KELİME-İ TEVHİD
YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr
Peygamberimiz -aleyhisselâm- ile görüşerek îmân ile şereflenip müslüman olan ve sahâbe adını alan seçkin topluluk gün geçtikçe artıyordu. Nasipsiz müşriklerin bunca alay, hakaret, işkence, eziyet ve engellemelerine rağmen; İslâm güneşi, gün geçtikçe daha çok gönülleri aydınlatıyordu.
Bu durum karşısında, şaşkınlıklarından ne yapacaklarını bilemeyen müşriklerin en önde gelenleri; yine kalkıp Ebû Tâlib’in evine vardılar. Tedirgin ve endişeli hâlleri her hareketlerine yansıyordu:
–Ey Ebû Tâlib! Şunu bil ki bu sefer çok iyi niyet ve umutlarla geldik!
–Neymiş o iyi niyet ve umut?
–Yeğeninle ciddî bir şekilde konuşmak istiyoruz!
–Ciddî bir şekilde, öyle mi?
–Evet öyle. O’na haber sal, hemen gelsin!
–Gelince bir kötülük yapmayacaksınız ama!
–Hiçbir kötülük yapmayacağız, söz!
–O’nun yanında ileri geri konuşup O’nu üzmeyeceksiniz!
–Üzmeyeceğiz, söz! Gelsin de karşılıklı ciddî bir şekilde konuşalım. O’na karşı çok insaflı davranacağız!
–Söz mü?
–Yemin olsun ki söz!
–Çağırayım öyle ise…
Ebû Tâlib haber salınca, Peygamberimiz -aleyhisselâm- çıkıp geldi. Kureyş’in önde gelenleri belki İslâm’a girerler diye hiç zaman kaybetmek istemiyordu.
Durumun nezaketini görüp, çok iyi kavrayan Ebû Tâlib; sevgili yeğenini karşılarken, bir yandan da ön bilgileri veriyordu:
–Çok önemli kişiler evime kadar gelip seninle görüşmek istediklerini söylediler. Seni üzmeden, kırmadan, ciddî bir şekilde konuşmak istiyorlar.
Peygamberimiz -aleyhisselâm- bundan çok memnun olacağını belirterek, hemen görüşmelere geçmek istediğini ifade etti. Ebû Tâlib de sevgili yeğenini misafirlerinin yanına götürdü:1
–Ey kardeşimin oğlu! Bunlar, Sen’in amcaların ve kavminin eşrafıdırlar. Sana karşı insaflı davranmak istiyorlar. Söyleyeceklerini dinle!
Peygamberimiz -aleyhisselâm-; evi dolduran bu önde gelenlere bakarak, büyük bir ümitle kabul etti:
–Söylesinler, dinliyorum!2
Kureyş müşriklerinden Ahnes bin Şerik ilk sözü aldı:
–Sen bizi ve ilâhlarımızı yermeyi bırak! Biz de Sen’i ve ilâhını bırakalım!
Peygamberimiz -aleyhisselâm- bu teklifi beğenmediği gibi ciddî bir şekilde rahatsız da oldu. Durumu düzeltmek için Ebû Tâlib yine araya girdi:
–Kavmin sana kötü bir şey söylemedi, insaflı davrandı! Onların isteklerini kabul et!
Peygamberimiz -aleyhisselâm-, mübârek başını kaldırıp semâya doğru bakarak sordu:
–Şu güneşi görüyor musunuz?
–Evet! Görüyoruz!
–Ben sizi bu güneşin ışıklarından aydınlanmayasınız diye, bundan alıkoymaya güç yetirebilir miyim?3
İşin nereye varacağını az çok tahmin eden Ebû Tâlib, hemen atıldı:
–Vallâhi, kardeşimin oğlu bize hiçbir zaman yalan söylememiştir, söylemez!
Peygamberimiz -aleyhisselâm- devam etti:
–Ben onları öyle bir kelimeye davet ediyorum ki; kendilerinin onunla cennete gireceklerine kefilim!4
Rasûlullah -aleyhisselâm- konuya böyle giriş yapınca Ebû Cehil sevinerek söze girdi:
–Ne kadar sevindirici bir kelime imiş o!
–Evet, gerçekten çok sevindiricidir!
–Bir an önce söyle ki, biz de onu söyleyelim! Haydi, söyle bakalım onu?
Tebessüm eden Peygamberimiz -aleyhisselâm-, üzerine basa basa konuştu:
–Ne dersiniz, size öyle bir kelime vereyim mi; ki siz o kelimeyi söylediğinizde, onunla Araplara hâkim olasınız, Arap olmayanlar da size karşı yumuşasın, uysallaşsın!5
Ebû Cehil dayanamayarak yine atıldı:
–O kelime ne ise, biz onu on kat katlayarak söyleyelim!
Peygamberimiz -aleyhisselâm-, yüreklere işleyen bir güzellik ve letafette şöyle buyurdu:
–Öyleyse hepiniz; «Lâ ilâhe illâllah Muhammedün Rasûlullah» deyiniz!
–Neee?
–Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve benim de Rasûlullah olduğuma şahâdet getiriniz!6
Rasûlullah -aleyhisselâm-; her zamanki gibi yine kendinden emin bir şekilde böyle söyleyince, gelenlerin hepsi bir anda öfkelendiler!
–Ne diyor bu be?
–Bütün ilâhları bir tek ilâh mı yapmış?
–Bu cidden acayip bir şey!
–Şaşılacak bir şey!
–Kalkınız haydi!
–Biz ilâhlarımıza tapmakta sebat edelim!
–Şüphe yok ki, arzu edilecek olan budur!
–Biz bunu başka bir dinde işitmedik.
–Bu uydurmadan başka bir şey değildir!
–Hiçbir zaman böyle bir şey olmayacak!
Her biri ileri geri konuşup kalkınca, Ebû Tâlib hepsini yatıştırmak ve yine devreye girmek zorunda kaldı:
–İnsafsızlık etmeyin!
–Yeğeninin ne dediğini duymadın mı sen ey Ebû Tâlib?
–“Sizi bir tek cümleye davet etti sadece; «Öyleyse hepiniz ‘Lâ ilâhe illâllah Muhammedün Rasûlullah!’ deyiniz!»”
–Hayır, bu olmaz işte!
–Bir tek cümle dedim ya!
–Bu bir tek cümle ne anlama geliyor, anlamıyor musun ey Ebû Tâlib?
–Kelime-i tevhid denir buna!
–Ne demek peki bu?
–Siz nasıl anlıyorsunuz peki?
–Bu bir tek cümle, bizim her şeyimizi alıp götürüyor; anlamıyor musun ey Ebû Tâlib?
–Olaya niye böyle bakıyorsunuz?
–Sen kimden yanasın, açık konuş!
–Ben barıştan yanayım!
–Aramızda bu cümle oldukça, barış da olmayacak! Bu iş burada bitmeyecek! Gidelim artık arkadaşlar!7
Neden ve niçin kaçtıklarını çok iyi biliyorlardı. Tevhid denen ebedî birlikten kaçıyorlardı. Birlik ancak kelime-i tevhid çerçeveli olurdu. Hayata bu çerçeveden bakmayanlar hiçbir zaman birliktelik sırrına eremeyeceklerdir!
Peygamber Efendimiz, bütün herkesi tevhîde çağırıyordu.
-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-
________________
1 İbn-i Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 1, s. 202.
2 Belâzûrî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 1, s. 231.
3 Buhârî, Târîhu’l-Kebîr, c. 7, s. 51.
4 Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, c. 2, s. 187.
5 Zehebî, Târîhu’l-İslâm, s. 149.
6 Ebu’l-Fidâ, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. 3, s. 42.
7 M. Âsım KÖKSAL, İslâm Tarihi, c. 1, s. 308-310.