AHDE VEFÂ EDEN AHDE VEFÂ BULUR

YAZAR : Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com

1898’de Sultan Abdülhamid Han’ın iradesiyle Şişli Etfal Hastahânesi’nin kuruculuğunu ve 1899’da da başhekimliğini üstlenen Dr. İbrahim Paşa, Abdülhamid Han tahttan indirilinceye kadar başhekimlik görevinde kalır ve rütbesi korgeneralliğe kadar yükselir.

Aynı zamanda padişahın aile hekimi olan Dr. İbrahim Paşa, günümüzden yaklaşık 110 yıl önce «Müslüman ve Özellikle Türklerin Tıptaki Başarıları»* başlıklı uzun makalesinde, örneklerle müslüman hekimlerin muâdillerinden birkaç yüzyıl daha önce, dikkate değer inceleme ve araştırmalar yaptıklarını yazar.

Dr. İbrahim Paşa, isimlerini tek tek verdiği hekimler ve eserleri hakkındaki bu makalesinde aynı zamanda;

“«Eski Mısırlıların ve Yunanlıların tıp bilgileri çok gelişmişti.» denir, fakat bunu ispatlayacak hiçbir eser yoktur. Oysa Arap ve Türk hekimlerinin tıbba hizmetlerini ispatlayacak eserler, bugün elimizin altındadır, üstelik çok sayıdadır.” demektedir.

Batılı bilim adamları da;

“Yunanlılar bir şeye başlıyor ve bitiriyorlar, çalışma metotları konusunda ayrıntıları ve kademeleri öğrenemiyorsunuz. Öte yandan müslüman kâşiflerin çalışmalarına baktığınızda, yaptıkları çalışmaları en ince detayına kadar görebiliyorsunuz. Üstelik bütün safhalardaki tekâmüllerini ve duydukları heyecanı bile anlatıyorlar.” demektedirler.

Aslında bugün modern bilim adı verilen, 15. ve 16. yüzyılda batılı ülkelerde ilk nüvelerini veren gelişmelerin ortaya çıkmasında; müslüman bilim adamlarının çok önemli katkıları olmuş, 10. yüzyıldan itibaren, bir İslâm ülkesi olan İspanya üzerinden bilimler, kitap ve makaleler ile yavaş yavaş bütün dünyaya yayılmaya başlamıştır.

Ancak batılı ülkeler kendi cumhuriyet ve demokrasilerini inşa ederken; -sembolik anlamda bile olsa- krallarını ve kraliçelerini baş tâcı etmelerine rağmen, memleketimizde, bize dayattıkları kendi medeniyet ürünleri sebebi ile bu el yazması eserlerden bîhaber, gerçek bilgiden, hakikî irfandan nasipsiz, taklitçi bir nesil yetiştirilmiş.

Mesela tarîkat pîrleri vasıtasıyla on dört asırdan beri Peygamberimiz’in ve ashâbının yolunda kâmil mü’minler yetiştiren dergâhlarda; fitneden ve fesattan uzak, kardeşlik duyguları gelişmiş cemaatler, ilim ve irfanla nasiplenirken, tarîkatlardaki inceliği kavrayamayan batılılar, onları ortadan kaldırmak için birtakım plânlar yapagelmişler ve;

«Bu dergâh denilen şeyleri kapatmanız Avrupa “uygarlığına” kavuşmanız için şarttır.» demişler.

Bu tavsiyelerle tekke ve tarîkatlar kapatılmış, tekkelerdeki o el yazması kitapların çoğu talan edilmiş, dağıtılmış, bakımsız kalmıştır.

Türk modernleşmesi; ne yazık ki, buna benzer örneklerle, Anadolu’ya yabancılaşmak üzerinden gerçekleşmiş. Anadolu’nun tasavvufun içinden geçen İslâm’ına sırt dönülmüştür.

Günümüze gelindiğinde ise; batı, İslâm’sız bir tasavvufa talip olurken, bize de tasavvufsuz bir İslâm dayatılıyor.

Ancak bu ve benzeri entrikalarla engellenen, dolayısıyla geciken Anadolu medeniyeti, gerçek bilgi ve hakikî irfanla donatılmış Türk bilim adamlarının bu el yazması eserleri ortaya çıkarmasıyla birlikte, gerçek kimliğine kavuşacak, aynı zamanda o dönemin bilim adamlarının isimlerinin duyulması ve onlara dünya çapında gereken değerin verilmesi sağlanmış olacaktır.

Böylece Hazret-i Mevlânâ’nın dediği gibi;

“Ahde vefâ eden ahde vefâ” bulacaktır.

İbrahim Paşa’ya ne olduğuna gelince; Almanca, Fransızca, Lâtince bildiği kaydedilen ve bir ilim âşığı olan Dr. İbrahim Paşa, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında; diğer saray mensupları gibi, rütbesi korgenerallikten yarbaylığa indirilmiş, görev dışı kalmış ve geçim sıkıntısına düşmüştür. Zamanın Sağlık Bakanı olan Dr. Refik SAYDAM’a başvurarak bir görev istemiş ve 1926’da Silivri Dispanseri tabipliğine atanmıştır. 1938 yılında İstanbul’da 77 yaşındayken vefat etmiştir. Sağlıcakla kalın.

______________

* Tıp Tarihi Araştırmaları Dergisi, sa: 4.