İRFAN ve İHSAN

YAZAR : Ayla AĞABEGÜM aylaagabegum@hotmail.com

a_agabegum-SAYI121

Küçükçekmece Belediyesi Ahmet KABAKLI Hoca’yı anma programı düzenledi. Salon; üniversiteli ve liseli gençlerle dolu, hepsi dikkatle dinliyor. Belediyelerin yaptığı kültür programlarına gençlerin gelmemesi beni üzmüştür. Kültür müdürlükleri biraz gayret edip lise ve üniversite gençlerinin programlara gelmesini sağlasa, programda konuşmacı olanların heyecanı artacaktır. Kabaklı Hoca’nın, «İrfan ve İhsan» kitabından bazı bölümler okuyarak konuşmama devam ederken gençler dikkatle dinliyordu, 1978 yılında yapılan bir röportajdan okuduğum bir bölümü okuyucularla da paylaşmak isterim:

“Bugün Türkiye’mizin içinde bulunduğu bunalımlar karşısında, sanat adamına düşen görev nedir? Elbette birleştiriciliktir. Mümkün olan ölçülerde müsbet yazabilmek, Türk kültürünü yeni nesillere tanıtabilmektir. Türk kültürünün bu memleketi kurtaracağına, aramızdaki anlaşmazlıkları gidereceğine inanıyorum. Bütün meselemiz; sanattan, dolayısıyla kültürden kopmuş olmaktır. Kültür bir milletin mânevî anlaşma vasıtasıdır. Zevklerde, ifadelerde, dilde, heyecanda ortaklık, milletin fertleri arasında birliği sağlar.”

Yıllar öncesinden bugüne seslenen hocamıza hak vermemek elde değil. Toplumun hatır için, şöhret ve para kazanmak için, taviz vermeyen sanatkârlara ve gazetecilere ihtiyacı var.

“Medenî dünyada namus; kalemde, sözde, tavırda aranıyor. İslâm’da da elbette böyledir. Türkiye’mizde ne yazık ki; kalem namusu, söz namusu, düşünce namusu önem kazanmadığı için memleketimiz böyle çirkinlikler ve zavallılıklara dûçâr oluyor. İyi bir yazar ve kalem sahibi her şeyden evvel güvenilir olmalıdır.”

Taviz vermeyen kalemlere, sanatkârlara ihtiyacımız olduğuna inanıyorsak, biz okuyucuların, dinleyicilerin de dikkatli olması, uyanık olması, sorgulayan bir okuyucu olması gerekiyor. Yıllarca okuduğumuz yazarların satır aralarına dikkat etmediğimiz için; alkışlıyoruz, beğeniyoruz, sonra bir rüzgâr esiyor birdenbire uyanıyoruz. Suçlu kim yazar mı okuyucu mu? Cevabı Kabaklı Hoca’dan alalım:

“Canlı bir kültür ortamının oluşabilmesi için; daima okuyucunun da uyanık, anlayışlı, kültürlü, seviyeli ve teşvik edici olması lâzımdır. Zaten yazarlara da daima okuyucular şekil vermişlerdir. Onun çok zaman memlekete daha faydalı olmasını, okuyucular teşvikleri ve uyarılarıyla sağlamışlardır.”

Dikkatli okuyucuyu iyi yetişmiş öğretmenler ve aileler yetiştirebilir. Aileler dikkatli olursa, öğretmenler dikkatli olursa, öğrenciler de dikkatli olacaktır.

Cemil MERİÇ okuma konusunda bizi uyarıyor:

“Okuduğunu tahlil etmeyen, daha önce okuduklarıyla karşılaştırmayan, her an kendi kafasını kullanmayan; zekâsını mahveder. Okumak; sayfanın bütününü, cümleleri, kelimeleri anlamaktır. Dikkat gevşeyince gölge düşünceler kalır kafada. Çabuk okuyan dikkatini teksif edemez.” (Bu Ülke)

Yûnus Emre bizi asırlar öncesinden uyarıyor:

İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir.
Sen kendini bilmezsin,
Ya nice okumaktır.

Okumaktan mânâ ne,
Kişi Hakk’ı bilmektir.
Çün okudun bilmezsin,
Ha bir kuru emektir.

Şu ana kadar yazdıklarımın doğruluğunu iki yıldır okullarda yaptığımız toplantılarda görebiliyorum. Bu yıl Ümraniye Belediyesi, millî eğitim projesi olan okur-yazar buluşmalarına yardımcı olmak için; benim Yüzakı Dergimizdeki yazılarımdan seçilerek oluşturulan; «Mısralarla Konuşsak» kitabını alarak, öğrencilerine dağıtıyor, ben de öğrencilerle sohbet ediyorum.

Dolaştığım okullarda, birinci dönem sonuna kadar müdürler atanmamış. Okullardaki düzensizlikler, öğretmenlere de yansımıştı. Konferans salonu olmayan okullarda, sohbeti sınıflarda yapıyorduk. Unutamadığım bir hâtıra:

Önde üç genç hanım ayak ayak üstüne atmış oturuyor, ellerinde benim kitabım, baş muavin de önde oturuyor. Sınıfı susturarak sohbete devam zor. Konuyu bırakarak, İmam-Hatip liseli olmanın sorumluluğunu anlatarak sessizliği sağlayabildim. Sohbet bitince, baş muavine;

“Önde oturan genç hanımlar, veliler miydi?” diye sordum. Meğer öğretmen hanımlarmış.

Oturma, giyinme, konuşma âdâbını nasıl öğreneceğiz?

Tanıştığım il ve ilçe millî eğitim müdürlerine;

“Öğrencileri bırakalım, öğretmenlere okur-yazar buluşması yapalım.” dedim. Teklifimi ilgi çekici bulsalar da uygulama konusunda harekete geçmediler.

Son gittiğimiz okul, Ümraniye’de Çakmak Orta Öğretim Okulu’ydu. Öğrenciler sınıfa alınmıştı. Türkçe öğretmeni Pınar Hanım, sohbetin sonuna kadar ayakta. Öğrenciler dikkatle dinliyor, sorularıma cevap veriyordu. İlgi çekici sorular sordular. Öğretmene teşekkür ettim. Öğrenciler anlama konusunda, liseli abla ve ağabeylerinden daha başarılıydılar. İşi ehline vermek, işinin ehli insanlar yetiştirmek mecburiyetindeyiz.

İşini severek yapan müdür Gasım Bey, okulun konferans salonu olmamasından dolayı üzüntü içindeydi. Sanat çalışmalarının yapılabilmesi için konferans salonu olmayan okullarda, ben de öğretmenlik yaptım. Okullarda dersler kadar sanat çalışmaları da önemlidir. Şiddetin önlenmesi, ruhların eğitimiyle olacaktır. Benim öğrencilerle, büyüklerle yıllardır yaptığım «aynı kitabı okumak ve tartışmak» programını; Pınar Öğretmen, öğretmen arkadaşlarıyla başlatmış. Her ay aynı kitabı okuyarak tartışacaklar. Pınar öğretmenlerin sayısının artması için gayret edelim.