HAZRET-İ TULEYB -6-

YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Hazret-i Tuleyb -radıyallâhu anh-; her geçen gün kendini daha iyi yetiştiriyor, sevgili annesi ile beraber sürekli yeni şeyler öğrenmeye çalışıyordu. Rasûlullah -aleyhisselâm-’dan duyup öğrendiklerini sevgili annesine de anlatarak sürdürdükleri bu çalışma ile evleri bir okul hâline gelmişti.

Çok ciddî olumlu gelişmelerin yanında, çok vahim gelişmeler de oluyordu. Hazret-i Tuleyb’in şansından mıdır nedir, sürekli hareketli ortamlarda buluyordu kendini. Rasûlullah -aleyhisselâm-’a sataşan müşriklere saldırmış, bu yüzden iki defa çok ciddî tehlike atlatmıştı. Ama ne olursa olsun; Rasûlullah -aleyhisselâm- ile ilgili bir hareket olursa, gücü yetmese de yine hiç düşünmeden dalacaktı.

Yine bir gündü…

Hazret-i Tuleyb -radıyallâhu anh-; sevgili annesi ile bir müddet sohbet ederek, muhabbet gülistanından güller devşirdi. Sonra da görgü dağarcığına görgü, bilgi dağarcığına bilgi, edep dağarcığına edep depolamak için Dâru’l-Erkam yolunu tuttu. Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın doyumsuz sohbetleri ile her geçen gün bir başka huzur iklimine yükseliyordu.

Ara sokaktan geçerken, ileride 3-4 kişinin aralarında hararetli bir şekilde konuştuklarını gördü. Merak ettiği için, onlara görünmeden biraz yaklaştı. Siper edindiği yerden seslerini de duyuyordu:

–Bu sefer işini bitirelim!

–Evet, bitirelim işini!

–Neredeyse gelmek üzeredir.

–Dikkatli olalım.

–Şu tarafa saklanalım.

–Gelir gelmez hep beraber saldırıp işini bitirelim!

–Çok hızlı hareket etmeliyiz.

–Kimse görmeden bitirmeliyiz işini!

–Gelmek üzeredir!

–Gelsin, gelsin de görsün gününü!

–Putlarımızı terk etmek ha!

–Allâh’ın Rasûlü’ymüş!

–Öncelikle bize, sonra da bütün insanlığa gönderilmiş Rasûlullah’mış!

Duydukları ile ürperen Hazret-i Tuleyb’in tüyleri diken diken oldu. Bu hain müşrikler, Rasûlullah -aleyhisselâm-’a tuzak kurmuşlardı. Yanlarından geçerken, hep birden saldıracaklardı.1 Aman Allâh’ım!

Rasûlullah -aleyhisselâm-’a ya da müslümanlara koşup, kurulan bu çirkin tuzağı haber vermeliydi. Ama hiç zamanı yoktu. Her şey dakikalar içinde olup bitecekti. «Ne yapmalıyım?» ya da; «Ne yapabilirim?» gibi düşüncelerle zaman öldürmeye de vakti yoktu. Ne yapması gerekiyorsa hemen yapmalıydı.

–Gayret bizden, yardım Sen’den Allâh’ım!

Süratli bir şekilde taş toplayarak, siper alacağı duvar boyunca dizdi. Daha bir dakika dolmadan, boyunu aşan savaşa hazırdı artık. Zamanı iyi kullanmalı, Rasûlullah -aleyhisselâm- gelmeden bitirmeliydi bu işi. Hazırlığını tamamlar tamamlamaz icraata başladı.

Siperlendiği duvarın arkasından müşriklere görünmeden sesinin bütün gücüyle bağırmaya başladı. Fakat sadece bir kişi olduğunu hissettirmiyor, 5-6 kişilik bir grup varmış intibâını vermeye çalışıyordu. Bunun için siperin bir kenarından başka bir ses tonu ile, ortalarından başka bir ses tonu ile, diğer taraftan başka bir ses tonu ile haykırıyordu.2

–Heeeyyy, ne oluyor orada?

–Ne yapıyorsunuz siz?

–Tuzak kuruyorsunuz öyle mi?

–Rasûlullah -aleyhisselâm-’a tuzak ha!

–Haydi ey Ali, ilk sıra senin!

–Tamamdır ey Tuleyb, kıracağım bunların kafasını!

–Sen de mi geldin ey Sa‘d?

–Bensiz kavga olur mu ey Zübeyr!

–Bana da bırakın arkadaşlar!

–Gel ey Zeyd, sana da yeter bunlar!

–Sizi gidi hainler sizi!

–Rasûlûllâh’ın önünü kesmek ha!

–Saldırın arkadaşlar!

Böyle bağırıp çağıran Hazret-i Tuleyb -radıyallâhu anh-, müşriklerin üzerine taş yağdırmaya başladı. Siper arkasında bir o kenara, bir bu kenara, bir orta yere koşuyordu. Her taraftan hem taş yağdırıyor, hem de değişik seslerle öyle bir bağırıyordu ki; 5-6 kişilik bir grup tarafından sıkıştırıldıklarını zanneden 3-4 müşrik, büyük bir panikle sağa-sola kaçışmaya başladılar. Her biri kendi derdine düşmüştü.3 Yani can korkusu ile kaçışmaya başlamışlardı.

Diğer taraftan Hazret-i Tuleyb -radıyallâhu anh-; canını, canından çok sevdiğine fedâ ediyordu. Can korkusu yerine Canların Cânı için, canına minnet bilecek bir savaşın içine girmişti. Onun derdi kendi canının derdi değildi. Canlarının Cânı idi onun derdi.

Birkaç dakika içinde biten bu ilgi çekici savaş, Hazret-i Tuleyb’in zaferi ile sonuçlanmıştı. Hain müşrikler, can korkusu ile kaçıp gitmişlerdi. Onlar dağılıp kaçıştıktan sonra, siperin bir kenarına yığılan Hazret-i Tuleyb -radıyallâhu anh-; nefes nefese ve sırılsıklam ter içinde kalmıştı. Birkaç dakika içinde taş toplayıp sipere yaymış, yine bir-iki dakika içinde oldukça hareketli bir mücadele içine girmişti. Bu yüzden de çok yorulmuş, nefes nefese kalmıştı.

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın selâmı ile kendine gelen Hazret-i Tuleyb, bir anda yerinden fırladı. Güzeller Güzeli’nin, yüreklere işleyen güzel sesinden, selâmların en güzelini almıştı. O’na cevap verirken, yine nefes nefeseydi. Ne olup bittiğini soran Rasûlullah -aleyhisselâm-’a, aynı şekilde nefes nefese olan biteni kısaca özetledi.4

Rasûlullah -aleyhisselâm-; yaşına rağmen sergilemiş olduğu bu destansı gayreti sebebiyle Hazret-i Tuleyb’e tebessüm ile beraber duâ ederek, elinden tuttu. Rasûlullâh’ın mübârek elini tutma şerefi ile canına can katan Hazret-i Tuleyb -radıyallâhu anh-, en çok sevdiği ile beraber yürümeye başladı.

Dâru’l-Erkam’a vardıklarında, Rasûlullah -aleyhisselâm-, daha oturmadan Hazret-i Tuleyb’in yaptıklarını anlattı. O an orada olan sahâbîler büyük bir hayranlıkla dinlediler. Sonra da her biri ayrı ayrı tebrik ve takdire başladılar.5

Müslümana bu yakışırdı işte. Allah ve Rasûlü’nü her şeyinin başına alan müslüman böyle hareket etmeliydi! Hazret-i Tuleyb’e tebessümle bakıp duâ eden Peygamber Efendimiz, Kur’ân ve Sünnet çerçevesinde yaşadığımız sürece bize de şefaat edecektir inşâallah.

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_________________

1 İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, c. 1, s. 232; İbn-i Hacer el-Askalânî, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, c. 4, s. 2412.

2 İbn-i Seyyidü’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser fî Fünûni’l-Megāzî ve’s-Siyer, c. 2, s. 389; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe fî Ma’rifeti’s-Sahâbe, c. 5, s. 6.

3 Şâmî, es-Sübûlü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd fî Sîreti Hayri’l-İbâd, c. 11, 86-87; İbn-i Abdilber, el-İsti’âb fî Ma’rifeti’l-Ashâb, c. 4, s. 224-228, 343.

4 İbn-i Sa’d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 8, s. 42-43; Diyarbekrî, Târihu’l-Hâmis fî Ahvâli Enfesi Nefîs, c. 1, s. 171.

5 Zübeyrî, Kitâbu Nesebi Kureyş, s. 19; Belâzürî, Ensâbu’l-Eşrâf, c. 4, s. 424.