Şânlı Mazimizden Seçme Nükteler
CENNETİN EFENDİLERİ

YAZAR : Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

Hasan bin Ali -radıyallâhu anhümâ- 625 (hicrî 3) yılında Medine’de doğdu. Hazret-i Peygamber; ona, câhiliyye döneminde bilinmeyen Hasan adını ve Ebû Muhammed künyesini verdikten sonra, kulağına bizzat ezan okudu. Hazret-i Osman’ın hilâfeti sırasında, kardeşiyle birlikte Horasan seferine katıldı. Daha sonra da babası tarafından; yine kardeşiyle birlikte, Hazret-i Osman’ı isyancılara karşı korumak ve evine su taşımakla görevlendirildi. Hazret-i Ali’nin 661’de şehid edilmesinin ardından, Kûfe’de kendisine biat edildi. Hazret-i Hasan; hilâfeti, müslüman kanı dökülmemesi için belli şartlar da ileri sürerek Muâviye -radıyallâhu anh-’a teslim etti. Hazret-i Hasan daha sonra ailesiyle birlikte Medine’ye gitti ve hayatının geri kalan kısmını siyasetten uzak bir şekilde geçirdi. Ancak sonunda Yezîd ile evlendirilmek vaadiyle kandırılan; eşlerinden Ca‘de bint-i Eş‘as tarafından zehirlendi. Hasan -radıyallâhu anh- 7 Nisan 669 tarihinde vefat etti. Cenazesi Cennetü’l-Bakî’a defnedildi.

***

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazret-i Hasan ve Hüseyin’i «cennetin efendileri» diye sever; “Allahım, ben onları seviyorum, sen de sev!” diye duâ buyururdu.

Bir gün Hazret-i Peygamber; minberde iken Hasan ile Hüseyin’in düşe kalka mescide girdiklerini gördü, konuşmasını yarıda keserek aşağı inip onları bağrına bastı:

“Cenâb-ı Hak; «Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihan vesilesidir.» (et-Tegābün 64/15) derken ne kadar doğru söylemiştir, onları görünce dayanamadım.” dedikten sonra hutbeye çıkıp konuşmasına devam etti.

KİM OLACAK?

Asıl adı Abdullah olan Eşrefoğlu Rûmî Hazretleri, 1377’de (hicrî 779) Mısır’da doğdu. Mısır’dan Anadolu’ya göç edip önce Manisa’ya, ardından İznik’e yerleşti. Âlim ve şeyhler yetiştirmiş ailesi, aynı zamanda seyyiddir. Eşrefoğlu’nun çocukluğu ve gençlik yılları, İznik’te geçti. Daha sonra Bursa’ya giderek, Çelebi Sultan Mehmed Medresesi’nde tahsile başladı. Bâtınî ilim tahsili için, Emir Sultan Hazretleri’ne gitti. Ancak Emir Sultan, onu Hacı Bayrâm-ı Velî’ye gönderdi. Bunun üzerine Ankara’ya giden Eşrefoğlu; Hacı Bayrâm-ı Velî Dergâhı’nda, on bir yıl riyâzat ve mücâhede ile hizmet etti. Hizmetini tamamlayınca, Hacı Bayrâm-ı Velî onu dergâha imam yaptı ve kızı ile evlendirdi. Ayrıca ona icâzet vererek İznik’e halîfe tayin etti. Bir müddet sonra İznik’te kurduğu dergâhında, irşad hayatına başladı. Eşrefoğlu Rûmî, 1469’da (hicrî 874) İznik’te vefat etti. Kabri, İznik’teki -şimdi yerinde cami olan- dergâhın hazîresindedir.

***

Eşrefoğlu, bir sabah meczub Abdal Mehmed Hazretleri’ne rastlar. Eşrefoğlu onu görünce içinden şunları geçirir:

“Tarîkat yolundan bana bir nasip varsa, bazı alâmetler görünsün.” Karşılaşırlar ve Abdal Mehmed ona şöyle der:

“Dânişmend, var bize köfteli çorba getir.”

Bu emir-rica üzerine Eşrefoğlu hemen çarşıya gider. Köfteli çorba aramaya başlar. Fakat bütün aşçı dükkânlarını, hattâ Bursa çarşısını dolaştığı hâlde köfteli çorba bulamaz. Eli boş dönmek de istemez. Bir aşçı dükkânından köftesiz çorba satın alır ve doğru meczubun bulunduğu yere gelir. Çorbayı Abdal Mehmed’e verir. Meczub, çorbayı karıştırır karıştırır fakat bir türlü içinde köfteye rastlayamayınca Eşrefoğlu’na;

“Dânişmend, hani bunu köftesi?” diye sorar. Eşrefoğlu cevap veremeyince; yoldaki çamurdan bir parça alarak bunu köfte şeklinde birkaç yuvarlak hâline getirir, çorbanın içine atar. Çorbayı iyice karıştırır ve Eşrefoğlu’na uzatarak;

“Al, iç bunu!” diye emreder. Eşrefoğlu, hiç tereddüt etmeden büyük bir teslîmiyetle çorbayı alır ve içer. Bunu gören meczub;

“Yaa sen olmayıp da kim olsa gerek! Yaa sen olmayıp da kim olsa gerek!” diyerek ayrılır. Kısa bir süre sonra Eşrefoğlu Rûmî tarîkata intisâb eder.

MÜSLÜMAN OLMAKTAN MAKSAT

(Gazi) Osman Nûri Paşa, 1832’de Tokat’ta doğdu. Yedi yaşlarında ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi. Beşiktaş’taki Askerî Rüştiye’de ve Kuleli Askerî İdâdîsi’nde okuduktan sonra Harbiye’yi bitirdi. Harp Akademisi’ne girdi. Kırım Savaşı’nın çıkması üzerine, Tuna cephesine gönderildi. Burada dört yıl kalarak teğmenliğe yükseldi. Savaşın sonunda ise yüzbaşı oldu. 1861’da Teselya’da, Yenişehir’de ve Cebel-i Lübnan’da görev aldı. Girit isyanlarının başlaması üzerine, Girit’e tayin edilen Gazi Osman Paşa, 1866’da Girit’teki çalışmalarından dolayı miralay (albay) oldu. 1877’de Plevne’ye gitti. 145 günlük Plevne Savunması’na kumanda ederek Ruslarla mücadele eden Osmanlı ordusu kumandanı; 5 Nisan 1900’de vefat eyledi. Kabri, Fatih Camii avlusundadır.

***

Plevne’de Osman Paşa’nın yanında bulunan bir yabancı gazeteci anlatır:

Osman Paşa’nın İttihâd-ı Osmanî adlı 400 kişilik ihtiyat kuvvetinin yarısı müslüman, yarısı hıristiyandı. Hıristiyanlar kendi istekleriyle birer-ikişer müslüman olmaktadırlar. Bir gün yine birkaç kişi müslüman olmak için Osman Paşa’ya gelirler. Osman Paşa kendilerine;

“Çocuklarım! Müslüman olmaktan maksadınız nedir? Mezhebiniz iyi değil mi? Peygamberiniz Hazret-i İsa’yı biz de tanıyıp îmân ederiz. Eğer size; «Müslüman olur iseniz para verirler.» diyen olmuş ise yalandır. Bir kaç gün düşündükten sonra tahvil-i efkâr etmez iseniz tebdil-i mezheb için o zaman size ruhsat veririm.” demiş ise de, bu kişiler birkaç gün sonra kendi arzularıyla müslüman olmuştur.

Gazeteci ilâve etmektedir:

“Tebdîl-i mezheb hususunda Osmanlıların gösterdikleri şu çekimserlik ve iyi muamele ile İngiliz misyonerleri ve Fransız rahipleri tarafından neşr-i mezheb hususunda iltizam olunan farkın ne kadar büyük olduğu her bir insaf sahibi nezdinde itirafı zarurî bir keyfiyettir.” (Gazi Osman Paşa Hazretleri Nezdinde Yüz Gün, Charles S. Ryan)

KAÇINCI KUMANDAN?

Cevher DUDAYEV, 1944 senesinin ilk günlerinde Çeçenistan’ın Yalho Köyü’nde doğdu. Henüz kundakta iken, beş yüz bin insanla birlikte Kazakistan’a sürgün gitti. Çocukluk yılları Kazakistan’ın Çimkent şehrinde geçti. Ailesi sayesinde mânevî bir atmosferde, îmânı kavî bir müslüman olarak yetiştirildi. 1957 yılında Çeçenistan’a dönüş yapan Dudayev, 1990 yılında toplanan Halk Meclisi’nin başkanlığını yaptı. 6 Eylül 1991 tarihinde bağımsızlık kararı alınınca; aday olarak girdiği başkanlık seçimlerinden, yüzde 85 oy alarak galip çıktı ve Çeçenistan Devlet Başkanı oldu. 1994’te Rusya Çeçenistan’a saldırdığında, Dudayev’in direnişiyle karşılaştı.

Cevher DUDAYEV, 21 Nisan 1996 günü suikast sonucu şehid edildi.

***

Basın mensuplarının savaş öncesinde sorduğu;

“–Kaç generaliniz var?” sorusuna;

“–Her Çeçen bir generaldir, ben sadece milyon birinciyim.” diyecek kadar alçak gönüllü idi.

Bağımsızlık ilânının ardından tanınma için başvurduğu devletlerden menfî cevap aldığında verdiği cevap bu mücadelenin aslında temel taşı idi:

“Bizi tanımazsanız biz de sizi tanımayız!”

***

Bir yazısında direniş günlerini şu sözleriyle anlatır:

“Biz bağımsız Çeçenya’yız. Sokaklardan Çeçen bayrağı taşıyan bir araba geçse, en küçük çocuk bile koşarak geliyor ve yumruğunu havaya kaldırıp; «Allâhu Ekber!» diyor. Ruslar ne kadar propagandaya tevessül ederse etsin, bu çocukların verdiği cevap; onların yalanlarını ortaya çıkarmıyor mu? Burada herkesin etrafında kenetlendiği bir tek söz var: «Allâhu Ekber!»”