Maddeciliğin Hazin Âkıbeti
İÇTİMÂÎ BUHRANLAR

YAZAR : B. Cahit ÖZDEMİR bcahit@hotmail.com

Eşref-i mahlûkat olarak yaratılıp, ulvî bir vazife yüklenen; fakat bu emânetle ilgisini keserek câhiliyye karanlığında çırpınan insanın kurtuluşu; Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in diriltici tâlim ve terbiyesi altında, yeniden aslî hüviyetini kazanmasıyla olmuştur. Zulümâtın üzerine doğan nur olarak, O Varlık Nûru’nun tesis ettiği «asr-ı saâdet» örneği, sonraki devirleri aydınlatan bir çerağ mesâbesindedir. Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ihtimâmıyla yetişen altın neslin tutturduğu istikamette ve O’nun vasiyet ettiği esaslar dâhilinde devam ettirilen «yüce dâvâ» ile dünya, asırlar boyunca bir saâdet ve huzur iklimi yaşamıştır.

Osmanlı devletinin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra onun bıraktığı boşluk; sömürgeci güçler tarafından dolduruldu, câhiliyye karanlığı, tekrar dünyayı sardı. Vicdansız, müsâmahasız, bencil, maddeci, ikiyüzlü güçler; dünya siyasetine hâkim oldu. İnsanlığın hayrına kullanılsa onu refaha kavuşturacak olan teknolojik gelişmeler, kirli emellere yönlendirildi. Bu yeni nizamda; insanlığın ortak malı olması gereken yer altı ve yer üstü servetlerini ele geçirip sömürmek uğruna, dünya kan ve ateşe boğuluyor. Geçmiş haçlı seferlerindeki mağlûbiyetlerin öcünü almak için; İslâm âlemi fitne kasırgalarıyla altüst ediliyor, iç çatışmalar kışkırtılıyor, azınlık veya işgal altında bulundukları ülkelerde kitleler hâlinde katledilmesine göz yumuluyor, hattâ destekleniyor, başlarına zalim diktatörler musallat edilerek, insafsızca kırdırılıyor…

Menfaatleri için hiçbir ahlâkî esasa uymayarak dünyayı huzura hasret bırakan mihraklar; kaynağı oldukları dünyevî (seküler) hayat tarzı sebebiyle, zulmün bedelini ödercesine, kendileri de huzurlu bir içtimâî hayattan mahrumlar. Bu cümleden olarak, madde bağımlılığı; cemiyeti, husûsiyle de gençliği sarmış; sağlıklı bir cemiyetin esası olan aile müessesi âdeta çökmüş; fertleri esir alan bencillik, içtimâî dayanışmayı sağlayan ortak mânevî değerleri iyice zayıflatmış; gelir dağılımındaki adâletsizlik, içtimâî barışı tehdit eder duruma gelmiştir…

İslâm ülkeleri ve ülkemiz de, dünyadaki menfî manzaradan pek farklı değil. Dünyevî (seküler) cereyanlardan fazlasıyla etkilenen cemiyetimiz, her türlü içtimâî hastalığın meşheri hâline gelmiş.

Bir dokun, bin âh dinle kâse-i fağfûrdan…

der şair. Eski seyyahların sitâyişle anlattıkları, «âsûde bahar» havası geçmişte kaldı; ülkemiz, artık çöl ikliminde kavruluyor. Kimse gidişattan memnun değil. Tahammül ve sabır kalmadı; şiddet, ruhları esir aldı… İncir çekirdeğini doldurmaz sebeplerden, insanlar hemen öldürülebiliyor. Âdeta gün geçmiyor ki, bir kadın eşi tarafından öldürülmesin; cennet meyvesi masum bir çocuk hunharca katledilmesin; bir bebek, hem de annesi tarafından çöplüğe atılmasın. Sokaklarda sahipsiz yaşayan, suç çetelerine aday binlerce çocuğa ilâveten, binlerce çocuk da kayıp; âkıbetleri bilinmiyor. Kendilerine hizmetle cennetin kapısı açılacak olan ana-babalar, bir hiç yüzünden evlâtları tarafından canavarca katledilebiliyor. Bir üniversite talebesi, kamera karşısında; «Sen daha ölmedin mi!» diye sadist çığlıklar atarak, bir kediyi parçalayabiliyor. Robotlaştırılmış teröristler, etraflarındaki her şeyi şuursuzca tahrip edip, yoldan geçen masum insanları ateşe verebiliyor. Ömürlerinin son demlerini yaşayan yaşlı insanlar; topluluk içinde hürmetle yer verilmeyi beklerken, itilip kakılabiliyor. İnsan, kalabalıklar içinde yalnızlaşıyor; vefâ, muhabbet, komşuluk hukuku zümrüd ü ankā kuşu olup, ufkun ötelerinde kayboldu gitti. Cemiyetimize hayat veren, hayâ ve iffet duygularını diri tutan «mahremiyet» mefhûmu aşındı; aile müessesesi çözüldü; boşanma nisbetinde batıya yaklaşıldı. Batılılaşma sevdasıyla teşvik gören gayr-i meşrû yaşama yaygınlaşırken, evlenme sayısı azalıyor. Bununla ilgili olarak, son yıllarda üniversite talebeleri arasında kürtaj sayısının hızla arttığı belirtiliyor.

Bazen birinci, bazen dördüncü güç olarak tavsif edilen basın, kitleleri kontrol altında tutmak isteyen güçler tarafından âzamî ölçüde kullanılıyor. Teknolojideki gelişmeler; bilhassa televizyon ve interneti, kamuoyu teşekkülünde belirleyici hâle getirdi. Hâl böyle iken; derlenip toparlanmakta, sömürgeci güçlere karşı içtimâî bünyemizi takviye etmekte fevkalâde etkili rol oynayabilecek olan bu kuruluşlar, maalesef önemli kısmı itibarıyla, misyoner teşkilâtlarının emelleri istikametinde neşriyat yapmaktadır. Haber programları, beyin yıkama istikametindeki yorumlarla hazırlanmakta; filmler, kendi insanımızı yansıtmak, en azından kendi cemiyetimizden bir kesit sunmak yerine, ideolojik bir gayretle, yabancı değerlerin pazarlamasını yapmaktadırlar. Bu filmlerde, müslüman bir cemiyette bulunması normal olan; besmele çeken, camiye giden, başörtüsü takan, dinden-îmandan bahseden, memleket meselelerini dert edinen, mefkûre sahibi… bir insan asla yer almaz. Ancak çağdaşlığın (!) icabı olsa gerek; su yerine içki içen, mahremiyet diye bir mefhumun bilinmediği, «cinsî serbestlik» temelinde gayr-i meşrû bir hayatın meşrûlaştırıldığı, her gencin flörtünün olduğu; kin, nefret, intikam, ihânet… gibi içtimâî bünyeyi zehirleyen hisler üzerine kurulmuş mevzular işleniyor. Hattâ, çok seyredilen ve gençler üzerinde etkili oldukları şüphe götürmeyen, okul dizileri olarak çekilen yapımlar bile, aynı muhtevâ çerçevesinde hazırlanıyor. Ülkemizdeki içtimâî bozuklukların başta gelen sebepleri arasında, milletin değerlerinden kopmuş basındaki bu çarpıklığın da olduğu şüphesizdir.

Mâzîde yaşanan altın sayfalar bir masal değildi. Tarihin şahâdet ettiği bu huzur asırlarının mimarları; Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in rahle-i tedrîsinde dirilip, yüklendiği emânetin şuuruna varan ashâb-ı kiram hazerâtı ve onları teselsülen takip eden altın nesillerdi. Câhiliyye karanlığını nûra çeviren bu şahsiyet inkılâbı, bütün devirler için bir örnektir. Zamanımızın kargaşasından kurtulabilmek için de, böyle bir diriliş gerekiyor. Bugün Âlemlere Rahmet, -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz’in vasiyetleri olan Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyyeleri ile, vekilleri ve vârisleri olan âlimler, mürşidler, münevverler gibi sâlih kullar, bu mukaddes dâvâ için her zaman hazırlar. Fıtrî mukaddesleri olmayan, âhireti unutmuş akıl, nefsin emrine girer; bencilliğin seraplarında mahvolur.

Sonradan hidâyete eren Fransız aydın Roger Garaudy; «Geleceğimizde İslâm Var» isimli eserinde;

“Batıyı Orta Çağ karanlığından, barbarlıktan, cahillikten dün İslâm kurtarmıştı. Bugün de gerekli-gereksiz, yararlı-yararsız ve hattâ zararlı her bir şeyi imal eden ve insanlara bunları, reklâmlarla vazgeçilmez ihtiyaçlarmış gibi sunan; körü körüne üretip, körü körüne tüketen batıyı, bu korkunç sapmadan yine İslâm kurtaracaktır.”* diyor. İslâm, sadece İslâm âlemini değil; maddeciliğin hazin âkıbeti olan, içtimâî buhranların pençesinde kıvranan bütün insanlığı, saâdete kavuşturacak yegâne kurtuluş çaresidir. Tıpkı Kur’ân-ı Kerim’de buyurulduğu üzere:

“Asra yemin olsun ki, muhakkak insan hüsrandadır. Ancak îmân edip, sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesnâdır.” (el-Asr, 1-2-3)

_________________________

* Hüseyin ÖZTÜRK, Yeni Akit Gazetesi, 28. 04. 2014.