«ZEM! ZEM!»

YAZAR : Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com

Allah Teâlâ, muhteşem bir sistem kurmuş; hayatî önem taşıyan suyun, yer ve gök arasında devir yapmasını sağlamıştır.

Yeryüzünde bulunan su, sıcak havanın etkisi ile buharlaşır, bulutlara ulaşır, bulutlara ulaşan su ise arınmış ve tazelenmiş olarak tekrar yeryüzüne dökülür. Bu gerçek, âyet-i kerîmede şu şekilde bildirilmiştir:

“Taneler, bitkiler, sarmaş dolaş bahçeler çıkaralım diye yağmur yüklü yoğun bulutlardan şarıl şarıl yağmur yağdırdık.” (en-Nebe, 14-15-16)

Gerçekten;

«O pis suların, lâğım sularının, nasıl buharlaşıp göğe yükseldiğinin, nasıl ilâhî bir filtreden geçip temizlenerek tekrar yeryüzüne döndüğünün tefekkür edilmesi» gerekmektedir.

Yine bir âyet-i kerîmede bununla ilgili olarak;

“Şimdi siz, içmekte olduğunuz suyu gördünüz mü? Onu sizler mi buluttan indiriyorsunuz, yoksa indiren Biz miyiz? Eğer dilemiş olsaydık onu acı kılardık; şükretmeniz gerekmez mi?” (el-Vâkıa, 68-69-70) buyurulmaktadır.

Dünya üzerinde dolaşımda olan bu sudan başka su yoktur, milyonlarca yıldır kullanılan su aynı sudur. Bu su; ne yerin altına doğru kaçmakta, ne de atmosferin dışına sızmakta. Daima sistemin içinde deverân etmekte. Bunu sağlayan güç nedir? Cenâb-ı Hak buyurur:

“Gökten uygun bir ölçüde yağmur indirip onu arzda durdurduk. Bizim onu gidermeye de elbet gücümüz yeter.” (el-Mü’minûn, 18)

Dolayısıyla bu kadar zorluklarla ve ihtimamla evlerimizin musluklarına kadar gelen suyun çok iyi muhafaza edilmesi, israf edilmemesi gerekmez mi?

İslâm tarihine baktığımızda, su israfını önlemeyle ilgili ilk örneğe Hazret-i İbrahim -aleyhisselâm-’ın zevcesi, İsmail -aleyhisselâm-’ın annesi olan Hazret-i Hacer’de rastlarız. Hazret-i Hacer su aramak üzere Safâ ve Merve tepeleri arasında gidip gelirken, ânîden Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde, Cebrâil -aleyhisselâm- görünür. Cebrâil -aleyhisselâm- toprağı kazıp suyu ortaya çıkarır. Hazret-i Hacer oğlu Hazret-i İsmail’in ayaklarının dibinde akmaya başlayan suyu görünce, akıp gidip ziyan olacak kaygısıyla;

“Dur, dur!” mânâsında; “Zem, zem!” diyerek fışkıran bu suyun israf olmaması için etrafını çevirip, havuz hâline getirir.

Hazret-i Hacer; bunun kıyâmete kadar zuhuru devam edecek ilâhî bir ikram olduğunu başta anlamamış, akıp gidecek diye korkmuştu. Böylece bize bu tedbir anlayışı, bu mübârek suyun adında bir hâtıra, bir hatırlatma olarak kaldı.

Peygamberimiz Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise; Hazret-i Hacer’in acele etmeyip, bu ikramın ilâhî mahiyetini anlamış olsaydı, neticenin bir kuyu değil, bir nehir bile olabileceğini beyan buyurur:

“Allah İsmail’in annesine rahmet eylesin; eğer suyun önünü kapatmasaydı Zemzem şarıl şarıl akıp giden bir ırmak olurdu.” (Buhârî, Şirb,10; Enbiyâ, 9)

Hakikaten Zemzem bugün bir yer altı pınarı şeklinde hizmet vermekte, her gün Mescid-i Haram’daki yüz binlere ikram edildiği gibi, dünyanın dört bir yanına da hacılar ve umreciler eliyle dağıtılmaktadır.

Günümüze gelindiğinde ise, çevre kirliliğinin ve tabiî dengenin bozulmasının ana sebeplerinden birisi hiç şüphesiz israftır. İsraf; yaşadığımız evlerde, üretim ve tüketimde, sanayi ve teknolojide, insanın olduğu her yerde yapılmaktadır. Bugün insanlık âdeta israf için yarışmaktadır. Neticede tabiî denge bozulmakta, hava ve sular kirlenmektedir.

Hâlbuki sağlıklı bir çevre için, insanlığın ihtiyaçlarla orantılı bir üretim ve tüketim içinde olması, her türlü israftan kaçınması gerekir.

Zaten Kur’ân-ı Kerim’de de bununla ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır:

“Yiyin, için fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri asla sevmez!” (el-A‘râf, 31)

“İsrafı yasaklayan, her şeyde ölçülü olmayı emreden, ihtiyaç fazlasını infak ettirerek bencilliği ortadan kaldıran, insana, hayvanlara, bitkilere ve bütün kâinat düzenine saygıyı öğreten İslâmî anlayış; bugünkü çöküntülere karşı en güçlü çıkış yöntemi olarak görülmelidir.”

Allah Teâlâ; Zemzem suyunu, akıp gitmesinden korktuğu için; «Zem! Zem!» diyerek etrafını çevirerek koruyup kollamaya çalışan Hazret-i Hacer Anamız gibi, sularımızı koruyup kollamayı, israf etmemeyi nasip eylesin.

Âmîn.