Başarı-Zafer-Çanakkale ve CEPHE GERİSİ
YAZAR : Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com
Şu koca kâinât içerisinde; her varlık, tabiatı icabı bir cehd ve gayret içindedir. Hiçbiri de neticesiz gayretler değildir. Toprağa atılan tohum kendi tabiî seyri içinde büyür, serpilir ve ürün verir. Fidan büyüyüp ağaç olur. Sonrasında ağaç güzel meyveler verir. Meyve ağacın en nihâî ürünüdür ve onun başarısıdır. Âdeta meyve ağacın zaferidir. İpek, böceğin zaferidir. Bal, arının zaferidir. Eşya, tabiatı gereği irade dışı bile olsa zafere sevdalıdır.
Eşya böyle de ya insan?
İnsan da doğduğu andan itibaren bir gayret sürecindedir. Yeni doğan bir bebek ağlamayla isteğine kavuşur. Yine emekleme çabalamasının sonucunda yürüyerek başarı zevkini tadar. Okuma gayretlerinin sonucunda hak edilen diplomalarda, edinilen mesleklerde başarı ve zaferin imzaları vardır. Ebeveynlerin küçük yaştan itibaren büyük titizlik ve hassâsiyetle terbiye ettikleri evlâtlarının güzel ahlak sahibi fertler olarak topluma katılmaları da ayrı bir başarı ve zaferin sonucudur.
Üzerinde «vatan» diye yaşadığımız topraklarda ecdâdın nice zafer izleri mevcuttur. Osmanlı’dan kalan son yâdigar şu «TÜRKİYE» dediğimiz; varımızı, yoğumuzu, canımızı seve seve fedâ edebileceğimiz ülkemizin her bir parça toprağında nice şehidlerin, gazilerin, yiğit kahramanların emekleri, cehdleri, ahları, gözyaşları, kanları vardır. Kolay mı kazanılır zafer? Kolay mı gelir başarı? Eşyadaki başarı ve zafer, irade dışı olurken, insanınki öyle değildir. İnsan bu yönüyle diğer varlıklardan farklıdır. İnsan için zafer kavramı, büyük gayret neticesi ve çabaların doruk noktasıdır. Emeğin, cehdin, fedâkârlığın hattâ çile ve sancının adıdır zafer ve başarı. İnsanlar zafere kendi akıl ve iradeleriyle ulaşırlar.
Tüm ülkeler zaferleriyle tarih yazdırmışlardır. Şanlı ecdat, şanlı tarihimiz derken herkesin göğsü kabarır. Ama bunlar kolay gerçekleştirilen şeyler değildir. Hedeflenenlere ulaşmak için yerine getirilmesi gereken kaideler vardır. Memleketlerin kültür ve medeniyetleri bu ulvî kaidelerle gelişmiş ve zirve noktalara ulaşmıştır. Böylesi verimli zeminlerde ne yaman yiğitler, ne fatihler ve nice kahramanlar yetişmiştir. O devirlerde fetihler fetihleri kovalamıştır. Bu; ruhtur, ma‘şerî vicdandır. Îmandır, sevdadır. Böylesi aşk ve sevdanın diri olduğu verimli alanlarda zafer ve başarı haktır. Fakat milletin içindeki bu aşk ateşini söndürüp yerine güdük sevdalar yerleştirirseniz, işte o zaman milletler amansız hastalıklara yakalanırlar. Ülke kendi içinde mevcut bu «migren»le kendi bünyesi içinde eriyerek tükenir. Eski yiğitler, bahadırlar, fatihler yerini «sahte kahraman»lara bırakınca o ülkede tehlike çanları çalıyor demektir. Bu bir «alârm» işaretidir. Tedbir almak gerekir. Tedbirsizlik hayra alâmet değildir.
Oysa benim memleketimin insanı her bir karış toprağı, nice zafer türküleriyle kazanmıştır. Her bir toprak karesinde ne ahlar, ne canhıraş gayretler vardır. Her bir şehrimizin kökeninde gazilik, kahramanlık ve şanlılık mevcuttur. Gaziantep, Kahramanmaraş, Şanlıurfa gibi. Benim insanım bununla tanınır. Ülkemin insanı önemli zaferlerin mimarı ve kahramanı olmuştur. Çağ kapatıp yeni bir çağ açmıştır. Dünya tarihini yönlendirecek fetihler gerçekleştirmiştir.
Fetih benim insanımın yoğrulmuş mayasıdır. Bu fetih, önce içte başlamış sonra dış fetih gerçekleşmiştir. Zaten iç fetih olmadan dış fetih gerçekleşemez. Milletimin mâzîsi tertemizdir, şerefli bir geçmişimiz vardır. İnsanlar bu geçmişleriyle hayâtiyetlerini devam ettirmiş ve canlılığını korumuştur. Aksi hüsrandır, esârettir, bölünmektir, zillettir. Geçmişte her türlü sıkıntıya, yokluğa rağmen en kritik dönemlerde zafer ve başarıya ulaştıran îman dinamizmine tez elden yeniden kavuşmalıdır. Bugün şanlı milletimizin aynı prensiplerle hareket ederek kendisine yakışır bir seviyeyi en kısa zamanda yakalayacağını ümit ediyor, mazlum İslâm coğrafyasının yüzünü yeniden güldürmesini arzu ediyoruz.
18 Mart Çanakkale Zaferi’nin çokça konuşulduğu, tanıtımlarının yapıldığı, yıldönümlerinin kutlandığı şu günlerde; her sene böylesi hayret uyandıran bir savaşın tekrar tekrar insanımıza anlatılması gerektiğini düşünüyoruz. Bilindiği gibi Çanakkale’de dünyanın en büyük zaferi kazanıldı. Her türlü maddî donanım imkânına sahip düşman karşısında; bizim askerimiz, neredeyse yokluk ve sefalet sınırındaydı. Karşı tarafta; top, tüfek, donanma, mühimmat adına her ne ararsan vardı. Benim Mehmed’im de ise; aşkın bir îman, sarsılmaz bir irade, sonsuz bir sabır ve metânet… Çelik yürekliydi Mehmetçik, bu çelik gibi yüreğin yanında engin merhameti, rahmete sebep oluyordu. Mehmed’imin düşman askerlerine gösterdiği insanlık muamelesi, yıllardır dillere destan olmuştur. Tabiri câizse; Mehmed’im kendi yememiş düşman askerine yedirmiş, giymeyip giydirmiştir. Sırtından gömleğini çıkarıp düşman askerinin yaralarını sarmıştır. Bugün müslümanlarla savaşanlar, onlara en ağır savaş işkencelerini yapanlar, tüm insanlığın gözü önünde nice vahşetleri işleyenler Çanakkale’de Mehmetçiğimin sergilediği parmak ısırtan tablolardan insanlık dersi almalıdırlar.
Ancak Çanakkale deyince hep akla Mehmetçik geliyor. Çünkü onun kahramanlığı, yiğitliği, cesareti, îmânı dillere destan idi. Peki, ya cephe gerisi? Cephe gerisinde onları maddeten ve mânen güçlendiren aynı kahramanlık ölçüleriyle anılmaya değer bir hanım kadrosu vardır. Çanakkale bahis konusu olunca o sessiz kahramanlar unutulmamalıdır. Niye onlardan hiç bahsedilmez? Çanakkale zaferinde ve başarısında onlar da konuşulmalı kanaatindeyiz.
Hattâ; «Dünya Kadınlar Günü»nde asıl Çanakkale’de hizmet veren fedâkâr ve cefâkâr kadınlarımız konuşulmalı, anlatılmalı ve insanımıza bilhassa da kadınlarımıza tanıtılmalıdır. Herkes hislerinin ve isteklerinin peşinde koşarak, böylesi özel günleri kendi emellerine yönelik kullanıyor. Oysa bu tür günler genele ait olmalı değil mi?..
İşte geçmiş… Dün Uhud Savaşı’nda iki cihan Peygamberi’nin önünde siper olan muhteşem bir isimdir Nesibe Hatun. O Peygamberi’nin kılına zarar gelmesin diye bedenini siper eden bir yiğit kadındır. Yine yakın tarihten Nesibeler kopyası örnek şahsiyetler vardır. TBMM tarafından kendisine onbaşı rütbesi verilen «Nezahat Onbaşı», Çanakkale’den sonra cephe cephe bütün Türkiye’yi dolaşan «Hatice Hanım», Kosova’dan gelerek Çanakkale Muharebesi’ne katılan «Zeynep Mido Çavuş» ve Çanakkale’den İstanbul’a yaralıları taşımak için hastahâneye dönüştürülen Reşit Paşa Vapuru’nun başhemşiresi «Safiye Hüseyin Elbi Hanım»… Ve daha niceleri!..
Hattâ son olarak bahsettiğimiz hemşire hanım, Avrupa’da eğitim almış ilk hemşirelerdendi. Aldığı eğitimi Mehmetçiğin yaralarını sararak hayra kullanmıştır.
Burada Doktor Ragıp Bey’in Alman asıllı eşi hemşire «Erica»nın da hizmet ve çalışmalarını unutmamak gerekir. Hemşire Erica muharebenin en kızgın anlarında köylü kadınlarıyla müthiş bir beraberlik tesis ederek orduya destek olucu çok önemli çalışmalar yapmıştır. Şöyle ki; orduya gereken kıyafet, yorgan, yastık, çadır gibi o zaman askerimize lâzım olan pek çok şeyi, köylüden temin ettikleri dikiş makineleriyle dikerek cephe gerisinden Mehmetçiğe destek olmuşlardır. Aynı zamanda, hastahâne ve hasta bakımında da gayretli hizmetleri olan bu kahraman hanımefendi; yaralı askerlerimizi tedavi ettiği sırada düşmanın top mermisiyle hayatını kaybetmiştir. Şimdi bu fedâkâr vatan kadınlarını, Çanakkale anılınca, kadınlar adına anmak gerekmez mi?..
Hattâ öyle ki; o zamanın Hilâl-i Ahmer Hanımlar Merkezi’nin (Kızılay’ın) teşvik ve ilânları ile cephe gerisinde hizmet veren kadınlarımız olduğu gibi; bizzat sıcak savaşın içinde olup kimilerinin omuz omuza düşmanla savaştığını, kimilerinin de sağlık hizmetleri verdiğini tarihten öğreniyoruz. (Geniş bilgi için Zümrüt SÖNMEZ’in «Savaşın Kadınları» isimli eserine müracaat edilebilir.)
O dönemlerde kadınlar pek ön plânda olmadığından bu kahraman kadınlarımız bahis konusu olmamıştır. Bugün her yerde kadın ön plânda olduğundan, biz de diyoruz ki; madem kadından sık sık bahsediliyor, bilhassa da şu Mart ayı içindeki kadınlar gününde o hâlde Çanakkale Savaşı’nın kahraman kadınları da konuşulsun, onları da tarih bilsin. Çanakkale deyince nasıl; Elazığlı Hasan Onbaşı, Ezineli Yahya Çavuş, Seyid Onbaşı, kolsuz kahraman Hasan Dursun BAYRAK, bombacı Mehmed Çavuş, Harputlu Ömer Çavuş, saka eri Hüseyin ve daha niceleri biliniyorsa… kadın kahramanlar da bilinmeli.
Savaşlarda tekdüzelik olmaz. Kadın toplumun temelidir. Hayatta, barışta, savaşta onsuz olmaz. Savaş ve barışta etkili rol oynayan kadınlarımız unutulmamalı. Kadın aziz görülmeli ve toplumda aziz kılınmalıdır vesselâm.