Şânlı Mazimizden Seçme Nükteler
TEVEKKÜL ARTINCA

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Ahmed bin Hanbel, 781 senesinde Bağdat’ta doğdu. Babası o küçükken vefat edince yetişmesi ile annesi ilgilendi. Eğitim yaşına geldiğinde, zamanın en önemli ilim merkezlerinden biri olan Bağdat’a gitti. Hâfız olduktan sonra, İslâmî ilimleri devrin hocalarından tahsil etti.

Ciddiyeti, takvâsı, sabrı, metânet ve tahammülü ile akranları arasında hep kendini belli etti. Basra, Kûfe, Mekke-i Mükerreme, Medîne-i Münevvere, Şam ve el-Cezîre’ye giderek hadis ilmini öğrendi. Hadis râvîlerinden bizzat hadîs-i şerifler alarak bunları not etti.

İmam Şâfiî Hazretleri’nden de ilim meşk eden Ahmed bin Hanbel’in, notlarının çokluğunu ve bunları sırtında taşıdığını görerek ne zamana kadar böyle devam edeceğini soran birisine;

“Hokka ve kalem ile mezara kadar…” diye verdiği cevap, ilme olan aşk ve iştiyâkının bir göstergesidir.

Hanbelî mezhebinin kurucusu İmam Ahmed bin Hanbel Hazretleri, 855’te Bağdat’ta Hakk’a yürüdü. Türbesi hicrî yedinci asırda Dicle Nehri’nin taşmasıyla kayboldu.

***

Ahmed bin Hanbel vefat ederken eliyle işaret edip;

“–Hayır olmaz!” dedi. Oğlu;

“–Babacığım bu ne hâldir?” diye sorunca;

“–Şu an tehlike zamanıdır, duâ ediniz. Şeytan felâket toprağını başıma saçmak istiyor; «Ey Ahmed! Benim elimde can ver.» diyor. Ben de; «Hayır olmaz!» diyorum. Bir nefes kalıncaya kadar tehlike vardır. Şeytanın aldatmasından emin olmak yoktur.” buyurdu.

AVA NE GEREK VAR!

Asıl adı Hasan Tahsin olan Hoca Tahsin Efendi, 7 Nisan 1811 tarihinde Yanya’da doğdu. İlk dînî ve edebî eğitimini müftü olan babasından aldı. Daha ileri seviyede medrese eğitimi görmek için İstanbul’a gitti. Hoca Mustafa Efendi’nin derslerini takip ederek ondan icâzet aldı. Ardından 1857’de Paris’e gönderildi.

Hoca Tahsin Efendi; 1861’de Paris’ten döndükten sonra 1862 Eylül’ü başında bu defa, Abdülhak Hâmid Bey ile birlikte tekrar Paris’e gitti. Paris’te sefâret imamlığı yaptı.

Yurda dönünce henüz kuruluş aşamasında olan Dârulfünûn’un başına tayin oldu. Vazifesi müddetince fennî ilimleri halka tanıtmaya çalıştı. Psikoloji, eğitim ve astronomi alanlarında birçok eser telif etti. Hasımları tarafından din düşmanlığıyla suçlandı.

3 Temmuz 1881’de Erenköy’de vefat eden Hoca Tahsin Efendi’nin kabri, Sahrâyıcedîd Mezarlığı’ndadır.

***

Talebesi Şemseddin Sâmî anlatır:

“Hoca Tahsin öyle şefkatli ve merhametli bir insandı ki, bir karıncanın bile incitilmesini istemezdi. Son hastalığı sırasında hava değişikliği için Tirana’ya gitmeyi ve bir süre eğlenmeyi düşünüyordu.

«–Ava merakınız varsa hem eğlenirsiniz hem de vücudunuzu hareket ettirerek istifade edersiniz.» dedim. Şöyle cevap verdi:

«–Hayvanlara acırım, vuramam. Lâkin oranın dağlarında ilm-i arza (jeolojiye) dair insanın bilgisini arttıracak pek çok eser vardır. Bunların araştırılması avlanmak suretiyle elde edilecek sağlığı kazandırır, hem ilme ve fenne bir hizmet olmuş olur, hem de bizim gibi can taşıyan birtakım zavallı hayvanların hakkı ve hürriyeti korunmuş olur.»” (Dursun Gürlek, Ayaklı Kütüphaneler, s. 64-65)

DÖRT EKSİK

Sultan III. Ahmed Han, 30 Aralık 1673’te Pazarcık’ta doğdu. İyi bir tahsil ve terbiye alan Şehzade Ahmed, ağabeyinin ardından tahta geçti. Hattat, şair aynı zamanda mûsıkîşinas idi.

Padişahlığı müddetince Avusturya, Venedik ve Rusya’ya sefer tertiplense de; Damat İbrahim Paşa’nın sadrazam olmasıyla on iki yıl takip edilecek sulh siyaseti başlamış oldu. 1718-1730 arasındaki bu devreye Lâle Devri denir. Damat İbrahim Paşa’nın açtığı zevk ve sefahat devrinden memnun olmayan, bu yapılanları israf olarak gören ahâlî; Patrona Halil reisliğinde ayaklandı. Dönemin ünlü şairlerinden Nedim, bu isyan sırasında isyancılardan kaçmak için damdan dama atlarken düşerek öldü. İsyancıların Sultan’ın tahtan inmesini istemesi üzerine tahttan çekilen Sultan III. Ahmed, yerini Sultan I. Mahmud’a bıraktı. III. Ahmed Han, 1 Temmuz 1736 tarihinde vefat etti. Kabri, Yeni Cami Turhan Vâlide Sultan türbesindedir.

***

Sanatkâr padişah, Ayasofya karşısında kendi ismini taşıyan çeşmeye bizzat tarih düşürmek istiyordu:

«Besmeleyle iç suyu Hân Ahmed’e eyle duâ.»

mısraını söylemişti. Fakat bu 4 eksik idi. Devrin şairlerinden Seyyid Vehbî, başına ebcedle 4 değerinde, bir «Aç» kelimesi ekleyerek tarihi tamamladı:

Târîhi Sultan Ahmed’in cârî zebân-ı lûleden:
«Aç besmeleyle iç suyu Hân Ahmed’e eyle duâ.»

HARÂMÎLER!

Abdullah Mâhir İZ Hoca, 28 Ocak 1895 tarihinde İstanbul’da doğdu. Baba tarafından Seyyid olan Mâhir İZ, annesi tarafından ilmiye sınıfına mensup bir ailenin evlâdıdır. Mâhir İZ Hoca; Midilli, Balıkesir, Isparta, Medine ve Ankara’da, ilk ve orta tahsilini yaparak Ankara Sultânîsi’nden mezun oldu. 1916’da aynı okulun ilk kısmında Türkçe öğretmenliği ile muallimlik hayatına başladı. Tarih ve Türkçe dersleri okuttu, çeşitli okullarda müdürlük vazifesi yaptı. Yeni açılan İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nde Edebiyat, Tasavvuf Tarihi, Hitâbet ve İrşad derslerinin hocalıklarına tayin edildi. Elli yıl süren hocalık hayatında Mehmed Âkif, Celaleddin ÖKTEN gibi devrin ileri gelen din, siyaset ve edebiyat şahsiyetleri ile yakın münasebetlerde bulundu. Birçok vakfın kuruculuğunu yapan Mahir İZ Hoca, 9 Temmuz 1974’te vefat etti. Kabri, Erenköy Sahrâyıcedîd Kabristanı’ndadır.

***

Bir derste Mahir Bey yoklama yaptıktan on dakika sonra iki talebe geldi. Onlara;

“Geldiniz mi harâmîler?” dedi. Devamla;

“Ders müddetimiz kırk dakika. Devlet bize dakika üzerinden maaş veriyor. Yoklamaya ne lüzum vardı. Siz geç geldiğiniz için saati yoklamayla doldurdum. Bu talebenin on dakikalık hakkını yediniz. Dağ başında yol kesen harâmî ile sizin ne farkınız var” demişti.

“Milletin on dakika hakkını yediniz, benim on dakika hakkımı yediniz!” diye geç gelen talebeleri ihtar etti.

***

Din psikolojisi dersinde ibâdet içinde duyulan vecd hâlini anlatıyordu. Kendini vererek ve her şeyi unutarak ibâdet etmenin değerinden bahsediyordu. Öğrencilerden biri dayanamayıp;

“–Ama Hocam sizin dediğiniz gibi kendinden geçercesine namaz kılarsak rekâtların sayısını şaşırırız.” dedi. Hoca;

“–Keşke öyle kılabilsen de rekâtları şaşırsan…” diye cevap verdi.

Hoca; her konuda ruhsuz, duygusuz, kaba ve gösterişçi hareketlere kızardı. Gösteriş, riyâ ve dalkavukluk olarak yapılan davranışlardan iğrenirdi. Şu sözü sık sık tekrarlardı:

“Benim din adamlarına kızmama bakmayın. Hayatta sevdiğim üç kişi varsa üçü de din adamıdır.”