ÎSÂR
Mâneviyat mevsiminin en yoğun olarak yaşandığı günlerdeyiz. Bereketli yağmurlar gibi, ecirler, sevaplar yağmakta. Herkes hayır vesilelerine sarılıp bu bereketten daha fazla istifade etmeye çalışmalı.
İkramda bulunmak da hayır vesilelerinden biri…
Hele Ramazân-ı şerifte oruçlu muhtaçlara ikramda bulunmak… Onlarla iftar sofralarında buluşmak…
Bu güzel haslet; memleketimizde vakıflar ve derneklerle, çeşitli hayır müesseselerimizle, hayırseverlerimiz kanalıyla gayet güzel bir şekilde icra edilmekte.
Cömert milletimiz bu güzel duyguyu dînimiz İslâm’ın güzel ahlâk esaslarından almıştır. Cenâb-ı Hak ikram sahiplerini Kur’ân-ı Kerîm’inde övmüş ve şöyle buyurmuştur:
“(İyiler, Allâh’ın has kulları) yoksula, yetime, esire -seve seve- yemek yedirirler.” (el-İnsân, 8)
«Seve seve» ve «kendi canları çekmesine rağmen»
Yani bu ikramın içinde îsâr duygusu vardır. Fedâkârlık vardır. Hazret-i Ali Efendimiz ve Hazret-i Fâtıma Annemiz’in oruç oldukları ve başka hiçbir şeye sahip olmadıkları hâlde; üç gün üst üste iftarlıklarını, kapıya gelen yoksul, yetim ve esire işte bu duygularla ikram etmişlerdir.
Yine ashabdan, Rasûlullâh’ın misafirini doyurmak için, kendileri ve çocukları aç kalan sahâbîler vardı.
Onlar bu fedâkârlıkları yapıyorlardı. Çünkü onlar Peygamber Efendimiz’in şöyle söylediğini işitmişlerdi:
“(Muhteşem güzellikteki hususî cennet köşkleri) yumuşak ve tatlı konuşan, yemek yediren, oruca devam eden, insanlar uykuda iken namaz kılanlar içindir.” (Tirmizî, Cennet, 3, IV/673)
Mü’minler olarak bu ve benzeri hadîs-i şerifleri; sahâbe-i kiram gayet güzel anlamış, anlamakla kalmayıp yaşayıp bizlere örnek olmuşlardır. Sahâbeyi takip edenler de bu hâli saâdet vesilesi bilerek uygulamaya koymuşlardır.
Bu hâl; toplumda huzurun, barışın, birlik ve beraberliğin, sevgi ve saygının gelişmesine vesile olacağı için de çok muhterem ve mûteberdir.
Bu noktadan hareketle, müslümanlar; devamlı ikram ehli olmalı, diğergâm ve âlicenap olmalıdırlar. İhtiyaç sahibi olanları, kendilerine zimmetli bilmelidirler. Kendilerine verilen nimetlerden başkalarını istifade ettirerek, insanlık derecelerini yükseltmelidirler. Münasip zamanlarda ve özellikle de Ramazan ayında bu gayret artarak devam etmelidir. Ama bütün bu gayretlerde gaye, Allâh’ın rızâsı olmalıdır. Yapılanların mukabilinde, o ihtiyaç sahibi kimselerden bir mükâfat ve bir takdir beklemezler. İnsanlardan iltifat ve övgü de beklemezler. Nitekim İnsan Sûresi’nin 9. âyetinde Cenâb-ı Hak, ikram sahibi has kullarının sözünü bize duyurarak şöyle buyuruyor:
“Biz size ancak Allâh’ın rızâsı için yemek yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık bekleriz, ne de bir teşekkür.”
Onların fedâkârlıkları, ara sıra açılan sofralardan ibaret değildi. Onların hayatlarına baktığımızda, bir başkası için mallarını ve hattâ canlarını nasıl fedâ ettiklerini görürüz. Bu fedâkârlığı ve bu fedâkârlığa vesile olan muhâcirleri, Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’inde ne güzel övüyor:
“(Allâh’ın verdiği bu ganîmet malları); yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah’tan bir lütuf ve rızâ dileyen, Allâh’ın dînine ve Peygamberi’ne yardım eden fakir muhâcirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır. Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine îmânı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (el-Haşr, 8-9)
Bu âyet-i celîleler de gösteriyor ki, ensâr-ı kiram bu konuda yüce bir ahlâka sahip olmuşlardır. Muhâcirler sıkıntı çekiyor, ensâr-ı kiram yara sarıyor ve böylece ensar; cimrilikten, nefsi öne çıkarmaktan, hodgâmlıktan dünyada iken kurtulup, dünyada da âhirette de kurtuluşa ve ilâhî ikramlara nâil oluyor.
Yukarıdaki zikrettiğimiz hadîs-i şerifte Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, güzel, yumuşak, tatlı ve faydalı konuşmanın da cennete, muhteşem cennet köşklerine nâil olabilmek için bir vesile olduğunu belirtmektedir.
Her konuda olduğu gibi, güzel söz söyleme hususunda da örnek alacağımız yegâne rehberimiz Hazret-i Peygamber Efendimiz’dir. Öyle ise müslümanlar olarak; konuşmalarımızda, içtimâî hayatımızda bir nezâket, bir samimiyet hâli içinde olmalıyız. Böylece gönüller kazanılacak, sevgi ve saygı ortaya çıkacak, anlayışlar güzelleşecek ve huzur hâli tecellî edecektir. Sözlerimizle kalpler kırarak, insanları kolay bir şekilde tenfir ederek, fitne ve fesâda sebebiyet vererek bir yere varılamayacağını bilmemiz gerekmektedir.
Yerinde, nâzik ve hikmetli bir tarzda söylenen güzel sözler; anlamlı, düşünülerek yazılan yazılar; ruhlara olumlu tesir eder, kalpleri cezbeyler ve maksadımızın teminine yardımcı olur.
Yüce Rabbimiz de Kur’ân-ı Kerîm’inde bu konu ile alâkalı, birçok yerde insanların dikkatlerini çekerek şöyle buyurmaktadır:
“İnsanların gönüllerini alacak güzel sözler söyleyin.” (en-Nisâ, 8)
İhlâslı ve samimî mü’minler; Allah Teâlâ’dan korkarlar ve daima doğru, faydalı, tatlı ve yumuşak sözler söylemeye çalışırlar. Zararlı ve faydasız lâkırdılardan kaçınırlar. Âyet-i kerîmede Rabbimiz;
“Ey îmân edenler! Cenâb-ı Hak’tan korkunuz ve doğru (dürüst) söz söyleyiniz.” (et-Tevbe, 70) buyurarak bizlere bu vecîbeyi telkin buyurmaktadır.
Tatlı dillilik, güzel sözlülük, dürüstlük… Bu usûlle hareket edilerek kazanılacak bir gönül, dünyalara bedeldir. İşte bu sayede kul, dünya ve âhiret saâdetine ve ikramlarına mazhar olur. Aksi takdirde şeytan; aralara nifak sokar, şerri kaşıyıp sıkıntıyı artırır, hayırla gerçekleşecek maksatların ortaya çıkmasına mâni olur. Şeytanın ise bize âşikâr düşman olduğunu o yüce Kur’ân bildirmektedir.
Cenâb-ı Hak bize açıkça bildiriyor:
“Allâh’a davet eden, sâlih amel işleyen ve; «Ben gerçekten müslümanlardanım.» diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussılet, 33)
Yani;
En güzel sözlü zâtlar o kimselerdir ki; Allah celle celâlühû-’nün kullarını irşâda çalışır, onları ibâdet ve taate davet eder, kendisi de söylediklerini yerine getirip sâlih amellerde bulunur. İnsanlara karşı bir fazîlet ve samimiyet nümûnesi olur.
Böyle samimî müslümanların sözü de Allah içindir ve müslümanların hizmetindedir; malı da, canı da, hizmeti de…
Müslüman İslâm dünyasının her yerindeki muhtaçları tespit ederek, gerek gıda noktasında yemekler yedirmek ve gerekse güzel söz söyleme mazhariyetine ermiş olanların gayretleriyle; tespit edilen yerlerde su kuyuları açtırarak, çeşmeler yaptırarak, huzurevleri tesis ederek, Kur’ân kursları ve okullar yaptırarak, Kur’ân talebelerine iftarlar vererek insanların maddî ve mânevî ihtiyaçlarını gidermenin gayreti içinde olmalıdır.
Mâneviyat mevsiminin içerisindeyken bu fırsatları iyi değerlendirmeliyiz. Zekâtlarımızla, sadakalarımızla, fitrelerimizle, hayır ve hasenâtımızla bu alandaki yerimizi almalı, ihtiyaç sahiplerinin yardımlarına koşmalıyız. Bu gayretler içinde olanlar şüphe yok ki, yarınki âlemde cennetten «cemâlullâh»ı görme şerefine nâil olacaklardır.
Rabbim bizleri cennet ve «cemâlullâh»a kavuşturacak ameller işlemeye muvaffak eylesin. Âmîn…