EĞİTİCİ OLMAK
ÇOCUKLARI SEVMEK ve ONLARIN KALBİNİ KIRMAMAK

YAZAR : Ayla AĞABEGÜM aylaagabegum@hotmail.com

 

Efendimiz’in sevgi ve şefkat dolu bir yüreği vardı.

Çocukları üzmemeyi, ağlatmamayı tavsiye etmişti.

Sevgili torunları Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin -radıyallâhu anhümâ-’nın ağlatılmaması konusunda çevreyi uyarmışlardı. Onların ağladığını gördüğünde, çevresindeki büyükleri ikaz ederdi. Yalnız kendi çocukları ve torunları için üzülmezdi.

Çevresindeki bütün çocuklardan da kendisini mes‘ul hissederdi. Bu davranışını görenlere de iyi bir rehber olurdu.

Müsamahasız anneler, babalar, öğretmenler ve büyükler için örnek hayatını bugün anlayabilseydik; iyi bir anne-baba, öğretmen, komşu, yönetici olabilirdik.

MAĞLÛBİYETİ KABUL ETMEK

Efendimiz bir hadîsinde;

“Dünyada yükselen bir şeyi alçaltmak Allâh’ın üzerine bir haktır.” (Buhârî, Cihâd, 59) buyurmaktadır.

Her yükselişin bir düşüşü vardır. Mağlûbiyette karşı tarafa saldırmak, öfkelenmek, yanlış davranışlarda bulunmak bizi daha da alçaltır. Oysa yenilgiyi, yanlışı kabul edersek yücelmiş oluruz. Her zaman galip gelecek ve zeval bulmayacak Allah’tır.

Günümüzde spor müsabakalarında olan olayları nasıl değerlendirelim? Bir öğretmenin; yanlışını hatırlatan bir öğrenciye kızması ve her şeyi en doğru kendinin bildiğinde ısrar etmesi, bir spor müsabakasında yenilen takımın taraftarlarının şiddete başvurması, bir idarecinin aldığı kararla insanların zarara uğraması karşısında, yanlışı kabul edip özür dilememesi ve yanlışta ısrar etmesi İslâm ahlâkıyla açıklanabilir mi? Müsabakalarda elbet bir taraf galip gelecektir. En bildiğimiz bir konuda bile yanlış karar verebilir ve yanlış yapabiliriz.

Mesele yanılmayı, yenilmeyi kabul edecek ahlâka sahip olmaktır.

EĞİTİCİ OLMAK

Toplum içinde zaman zaman dikkatsizlikle, dalgınlıkla yanlış hareketler yapar, düşündüğümüz zaman üzülürüz. Nefsimize hâkim olamadığımız zaman, kendimizi haklı bulmaya çalışırız.

Oysa Efendimiz’in hayatındaki örnekleri dikkatle okumuşsak, düşünmüşsek, yanlışlarımızı hatırlamışsak gün geçtikçe kendimizi eğitebiliriz.

Yeni müslüman olan biri, camide namaz esnasında konuşulmaması gerektiğini bilmez. Kendisine camidekiler müdahale edince iyice şaşırır. Namaz bitince Peygamber Efendimiz;

“Namaz kılarken, dünya kelâmı söylememek gerekir. Namaz; tesbih, tekbir ve Kur’ân okumaktan ibarettir.” (Müslim, Mesâcid, 33) buyurunca çevresindekiler utandılar.

O günden sonra, camiye yeni gelenlerin yanlışlarını, namaz bittikten sonra ve kişiyi mahcup etmeden yaptılar.

Günümüzde de büyük bir heyecanla camiye gelen bir genç kızımızın görünen bir tel saçını veya elbisesinin boyunu azarlayarak tenkit edenleri görüyoruz.

Belki de o kızımız, bu azardan sonra camiye gelmeye çekinecektir. Zaman zaman kıyafetini azarlayarak tenkit ettiğimiz kızlarımızın huşû içinde kıldıkları namazı görünce imrendiğim oluyor.

Eğitim metodu; gülümseyerek, kimsenin duymayacağı bir şekilde kızımızı uyarmaktır.

Tecrübeli bir öğretmen; öğrencisinin yanlışını, onu mahcup edecek şekilde söylemez.

Öğretmenliği severek, heyecanlanarak yaptığım günlerin birinde, derse beş dakika geç kalmıştım.

Aceleyle öğretmenler odasına girip, mantomu çıkardım. Koşarak yokuşu çıktığım için nefes nefese kalmıştım. Koşar adım öğretmenler odasından çıkarken müdür bey seslendi.

Meğer öğretmenler odasında oturuyormuş. Mahcubiyetim biraz daha arttı.

Müdür bey;

“Ayla Hanım, birkaç dakika dinlenin ve sonra gidin!” diyordu.

Genç bir öğretmen, böyle bir davranıştan sonra zaten bir daha geç kalmamaya çalışır.

Bana sert bir üslûpla hitap etseydi, hareketimin yanlışlığının farkına varmazdım.

Bugün o müdürü, güler yüzüyle değil, yüzündeki sert ifadeyle hatırlayacaktım. Ayrıca anlayışlı bir davranışla beni düşündürmüş, duygulandırmış, gelecek yıllarda idarecilik yaptığımda benim için yol gösterici olmuştur.

Öğretmenin eğitici yanının önemini;

“Okul hâtıralarında sizi üzen olaylar var mı?” diye yetişkinlere sorduğumda, bir genç hanım haksız olarak kendisini sınıf içinde azarlayan öğretmeninin bu davranışından dolayı, lise ikinci sınıftan ayrılmış. Yıllar sonra bir başka öğretmenin gayretiyle liseyi dışarıdan bitirmiş. Sonra bir iş kadını olmuş. Gözleri yaşlarla dolu olarak anlatırken;

“İkinci öğretmen hayatıma girmeseydi, şimdi ben bu konumda olabilir miydim?” diyordu.

DİLİN CEZASI

“Eğer kendini ilgilendirmeyen konuda konuşmuyorsa, o iyi bir müslümandır. Elinden hiç bir iyilik gelmeyen kimse diline sahip olmalıdır, hayır dışında bir şey söylememelidir. Çünkü onun için bu kurtuluş vesilesidir.”

Bilmediğimiz konuda konuştuğumuz zaman bir süre sonra yanlışımız ortaya çıkacak ve mahcup olacağız. Yalan söylemiş olacağız.

Peygamber Efendimiz; insanların beğenisini kazanmak için uzun uzun konuşanları, avurtlarını şişire şişire lâf edenleri ve bilgiçlik taslayıp lügat paralayanları hiç sevmezdi. Onların kendisine çok uzak mesafede bulunacaklarını söylerdi.

“Boş söz konuşanlardan uzaklaşmalıdır.

Allâh’ın yarattığı hiçbir varlığa hakaret edip sövmemelidir. Ne ateşli hastalığa, ne rüzgâra, ne de başka bir şeye…”

Yaşadığımız ânı düşünelim. Tartışma programlarında yalan söyleyenleri, bağıranları düşünelim. Eskiden gazete vardı. Yazarları yazdıklarıyla tanırdık. Sonra radyoda konuşanları dinlerdik. Şimdi televizyonun düğmesine bastığımızda; bazılarının sesleriyle, davranışlarıyla ne kadar zavallı olduklarını görüyoruz. Yazılarını okuyunca yıllar öncesinde olduğu gibi yazara saygı duyamıyorum. Dinleyerek, seyrederek rûhumuz kararıyor, günaha da giriyoruz. Bir ses içimden soruyor:

“Sen televizyon yetkilisi olsan ne yapardın?”

Hemen cevap veriyorum:

“Onları bir daha çağırmazdım. Dinleyici ve seyirci olarak tepkimi onlara iletirdim.”

Siz;

Bu yazıyı okuyan okuyucularım düşünün;

“Tasvip etmediğim bir konuda ben ne yaptım?” diye sorun.