikle kaçınmalıdır. Basîretli bir şekilde davet ve irşatta bulunmak, Efendimiz -aleyhisselâm-’a tâbî olmanın hususî bir şiârıdır.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatına baktığımızda da görüyoruz ki; katı, donuk ve bıktırıcı tek bir metoda sürekli olarak bağlı kalmış değildir. Bu sebeple günümüzde davet faaliyetinde bulunurken, Allah Rasûlü’nün uyguladığı tüm davet metotlarının teferruatı ile bilinmesi ve titizlikle tatbik edilmesi zarurîdir.