EBR-İ NİSAN
NİSAN YAĞMURSUZ MAYIS GÜLSÜZ OLMAZ

YAZAR : İlyas KAYAOKAY kayaokay_2323@hotmail.com

Halk takvimine göre nisan, diğer adıyla yağmur ayı, günümüzde kullandığımız takvimdeki nisanın 13’ünden başlayıp mayısın 12’sine kadar devam eder. Biz de bu ay kalemimizin fidanı için, mürekkebinin bereketli olmasını temenni ederek yazımızın yönünü nisana yönelttik.

Yağmurların yeryüzünü ihyâ etmesi gibi Peygamberimiz’in de cihanı nurlandırdığı bir aydır nisan. Kışın ölü örtüsü, nisan ile yeniden hayat bulur. Tıpkı Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in teşrifiyle insanlığın yeniden dirilmesi gibi…

Nâfi;

Biri ağlamayınca biri gülmez âdet-i cârî,
Zemînin rûyi gülmez ebr-i nîsân olmasa giryân.

“Eskiden beri bilindiği üzere; biri ağlamayınca, biri gülmez. (Nitekim) nisan bulutları ağlamasa, yeryüzü (bahar bereketi yaşayıp da) gülemez.” dediği beytinde bu «yağar ay»ın, bolluk bereket yönüne dikkat çekiyor.

Kültürümüzde, nisan yağmurunun «şifâ» özelliği taşıdığı görülür. Saçı uzamayan kadınların başları, leğenvâri kaplarda biriktirilen yağmur suyu ile yıkanır. Bugün Mevlânâ Müzesinde de görülen «nisan tası» ile Mevlevîler; biriktirdikleri «kırkikindi» yağmurunu gelen ziyaretçilere, bu «destar suyu»nu şifâ niyetine ikram etmişlerdir. Artvin, Kastamonu yöresinde nisan yağmuru ile yıkanmanın, uğur getireceğine inanılır. Genç kızlar da kısmetlerinin açılması için nisan yağmuru ile abdest alırlar. Yemeklere ve yoğurda, bereketli olması için nisan yağmuru katarlar. Yine bu düşünceyle un çuvallarına ve mutfaktaki mahsulâta nisan yağmuru sürülür. Nisan yağmuru, gözleri hasta olanlara sürülürse iyileşeceğine inanılır. Bu konuda Nail TAN’ın «Türk Folklorunda Nisan Yağmuru Motifi» adıyla yayınladığı kapsamlı bir araştırması mevcuttur. Nisan yağmurunun bereket, devâ ve talih açıcı özelliği atasözlerimizde de kendisini göstermektedir:

“Nisan ağlar mayıs gülerse çiftçi sevinir.”,

“Nisan yağmuru yere düşende ot; insana, hayvana düşende et olur.”

Aslında bu atasözünü bizlere hatırlatan bir de meşhur bir efsâne vardır. 18. asırdan Beliğ Mehmed Emin, bu efsâneyi şöyle dillendirir:

Halkın isti‘dâduna vâ-bestedür âsâr-ı feyz,
Ebr-i nîsandan sadef, dürdâne; ef’î, sem kapar.

“Feyz-i ilâhînin eserleri, halkın istîdâdına, gönül durumuna ve kabiliyetlerine bağlıdır. Nisan yağmuru; sedefe düştüğünde inci, yılanın ağzına düştüğünde ise zehir olur.”

Nisan ayında istiridye ve midyeler su üzerine çıkıp, el açar gibi kabuklarını açarlarmış. Düşen yağmur damlası; tuzlu suda yaşayan bu canlıya ıstırap vermeye başlayınca, bu sancıdan kurtulmak için bir sıvı salgılayarak onu koza gibi örermiş. Bu sıvılar zamanla katılaşarak inciyi oluştururmuş. Yine aynı yağmur damlası, bir yılanın ağzına düştüğünde ise zehir olur imiş. Buna ebr-i nisan efsânesi denilmiştir. Yılan mevzuu farklı olsa da incinin oluşumunda bugün bildiklerimizle büyük oranda benzer şeyler görülür.

İstiridyeler; içlerine kum, çakıl gibi örseleyici parazit organizmalar girdiğinde bundan rahatsız olurlar. Bu istenmeyen misafirleri, korunma güdüsüyle izole ederler ve üzerini sedefle kaplamaya başlarlar. İstiridye ve midyelerin içine yabancı bir madde girmezse inci oluşmaz. Bu yabancı cisimler, incilerin oluşması için çekirdek görevi görürler. İnci istiridyelerinin 16 yıla kadar ömürleri vardır. Lâkin en makbul inciler, genç istiridyelerden çıkar. Doğu incisi adıyla tanınan en değerli incilerin büyük bölümü Basra Körfezi ve Umman Körfezi’nden çıkarılır. Vuslatî, ebr-i nisan ile incilerin meydana gelmesinden şöyle söz eder:

Feyz alır deryâ içinde ebr-i nîsandan velî,
Yutmadıkca hâsıl etmez bil ki ol dürrü, sadef.

“Sedef; derya içinde nisan yağmurundan feyiz alır fakat, (o damlayı) yutmadıkça inci meydana getiremez.”

Fuzûlî insanın mihnet çekmeden bu dünyada mutluluğa, huzura ulaşamayacağını ebr-i nisanı misal göstererek anlatır:

Fuzûlî dehrden kâm almak olmaz olmadan giryân,
Sadef su almayınca ebr-i nîsandan güher vermez.

“Ey Fuzûlî, ağlamadan bu devranda saâdete erişmek mümkün değildir. (Nitekim) sedef de nisan bulutundan su almayınca inci vermez.”

Hintli bir gavvas (inci çıkaran) incinin oluşumuyla ilgili turistlere malûmat verdikten sonra onların hayret etmeleri karşısında şu cevabı verir:

“Neden hayret ediyorsunuz. Canlılar âlemi, insanlık âlemine benzer. Bir kum tanesi denizin dibinde istiridyenin karnında zamanla nasıl inci oluyorsa, musibet ve acıları sabırla karşılayan insanların ruhlarının da zaman içinde inci gibi parıldadığını görürsünüz.”

Dîvan şiirinde âşığın gözyaşları birer inci misalidir. Mesîhî, sevgiliden dolayı akıttığı gözyaşlarını ebr-i nisanı telmih ederek inciye benzetir:

Gözüm yaşın döker ol zülf-i dil-cû,
Akıdır ebr-i nîsan sanki lü’lü’.

“O gönül alıcı zülüf, gözümün yaşını döker. (Bu hâlin manzarası şudur: Sanki) nisan bulutu inci yağdırır.”

Sevgilinin de dişleri; rengi, şekli ve kutunun (ağzın) içerisinde olması münasebetiyle inciye benzetilir.

Dişin anıp sadefe gözyaşın döker ne âceb,
Sirişki katresi dürr olsa ebr-i nîsânın. (Emrî)

“Nisan bulutunun, senin güzel dişlerini düşünüp de sedefe döktüğü gözyaşlarının inciye dönüşmesine şaşılmaz.”

Dîvan şiirinde memduh, bazen inciye benzetilir. Na‘tlarda ise çok görülen «dürr-i yetîm» ibaresi ile Peygamberimiz anlatılır. Kâinâtın tek ve gerçek incisi, Hazret-i Peygamber’dir. Eğer Allâh’ın inâyeti olmasaydı, dünya misali olan sedef, karnında o eşsiz inciyi yetiştiremeyecekti:

Sadef dürr-i yetîmi terbiye etmezdi cevfinde,
Yem-i feyzinden imdâd olmasaydı ebr-i nîsâna.
(Antepli Aynî)

“Senin feyiz denizinden nisan bulutuna erişen yardım olmasaydı; sedef, karnında dürr-i yetîmi, eşsiz büyük inciyi yetiştiremezdi.”

Fuzûlî, na‘t türünde yazdığı «Su Kasîdesi»nin fahriyye kısmında kendi sözlerini yine ebr-i nîsan ile över:

Yümn-i na‘tünden güher olmuş Fuzûlî sözleri,
Ebr-i nîsandan dönen tek lü’lü-i şehvâra su.

“Sen’i övmenin bereketinden dolayı; Fuzûlî’nin sıradan sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su damlası gibi birer inci olmuştur.”

Onu anlatan her kelime bir incidir. Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerim’de;

“İkisinden de inci ve mercan çıkar. Şimdi Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” (er-Rahmân, 22-23) derken değerli eşyalara dikkat çekmekte… Şüphesiz yağmur da inci de kâinat da Allâh’ın bizlere sunduğu nimetlerdir.

O nimetleri şiir şiir dile getirmek de şükrün şairce bir çeşidi…