«ELLÂ TETĞAV Fİ’L-MÎZÂN»*

YAZAR : Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com

Günümüzde olduğu gibi, tarihin her döneminde insanlar; tabiatı sevmişler, ondan yararlanmak için toprağı işlemişler, ağaçlar yetiştirmişler, hayvanlar beslemişler.

Ancak insanların bu davranışları, onların; «Her varlık, tabiatın içinde başlı başına bir değerdir.» şiârını kabul ettikleri anlamına gelmez.

Eko-loji yani çevre-bilim, «çevrecilik» demek değildir.

Ekoloji; canlı türlerinin muhafazası, hayvanlara iyi muamele yapılması, çevre kirliliğine sebep olan her çeşit faaliyete karşı çıkılması olarak ele alınabilir.

Yeryüzünde hayatı başlatan; bitkiler olsun, hayvanlar olsun, canlı türler arasında dengeyi kuran; insan değildir. Hattâ insanın kendisi bile, o denge ortamında var edilmiştir. O hâlde insanın herhangi bir türü ortadan kaldırmaya ve mîzânı bozmaya hiçbir şekilde hakkı yoktur.

İnsanlığa canlı hakları alanında da eğitim veren Peygamberimiz Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; şu misali verir:

Geçmişte bir peygamber, bir sefer sırasında kendisini ısıran bir karınca yüzünden, tüm bir karınca yuvasını yakarak imha ettirir ve bu yüzden de, yüce Allâh’ın kınamasına uğrar. Bu kınamada o peygambere şöyle denilmiştir:

“Sen kendini bir karınca ısırdı diye, nasıl oluyor da Ben’i anıp duran canlılar ümmetinden bir ümmeti ortadan kaldırıyorsun!” (Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi 5, Ahmed DAVUDOĞLU 36. bâb, 148)

O peygamber, orada kendisinden sonra oturacak insanları düşünerek bir nevî ilâçlama yapmayı düşünmüş olmalı. Fakat Cenâb-ı Hak, insanın tabiatı kendine hasretmesine râzı olmadı. O varlıkların da Allâh’ı tesbih eden, ibâdet eden canlılar olduğunu bildirerek, merhameti tesis etti.

Bahçesindeki meyve ağaçlarına zarar veren karıncaları öldürmenin cevâzını soran Kanunî’nin, Ebussuud Efendi’den aldığı cevap da meşhurdur. Seyrî’nin manzum ifadeleriyle:

Ebussuûd’a da sormuş o sâhibü’l-mevkî:
“Hocam, karıncayı kırmak günah mı meyvedeki?”
Demiş ki âlim-i devran: “Kırarsan ey sultan,
Yarın karınca kırar, hak alır Süleyman’dan..”

O pâdişâhı, cihangîr eden bu hasletti,
Bu hasletiyle Süleyman nasîbi, haşmetti.

Varlık insanın emrine âmâde kılınmıştır. Fakat insan; israftan, zulümden, bencillikten kaçınma ölçülerine dikkat etmek mecburiyetindedir.

İslâm kültür tarihine bu gözle bakıldığında; tabiatın bir ölçü, bir mîzan, bir nizam içinde yaratıldığı ve bu denge bozulduğunda her şeyin zarar göreceği fikrinin, şuurlu bir şekilde İslâm dîni ile ortaya konulduğu görülecektir.

Kur’ân-ı Kerim’de; kâinâtın bitmez tükenmez hazineleri yanında, yeryüzü bitki örtüsünün dengesinden ve bu arada da imkân sınırlılığından söz edilerek şöyle buyurulur:

“Biz yeri yayıp döşedik ve orada sâbit dağlar yaratıp yerleştirdik ve yine orada miktar ve ölçüsü belli her çeşidinden bitkiler bitirdik.

-Orada hem sizin için ve hem de rızıkları size ait olmayan varlıklar için geçim sebepleri yarattık.

-Her şeye ait hazineler sadece ve sadece bizim yanımızdadır. Biz onları ancak belli bir miktar ve ölçüde indiririz.

-Biz rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten de bir su indirdik ve onunla sizleri suvardık. Bunların hazinedarları da sizler değilsiniz.” (el-Hicr, 15/19-22)

Hulâsa kâinatta fesat ve kargaşa yoktur. Bir denge, bir düzen, bir gaye vardır. Bu mîzan ve düzeni bozmaya kimsenin hakkı yoktur. Çevreyi kirletmek veya kirlenen çevreyi temizlememek, kâinâtın ilâhî düzeni açısından büyük bir suçtur.

Ancak insanlık; doymazlığı, başkalarına karşı ezici üstünlük kazanma hırsı ve bunların yol açtığı saldırganlığı yüzünden; tabiatı, artık kendi varlığını da tehdit eder hâle sokmuştur.

Yine Kur’ân-ı Kerim’de insanlığın kendi elleriyle yaptıkları ve yapacakları yüzünden karalar ve denizlerin bozulacağı dile getirilirken şöyle buyurulur:

“İnsanların bizzat kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karalar ve denizlerde fesat/bozulma hâkim olmuştur. Belki tuttukları bu kötü yoldan dönerler diye Allah, bu yaptıklarının acı ve cezasından bir kısmını onlara tattıracaktır.” (er-Rûm, 30/41)

Dolayısıyla çevrenin yaşanmaz hâle gelişinin tek sorumlusu kapitalist, emperyalist ve sömürgeci insan tipidir.

Bencil çıkarların ön plânda tutulduğu materyalist zihniyete sahip bu insanlar; çevreyi tahrip etmekte, kaynakları ve imkânları şuursuzca israf ederek, yersiz ve ölçüsüz olarak kullanmaktadırlar.

Kanaat ve îmanla doymayan göz ve gönülleri, sınırlı olan dünya imkânlarıyla doyurmak mümkün olabilir mi?

Tabiat Allah -celle celâlühû- tarafından, insanlığın emrine verilmiş bir emânet olduğuna göre ve bu emâneti kirletip mahveden de insan olduğuna göre, demek ki asıl mesele insanın kirlenmesidir.

Sevgi, insaf ve merhametten mahrum, açgözlü ve bencil insanların meydana getirdiği bir dünyada, elbette mîzan ve âhenkten bahsedilemez.

Allah; bizi kanaatkâr, îmanlı, gözü ve gönlü kirlenmemiş, sâlih insanlardan eylesin. Âmîn…

_________________

*Rahmân Sûresi, 8. âyet: Allâh’ın kurduğu; dengeyi, düzeni bozmayın, ölçüyü kaçırmayın.