EV

YAZAR : H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com

Ev, insanın hayatının yeşerip neşv ü nemâ bulduğu bir ana rahmi gibidir. İnsanoğlunun yeryüzündeki macerasına adım attığı yer olan evler, maddî ve mânevî gelişiminin basamaklarını tırmanması için emniyetli ve şefkatli bir kucak sunar. Hayatın ilk yılları gibi son yılları için de evler en önemli sığınaktır. Tıpkı çocuklar gibi ihtiyarların da bu emniyetli ve şefkatli yuvaya ihtiyacı vardır.

Belki eğitim ve çalışma hayatına atılmış yetişkinler için ev; günlük hayatın ana ritmi olan, dairevî hareketin başlangıç ve bitiş noktası hâline gelmiştir. Sabah, dışarıdaki hayata hazırlanılan ve akşama kadar yorulunca dinlenmeye gelinen mekândır ev… Bilhassa yetişkin erkekler bu dönemde evin misafiri yerindedir; hizmet alır, ağırlanırlar. Masrafları karşılamak dışında evle ilgilenmesi beklenmez, hattâ «kadın işine» karışması, hoş karşılanmaz.

Bununla beraber erkekler için de evleri çok önemlidir. Dışarıdaki zorlu mücadelede yorulup yıprandığı zaman, sığındığı sıcak yuvalarıdır evleri. Orada onları hesabî değil hasbî duygularla seven, olduğu gibi kabul eden, bazen acı söylese bile sevdiğinden söyleyen eşleri vardır.

İster kiralık olsun, ister fânî mülkiyeti bize ait olsun; kimsenin izinsiz giremediği mahrem alanımızdır evlerimiz. Bazen konuşulup istişâre edilen bir meclis, bazen dinlenip iyileşilen bir şifâhâne, bazen mâneviyat depoladığımız ibâdethânedir. Kısacası evler; kadın, erkek, çocuk, ihtiyar, herkesin «sükûn» bulduğu çok özel mekânlarımızdır… Bilhassa kadınlar için…

Evler erkekler için de önemlidir ama bilhassa kadın için bir elbise gibidir. Kadın; evsizlikten üşür, utanır, korkar, huzursuz olur. Hazret-i Asiye Annemiz’in duâsında;

“Bana katında bir ev ver.” (et-Tahrîm, 11) diye; bilhassa zikrederek ev istemesi, kadının nezdinde evin değerini anlatmaya yeter.

Evler; kadınlar için sığınaktan da öte, bir kaledir. Kadın evinde ağırdır, değerlidir, emniyettedir. Kadın evinin hanımıdır, hâkimidir. Hiçbir kadın için ev, değerinden bir şey kaybetmez. Günümüzde erkek gibi dışarıda çalışan kadınlara sorsanız, çoğunun çalışmaktan gayesi; ev sahibi olmak, evini döşemek, evinin masraflarını karşılayabileceği bir gelire sahip olmak gibi şeylerdir… Yani çoğu; çalışmanın yükünü, eninde-sonunda huzurlu bir ev hayatı elde etmek için çeker.

Kadınlarla evler birbirinin ayrılmaz parçasıdır. Evler bir beden ise, kadınlar da o bedenin içindeki can gibidir. Elbette erkekler de masrafları karşılayarak evin enerjisini sağlar, evi ve hane halkını sahiplenir, himaye eder. Ama bunu bir kadının yardımı olmadan asla yapamaz. Tıpkı «nefs» arayüzü olmadan rûhun beden üzerinde tasarruf edemeyeceği gibi…

Evi her yaştan yakınları için bir huzur ve sükûn kaynağı yapan, evin kadınıdır. Uyumlu, becerikli, hâlden anlayan, fedâkâr ve sabırlı bir ev hanımı; kocasının da evi sahiplenmesine yardımcı olur, onun da şefkat kanatlarını açmasını sağlar. Böylece ev, başta evin hanımı ve beyi olmak üzere herkes için bir cennet yuvası olur. Ama tam tersi «emmâre» bir kadın, kocasını da ailenin diğer fertlerini de ifsad eder.

Kadınlar evi ev yapan her konuda doğuştan yeteneklidir. Sadece evi mi?.. Memleketi vatan yapan, dünyayı cennet yatırımı yapan, hep kadınlığıyla barışık olan kadınlardır.

Binlerce, milyonlarca insan bir araya gelip binalar yapabilir, şehirler ve devletler kurabilir ve hattâ milletler arası kuruluşlar meydana getirebilir. Ama bütün bunlar; arkadan gelen sağlıklı ve iyi terbiye görmüş bir nesil yoksa, hiçbir şey değildir.

Kadın kadınlığıyla barışık olduğu sürece evinde, bu hayatta olabileceği en büyük şey olur; «anne» olur. Anneler gelecek nesilleri yetiştirmekle var olan her şeyi değerli ve mânâlı hâle getirir. Bu yüzden evler; kadınların hayatını geçirme yeri olmaktan ziyâde, hayatın nesiller boyunca idâmesi için gerekli neşv ü nemânın meydana geldiği rahimlerdir.

Kadınla ev arasındaki bu kuvvetli irtibattan dolayıdır ki; evler değiştiğinden beri, kadınların durumunda da tam dengeye gelmemiş, oturmamış, huzursuz edici bir değişiklik meydana gelmiştir. Bu iddiayı müşahhas bir örnekle açmak için size kendi çocukluğumda şahit olduğum, eski Türk-İslâm evindeki hayattan bir kesit sunmak istiyorum.

Anadolu’nun birçok şehrinde benzerlerini görebileceğiniz bu evlerin bahçesinde; kuyu, havuz, tandır, dış mutfak, yakacak damı, ahır, atölye niyetine kullanılan irili-ufaklı yapılardan oluşan bir müştemilât bulunurdu. Bilhassa yaz aylarında hayat, avluda geçerdi. Çünkü evlerin inşası, kadınların avluda rahatça hareket edebileceği şekilde mahremiyet ölçülerine göre plânlanmıştı. Evlerin pencereleri hiçbir zaman komşu evin avlusunu görmezdi. Evin sokağa bakan penceresi, hariciye denilen dış cepheye bitişik evin duvarında ve yerden yüksekçeydi. Dışarıdan bakan birisinin boyu yetişmezdi. Kapı çaldığı zaman, kimin geldiğini görmek için; çocuklar veya hanımlar duvar yastıklarına basarak bu pencereden bakardı. Evin kendi bahçesine bitişik olan odanın pencereleri ise geniş olurdu. Bu pencerelerin kenarlarındaki çiçekler ve bahçenin güzel manzarası, minderlerle döşenmiş odanın en güzel tezyinâtıydı.

Evin en geniş alanı olan mâbeyin -hol mânâsında- odalar arasındaki boşluktu. Burası herkesin günün çoğunu geçirdiği yerdi. Evlerin altına kazılmış mahzenlerde, izbe denilen ambarlar bulunurdu. Bundan başka evlerde; yine bahçeye bakan, camekânlar veya merdivenli teraslar olurdu. Ama bu mekânların hiçbiri, evi sokaktan ayıran yüksek duvarların boyunu aşamazdı.

Bu evlerin sağlı-sollu sıralandığı sokaklar, erkekler ve çocuklara terk edilmiş gibiydi. Kadınlar komşu evlere geçmek için arka cephedeki bahçe kapısını kullanırdı. Böylece omuzlara alınan bir şalla kolayca komşuya gidilirdi. Erkeklerin, komşu kadınlarla karşılaşma ihtimali olan arka bahçe ve bağlarda dolaşması iyi karşılanmazdı. Bağa amele geldiği günlerde, inşaat ve çatı tamiri gibi işler için erkekler evin üst katlarında olduğu zamanlarda, kadınlar eve çekilir; bu dönemin geçmesini beklerlerdi. Onun dışında bahçe ve avlu, kadın ve çocukların serbest olduğu yerlerdi.

Evin arka bahçesine sebze ve çiçek ekilir, arkadan geçilen bağda da üzüm yetiştirilirdi. Ayrıca birkaç meyve ağacı da bulunurdu. Birçok ihtiyaç evde karşılanırdı. Eve çuvallarla getirilen zahîreler tamamen evde işlenirdi. Ekmek, et ve süt ürünleri, kahvaltılıklar hep evde imal edilirdi. Evde üretilen bu malzemeler komşulara ikram edilir, paylaşılırdı. Kim neyi üretiyorsa, onu hediye eder ve böylece paraya dayanmayan bir ekonomik modelle ihtiyaçlar giderilirdi.

Bu evlerde hayatı sürdürmek için, düzenli olarak; elektrik, su, doğalgaz faturası ödemek bahis mevzuu değildi. Yakacağın bir kısmı, ağaçlar ve üzüm çubukları budandığı zaman temin edilirdi. Hayvanlardan da tezek elde edilebiliyordu. Son zamanlarda gelinler iş yapmak istemeyince, kışlık kömür döktürmek âdet hâline gelmişti. Bağlar kurumaya terk edildi, bahçelere sadece çiçek dikilir oldu.

Ardından; «Bu evler çok yorucu, zahmetli.» denilerek apartman dairelerine çıkmak yaygınlaştı. Evler tamir edilmez oldu, köhnedi ve terk edildi.

Apartman hayatında, ilk zamanlar; hanımlar yine evlerinde dikiş-nakış gibi işler yaparak üretken oluyorlardı. Ancak sanayinin hızlı gelişmesi karşısında, kadının iğneyle kazdığı kuyudan su çıkmaz hâle geldi. En sonunda ev hanımlığı rolü, bugünkü durumuna ulaştı. Artık ev hanımı denince sabahları geç saatte yataktan kalkan, televizyon seyretmek ve hamur işleri yutup dedikodu etmekten ibaret çay saatleri arasında ömrünü tüketen, evinin dekorasyonuna ve hijyenine abartılı bir anlam yükleyen insan tipi akla gelir oldu.

Hanımlar her zaman evlerin hâkimiydi ama son zamanda bu hâkimiyetleri ceberût bir hâle geldi. Ev hanımları ile mobilya üreticilerinin verdiği kararlara göre yönlendirilen ev hayatında, evin diğer fertlerinin hiçbir söz hakkı kalmaz hâle geldi. Yaşanan bir yer olmaktan çok, göze hitap eden bir mekân olması beklentisi yüzünden; evde hobilere, kitaplara, yaşlı ebeveyne hattâ emekli beylere yer bulunmaz oldu. Çok zarif, şık, en ince detaylarına kadar estetik bir şekilde tasarlanmış mutfaklarda; balık pişirilmez, yufka açılmaz oldu. Sıkça abdest alanlar;

“Yerleri ıslatıyorsun!” diye azarlandı.

Öyle ki çocuk odalarının dekorasyonunda çocuk, bir detay hâline düştü. Çocukların oyun oynayacak bir boşluk bulamadığı, kendisini deneyecek hobilere izin verilmeyen, ancak bilgisayar masasına müsaade edilen evler oldu bunlar.

Erkekler ağır masrafları karşılamak için çok yoğun çalışırken, kadınlar can sıkıntılarını yeni tüketim yöntemleri icat ederek bastırma yoluna gitti. Çocuklar ise ileride çok para kazanabilmeleri için yarış atı gibi ders çalışmaya zorlandı ve artık aile fertleri bir araya gelemez oldu.

Evler; tabiattan, insanî ilişkilerden koptu; renk ve desen yönünden çok uyumlu dekore edilmiş ama birbirine uyum göstermeyi beceremeyen kişilerin yaşadığı yerler hâline geldi. Çok zarif döşenmiş evlerin duvarlarında, hiç de zarif olmayan sözler yankılandı. Bu dört duvarlar; erkeklerin de hayatta gösterdiği başarı ve kazancı kadar kabul gördüğü yerlere dönüşünce, evlilikler samimiyetini ve sıcaklığını yitirmiş oldu. Artık evlilik; her erkeğin hayatını kolaylaştıran bir ihtiyaç değil, sadece bazı erkeklerin altından kalkabileceği lüks bir masraf kapısı hâline geldi.

Peki ne oldu da böyle oldu? Kadınları böyle acımasızlaştıran neydi? Birçok cevap verilebilir. Meselâ kadın; fıtratında bulunan güzellik duygusunu, hüsn, yani iyilik ve güzel ahlâk gibi mânevî sahalarda eğitmeyip, zaten fıtraten meyilli olduğu maddî eşya tüketimi yönüne sevk eder ve önüne çok fazla tahrik edici modeller koyarsanız fazla dayanamayacaktır, denebilir. Yahut insanoğlunun rûhunda mevcut olan yarışma ve rekabet duygusu, mânevî bir hedefe yöneltilmezse maddî hedeflere aşırı anlam yüklemeye sebep olabilir, denebilir. Belki hepsinden önemlisi; kadın için beğenilmek, toplum tarafından kabullenilmek çok önemli olduğu için, eğer maddî tüketimi önüne bir norm olarak koyarsanız o da sürüye uymaktan kendini alıkoyamaz, denebilir.

Her ne dersek diyelim şu gerçekten kaçamayız: Bu sonucun meydana gelmesinde hiç şüphesiz; kadınları kendi zaaflarıyla baş başa bırakan, ona üretken olabileceği zeminler oluşturmayan, tam aksine kurduğu ekonomik düzenle tüketim zaafını istismar eden erkeklerin de mühim bir payı vardır.

Erkekler toplumun terbiyecisi ve imamıdır, kadınlar onlara tâbîdir. Ne olursa olsun sonuçta kadın talip bekleyen konumdadır, erkeklerin katında hangi tür kadın revaçta ve makbul ise kadınlar öyle biçim almaya rağbet ederler. En takvâlı, mâneviyatlı, üretken ve samimî kadın makbul tutulursa, kadınlar da onları örnek alabilir. Bugün olduğu gibi en göze hitap eden, parıltılı imajlı kadına rağbet edildiği sürece, onun kaprisleri de mecburen çekilecektir.

Hem bugünün kadınlarının önüne tüketim seçeneklerini dökenler kimlerdir? Onlara bütün eşyalarınız uyumlu olmalı ve benzeri normları dayatanlar kimler? Annelerimiz de kadındı, onlar niye böyle bir arayış içinde değildi?

Bir örnek olarak, bir süre önce taşındım ve mutfağıma eski evimden bir parça dolap getirdim. Onu duvara monte etmesi için çağırdığımız ustalar;

“–Bunun rengi uymuyor.” dediler.

«Boyayalım.» desek olmuyormuş. Hattâ artık o rengin modası geçmiş, bütün mutfağı kırıp paramparça etmeli, yeniden dekore etmeliymişiz. Olmuşken böyle olmalıymış…

“–Renginin uyması şart değil, siz takın gitsin!” diye ısrar ettiğim için surat astılar. Çünkü onlara aldırış etmediğim için, para kazanamadılar. Benim gibi anarşist kadınlar çoğalırsa, ekmeklerini nasıl kazanacaklar?

Aslında bu kurallar; erkeklere geçici olarak kazandırsa da uzun vâdede kaybettiriyor, onları kadınsı tüketim dünyasına esir ediyor. Öte yandan kadınları da hem canavar hem kurban durumuna düşürüyor. Çoğu kadın bu normlara uygun tüketimde bulunabilmek için «boğazından kesiyor.» Ülkemizdeki çoğu kadın; niteliksiz gıdalarla çay saatlerini savuşturdukları için, kansızlık ve kemik erimesi gibi dertlerden muzdarip. Evet, kadınlar bencil oldukları için değil; kendilerine dikte edilen normlara uymak için bütçelerini zorluyorlar.

Oysa bu kadar korkmalarına gerek yok. Evime ikinci el eşya satan dükkânlardan masa, sehpa, dolap gibi ihtiyaç duyduğum parçaları, takım mobilyaların çok altında fiyatlara alıyorum ve kimse de beni;

«Göz zevkimizi bozdu!» diye dâvâ etmedi!.. Şaka bir yana, artık kadınlarımızın değerli olmayı tüketimde aramaması için hepimizin bir şeyler yapması gerekiyor. Bunun için uygun tedbir; kızlarımızı evlerinde, bilgisayardan çalışabilecekleri mesleklere yönlendirmek olabilir. Karma eğitimden vazgeçilirse; eğitimden sağlığa her alanda mahremiyete uygun, eve benzer çalışma şartları sağlanabilir. Bunun yanında ev ekonomisine, evde üretilen mamullere daha fazla değer verilebilir.

Erkek çocuklarımızı da eş seçiminde nelere dikkat edeceği ve evliliği yürütme hususunda erkeğe düşen rolü nasıl sergileyeceği konusunda eğitmeliyiz. Para kazanmak kadar saygı kazanmayı da bilen gençler olarak yetiştirebilmek için; babalarıyla, örnek olacak şahsiyetlerle daha fazla zaman geçirmelerini sağlamalıyız.

Böylece evlerimiz evin aslî fonksiyonuna yeniden dönebilir ve problemlerin türediği yerler olmaktan çıkıp yeniden çözüm yerleri olurlar. Unutmamalıyız ki bugünün evleri geleceğe gebedir ve hamlini mutlaka dünyaya getirecektir.