Münzevî Hayatıyla Dikkat Çeken
ÜNSÎ HASAN EFENDİ HAZRETLERİ -2-
YAZAR : Can ALPGÜVENÇ alpguvenc@gmail.com
Geçtiğimiz ay sizlere;
“Kişinin; özendirmek gayesiyle kendi hâlinden söz etmesi, övünmek ve benlik değildir.” diyerek, insanın, Allah ve Kur’ân yolunu sevdirmek amacıyla; yaptıklarını başkalarına anlatmasının kibir ve gurur sayılmayacağını söyleyen bir «Gönül Sultanı»nı, Ünsî Hasan Efendi Hazretleri’ni tanıtmaya çalışmıştım. Bu ay ise, büyük sûfînin hayatıyla ilgili farklı birtakım hususiyetleri nazara vermeye çalışacağım.
1643 yılında Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde dünyaya gelen Hasan Ünsî, 1663’te henüz yirmi yaşında müderris olmuş, bir yıl sonra Ayasofya Camii’nde Beyzâvî Tefsiri ve Mesnevî-i Şerif okutmaya başlamıştı. Sonradan tasavvufa meyledip, Üsküdar Toptaşı’ndaki Atik Vâlide dergâhının post-nişîni Karabaş Velî Hazretleri’ne intisâb eden Hasan Ünsî; şeyhinin cezbesiyle medrese hizmetini terk etmiş, dergâha bağlanmıştı.
UYURKEN GÖREN OLMADI!
1671’de Karabaş Velî Hazretleri’ne intisâb eden Ünsî Efendi, şeyhinin yanında üç yıl kalıp sülûkunu tamamlamış, 1674’te halîfe tayin edilmişti. Ömrünün sonuna kadar riyâzet ve mücâhede üzere yaşayan Hasan Ünsî; tasavvuf terbiyesinin icaplarını büyük bir itina ile yerine getirmiş, meselâ hiçbir zaman minderde oturmamış, yastığa dayanmamıştı. Kendisini her zaman Rabbinin huzûrunda bilmiş, her abdest alışında mest giymeyip ayaklarını suyla yıkayacak kadar şerîatın azamet cihetini tercih etmiş, onu uyurken gören olmamıştı.
Kaynaklarda; kapısını her zaman herkese açık tuttuğu, ömrü boyunca soyunup yatağa girmediği nakledilir.
KİMDİR O EHL-İ NEFES?
Hasan Ünsî Efendi; Karabaş Velî Hazretleri tekkesinde iken, şeyhinin izniyle Topkapı Sarayı’nda iki yıl hizmet etmiş, bu süre dolduğunda tekkesine dönerken, orada devran ve zikrin devamı için yerine halîfe bırakmıştı. Bu durum, kendisinin o zamandan beri -mutlak değilse bile- zikir ve devran için halîfe bırakma salâhiyetine sahip bulunduğunu gösteriyordu.
Saraya gitme ve orada kalma hâdisesi şöyle meydana gelmişti:
Bir gün Sultan IV. Mehmed’in makbul çuhadarlarından Kara Mehmed Ağa nâmındaki hizmetkârının dizleri tutulmuştu. Saray Hekimbaşısı Salih Efendi’nin tedavi için gösterdiği bütün gayretler neticesiz kalmış; sonunda Ağa, yürüyemeyecek hâle gelerek kötürüm olmuştu. Padişah; zaman zaman çuhadarının odasına gelir, kendisini ziyaret ederek hatırını sorardı. Hünkâr bir sabah yine ziyarete geldi ve;
“–Mehmed, nicesin, iyi olabildin mi?” diye sual etti. Çuhadar şöyle cevap verdi:
“–Padişahım, hekimlerin ilâçları derdime derman olamadı, ben nefese muhtacım!”
“–Şimdi öyle ehl-i nefes biri var mıdır?”
“–Üsküdar’da, Vâlide-i Atik Camii tekkesindeki Şeyh Karabaş Ali Efendi, malûmunuzdur. O zât, ehl-i nefes ve nefesi her derde kimyâ-yı âzamdır!”
AYAKLARINI ÖNÜME UZAT!
Sultan Mehmed Han, şeyhin çok vaazını dinlemişti. Kendisini tanıyor, biliyorlardı. Bunun üzerine Haseki Ağa’ya emir buyurdular:
“–Tez Üsküdar’a var, Şeyh’e tâzim eyle. Eğer kendileri gelirlerse gelsinler, Mehmed’e nefes etsinler. Şayet kendileri gelmeyip halîfesini gönderirlerse o kimseyi hürmet içinde getir!”
Haseki Ağa, dergâha varıp Sultan’ın ricasını söyleyince, Şeyh Efendi, Hasan Ünsî’yi çağırttı;
“–Hasan Efendi, hemen saraya var ve Sultan’ın hastasını okuyuver!” buyurdular…
Hasan Ünsî Hazretleri saraya gelip Mehmed Ağa’nın yanına gelince, ağa ağlamaya başladı;
“–Şeyhim, size hürmet gösterip, ayağa kalkamıyorum, beni affediniz!” dedi.
Bunun üzerine Hasan Efendi, ağaya teselli verici sözler söyledi;
“–Üzülme iyi olacaksın.” dedi. “Hemen ayaklarını önüme doğru uzat, çekinme!”
Hasan Efendi, çuhadarın ayaklarını okuyup üfledikten sonra;
“Fâtiha!” buyurdular.
“İnşâallah, bir daha okumaya hâcet olmaz!” temennisinde bulundular. Hasan Ünsî Efendi; hastanın odasından çıkar çıkmaz, çuhadarın bacaklarındaki ağrı gitmiş, bir anda huzura kavuşmuştu. Ağa; hemen ertesi gün ayağa kalkmış, odasında gezmeye başlamış, bir sonraki gün de, odasından dışarı çıkabilmişti. Hattâ bir hafta içinde padişahın maiyetinde av seferine katılmaya bile muvaffak olmuştu.
Sultan IV. Mehmed bu gelişme üzerine, Hasan Efendi’nin sarayda ikāmet etmesini, Harem-i Hümâyun’da vaaz etmesini istediler. Hasan Ünsî ise;
“Pîrim Şeyh Ali Efendi Hazretleri’nden izin olmayınca bu hizmetin îfâsı mümkün değildir, buraya onun izniyle gelmişizdir.” cevabını verdiler.
Sonunda Şeyh Efendi’den izin alındı ve Hasan Efendi, Harem-i Hümâyun’da iki sene vaaz u nasihat edip, devran ve zikrullah ile meşgul oldular. Sarây-ı Hümâyun’da; has odada ve hazinedeki Enderun Ağalarının hepsi Hasan Efendi’ye intisâb ederek devrâna başladılar. Hasan Efendi; ikinci yılın sonunda yerine bir başkasını tayin ederek, Şeyh’inin dergâhına döndü. Nefesiyle iyileşen o çuhadar ise, daha sonra Hasan Ünsî’ye intisâb ederek, halîfelerinden oldu.*
BİZİM SIRRIMIZ ONDADIR!
Hasan Ünsî Hazretleri; 1674 yılı sonrası, Karabaş Velî Hazretleri tarafından kendisine halîfelik verilmesinin ardından İstanbul’a gönderilmiş, Ayasofya Camii yakınlarındaki Acem Ağa Camii’ne yerleşmişti. On iki yıl kadar burada devran ile zikreden, irşadla meşgul olan Hasan Ünsî’ye bey‘at edenler pek çoktu. Bunlar arasında keşif ve kerâmet sahibi pek çok kişi de bulunuyordu.
Karabaş Velî Hazretleri 1686’da çıktığı hac ziyareti öncesinde, dervişlerine Hicaz’dan dönemeyeceğine işaret eden aşağıdaki şu sözleri söyledikten sonra onları Hasan Ünsî’ye devretmişti:
“Bizler hacc-ı şerîfe niyet ettik, ihtimal ki bir daha görüşemeyiz. Sizin mürşide ihtiyacı olanınızı veya olmayanınızı, hepinizi Ünsî’ye ısmarladım. Eğer danışacağınız bir şey olursa ona danışınız. Bizim sırrımız ondadır!”
***
Hasan Ünsî Hazretleri, 1684 yılında bir beratla Aydınoğlu Tekkesi şeyhliğine nakledilmişti. Aslında bu, kendisi hakkındaki şikâyetler sebebiyle sürgüne gönderilmesi kararı sonrasında verilmişti.
Rivâyete göre, İstanbul Kaymakamı Karahasanoğlu Mustafa Paşa’nın başına, Ünsî’yi sürgüne göndermeyi düşündüğü günlerde pek çok musibet gelmiş, o da bu belâların, Şeyh hakkında verdiği bu yanlış hükümden olduğuna inanmış, sürgün düşüncesinden vazgeçmiş; Şeyh’i, Aydınoğlu Tekkesi’ne tayinle taltif etmişti.
ELLİ BİR YILDA ÜÇ KERE!
Hasan Ünsî Hazretleri, Aydınoğlu Tekkesi’ne tayini üzerine, bu yeni mekâna geçmek istememiş, beratı getiren adama;
“Paşa oğlumuza selâm ederiz, şimdilik bu camide tevhid ediyoruz, burası dahî tekkedir, onu müstehak olan münasip birine ihsan buyursunlar.” diyerek, bu geniş ve güzel mekâna geçmekten imtinâ etmişlerdi. Mustafa Paşa; Şeyh’in bu istiğnâsı üzerine üzülmüş, onunla ilgili düşünceleri sebebiyle pişmanlık duymuş;
“Bir dervişin; iki keredir, geniş bir tekkeyi ayağına seriyorum, kabul etmiyor. Biz ise dünya umûru için dem be dem çalışırız, âhiret hatırımıza gelmez!” diyerek ağlamıştı.
Daha sonra teklifi kabul eden Hasan Ünsî Hazretleri; irşad hizmeti îfâ ettiği Aydınoğlu Tekkesi’nden, elli bir yıl içinde sadece üç kere şehre çıkmıştı!
Bir defasında; tekkesi deprem münasebetiyle harap olduğunda Cuma namazı için Ahmed Paşa Camii’ne…
Bir keresinde; Üsküdar’a Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri’ni ziyarete…
Birisinde de hatt-ı hümâyunla Sûr-i Hümâyun’a davet edilmesi üzerine Okmeydanı’na gitmişti.
Hasan Ünsî Hazretleri, Sultan III. Ahmed döneminde, 1774’te 81 yaşında iken yıllarca hizmet ettiği Aydınoğlu Tekkesi’nde vefat etmiş, tekke hazîresine defnolunmuştu. Tramvay güzergâhında, Sirkeci’de Gülhane Parkı’nın karşısında bulunan bu güzel tekke; Cumhuriyet’in ilk yıllarında yıkılmış, günümüze sadece Hazret’in türbesiyle hazîrenin bir kısmı ulaşmıştır.
____________________
* Dr. Rıfat OKUDAN, Hasan Ünsî ve Tasavvufî Görüşleri, İstanbul, 2007, s. 34-35.