HAZRET-İ TULEYB -4-

YAZAR : Âdem SARAÇ ademsarac@yyu.edu.tr

Doğuşundan itibaren İslâm güneşi ile aydınlık ufuklara yürüyen Hazret-i Tuleyb -radıyallâhu anh-, sevgili annesi Hazret-i Ervâ’nın da müslüman olmasına vesile olmuştu.

Dâru’l-Erkam’ın müdâvimlerinden biri olan Hazret-i Tuleyb -radıyallâhu anh-, orada görüp öğrendiklerini gelip evde sevgili annesine anlatıyordu. Yeni nâzil olan âyet ve sûreler, aynı gün Hazret-i Tuleyb ile Hazret-i Ervâ’nın ders ve sohbet konusu oluyordu.

Hazret-i Tuleyb, Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ın hiçbir sohbetini kaçırmıyordu. Bütün sohbetleri büyük bir aşk ve şevk ile dinliyor; bir yandan öğrendiklerini yaşamaya çalışırken, bir yandan da sevgili annesine öğretmeye çabalıyordu. Anne-oğul öyle güzel bir gayret içine girmişlerdi ki, görenler hayret ediyorlardı.

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın halalarından biri olan Hazret-i Ervâ -radıyallâhu anhâ-; sevgili oğlunun vesilesiyle müslüman olmuş, yine sevgili oğlu ile beraber İslâm yolunda emin adımlarla ilerlemeye başlamıştı.

Hazret-i Tuleyb’in annesi olan Ervâ Hala; hem câhiliyye döneminde hem müslüman olduktan sonra şeref ve fazîletiyle tanınan, görüşlerine başvurulan Mekke’nin meşhur hanımlarından biriydi. Diğer kız kardeşleri gibi o da şair olduğundan, sözleriyle ve şiirleriyle Rasûl-i Ekrem’i ve müslümanları müdafaa etti. Birçok konu ve olayda, erkeklere taş çıkartacak derecede öne çıktı.1

Peygamberimiz -aleyhisselâm-, insanları düştükleri korkunç uçurumdan kurtarmak için gece-gündüz çalışıyordu. O’na îmân ile şereflenen sahâbîler de aynı gayretin içindeydiler. Bu onurlu çabada hanımlar da çocuklar da vardı. İşte bunlardan biri de Hazret-i Tuleyb idi.

Mekke’nin önde gelen nasipsiz müşrikleri, her zamanki gibi yine bir yerde toplanmışlardı. Peygamberimiz -aleyhisselâm- ve müslümanlar aleyhine atıp tutuyorlardı. Özellikle en ağır kelimeleri seçerek Peygamberimiz’e hakaret ediyorlardı. Bu şekildeki hakaretleri hiçbir akl-ı selîm insan kaldıramazdı. Ama akılları ile beraber, her şeylerini elleriyle yaptıkları putlara bağladıkları için, ne yaptıklarının farkında bile değillerdi.

Nasipsizlerin nasipsiz atıp tutmaları esnasında Peygamberimiz -aleyhisselâm- da oradan geçiverdi. Rasûlullâh’ı gören bu nasipsizler, çirkin sözlerini daha da çirkinleştirdikleri gibi, kalkıp Peygamberimiz’e el kol hareketi yaparak, fena hâlde hakaret ettiler. Nasipsizleri, nasipsizlikleri ile baş başa bırakan Peygamberimiz, onlarla muhatap olmayarak yürüyüp gitti.2

Bütün bunlar olurken o anda oradan geçmekte olan Hazret-i Tuleyb -radıyallâhu anh- da, bu çirkin sözleri bütün ayrıntısıyla duydu. Rasûlullah -aleyhisselâm-’a yapılanları gördü. Tüyleri diken diken olurken, fena hâlde öfkelendi. Bu dayanılmaz hakaretlere daha fazla tahammül edemeyen Hazret-i Tuleyb; sesinin bütün gücüyle bağırarak, bir anda Ebû Cehil’in üzerine yürüdü:3

–Rasûlullâh’a hakaret ha! Şimdi görürsün sen!

Eline geçirdiği kalın bir sopa ile bir anda şimşek gibi fırlayıp, Ebû Cehil’i yıldırım gibi çarptı! Her şey saniyeler içinde olup bittiği için, kimse bir şey yapamamıştı. Daha doğrusu müdahale fırsatı bulamamışlardı. Başına yediği şiddetli darbe ile bir anda; «Of!» diye inleyen Ebû Cehil’in başından kan akmaya başladı:4

–Rasûlullâh’a nasıl hakaret edersin sen!

Hazret-i Tuleyb -radıyallâhu anh-; tekrar haykırıp, artan bir öfkeyle sopayı bir defa daha Ebû Cehil’in kafasına indirdi. İkinci darbenin tesiriyle yere düşmekten zor kurtulan Ebû Cehil; artan acıyla beraber, büyük bir öfkeyle yanındakilere çıkıştı:

–Daha ne bekliyorsunuz be!

Nasipsiz müşriğin bu feryâdı ile kendilerine gelen müşrikler, hepsi bir anda Hazret-i Tuleyb’in üzerine atıldılar. Üçüncü hamleye hazırlanmış olan Hazret-i Tuleyb -radıyallâhu anh-, üzerine gelenlere de birkaç darbe indirmeyi başardı. Fakat kalabalık olan müşriklerin hepsi birden çullandıkları için, kaçacak bir fırsat bulamadı. Hâin müşrikler öyle saldırmışlardı ki, görenler bu işin bittiğine, Tuleyb’in ölüp gittiğine hükmediyorlardı.5

Bunca nasipsiz arasına tek başına dalmış olan Hazret-i Tuleyb -radıyallâhu anh-, gerçekten çok zor bir duruma düşmüştü. Öyle ki, sesi soluğu da çıkmaz olmuştu. Olayı duyup son anda yetişen Ebû Leheb; bir yandan Tuleyb’i kurtarmak için aralarına dalarken, bir yandan da bağırıyordu:

–Yeter, yeter; öldürecek misiniz çocuğu?

–Dayağı hak etti ama!

–Bırakın, bırakın; dedim size!

–Ne o Ebû Leheb, akrabalık damarın mı kabardı?

–Yeğenim o benim be!

–Dayısı olduğunu yeni mi hatırladın?

–Bırakın dedim size?

–Yaptığı cezasız mı kalacaktı?

–Yeter artık!

–Merak etme, öldürecek değiliz herhâlde!

–Ne yapacaksınız peki?

–Sıkıca bağlayıp hapsedeceğiz?

–Sonra?

–Sonrasını sonra düşünürüz!

O günlerde 15-16 yaşlarında ancak olan Hazret-i Tuleyb -radıyallâhu anh-, fena hâlde dayak yemişti. Son anda insafa gelen dayısı araya girince, vurmayı bıraktılar. Fakat ağır yaralı olduğuna bakmadan, bu sefer de tutup sıkıca bağladılar.6

–Bu çocuk bu yaralarla fazla yaşamaz!

–Gebersin!

–Hadi ben sizden yanayım, bütün Hâşimoğullarını karşınıza alabilecek misiniz peki?

–Ebu’l-Hakem’e (Ebû Cehil) ne yaptığını görmüyor musun?

–Görüyorum, ama siz de akıllı olun biraz. Bu çocuk burada böyle kalırsa kan kaybından ölebilir! O zaman da Hâşimoğulları ile baş edemezsiniz. En iyisi mi alıp annesine götüreyim ben bunu! Yoksa başımız derde girecek!

–Haklısın galiba.

Hazret-i Tuleyb’in bağlarını çözen Ebû Leheb, sürüyerek annesine götürdü. Sevgili oğlunu bu hâlde gören Hazret-i Ervâ;

“–Yavrum!” diye atıldı. Ebû Leheb ise bağırıp çağırmanın derdindeydi:

–Çocuğuna sahip çık Ervâ!

–Ne oldu, ne yaptınız çocuğa böyle?

–Ben yetişmeseydim, nerede ise öldüreceklerdi.

–Nasıl dayısın sen, neden sahip çıkmadın çocuğa?

–Bir daha böyle yaparsa, ben bile kurtaramam, bilmiş ol!

–Ne yaptı ki oğlum?

–Kendisine sorsana!

Ayakta zor duran Hazret-i Tuleyb -radıyallâhu anh-; bu hâliyle bile gülümsüyordu. Ebû Leheb’i kudurtan bu duruş ve bakış, sevgili annesini iyice meraklandırdı:7

–Ebû Cehil kâfiri Rasûlullah -aleyhisselâm-’a öyle sataştı ki, ben de dayanmayıp kafasını yardım!

–İyi etmişsin!

–Sen ne diyorsun Ervâ?

–Ne yani, o kuduz kâfir, sevgili yeğenime sataşacak; sevgili oğlum da sessiz kalacak; öyle mi?

–Ne hâliniz varsa görün!

Ebû Leheb öfkeyle homurdanıp uzaklaşırken, Hazret-i Ervâ -radıyallâhu anhâ-; büyük bir sevgi ve şefkatle sevgili oğluna yöneldi:

–Yaralarını tımar edip pansuman edelim önce…

–Yürek yaralarım ne olacak peki sevgili annem?

–Yürek yarası hepimizde var oğlum! Önce beden yaralarını tedavi etmeye çalışalım. Sonra ne olup bittiğini anlatırsın. Rasûlullah için ne fedâkârlık yapılsa azdır…

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…-

_______________

1 Hâkim, el-Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, c. 3, s. 239.
2 Zehebî, Siyeru A‘lâmü’n-Nübelâ, c. 1, s. 228.
3 İbn-i Hacer Askalānî, el-İsâbe fî Ma‘rifeti’s-Sahâbe, c. 4, s. 227.
4 İbn Sa‘d, et-Tabakātü’l-Kübrâ, c. 3, s. 123.
5 Mustafa Âsım KÖKSAL, İslâm Tarihi, c. 2, s. 56-58.
6 Zehebî, Siyeru A‘lâmü’n-Nübelâ, c. 1, s. 228.
7 Şâmî, es-Sübûlü’l-Hüdâ ve’r-Reşâd fî Sîret-i Hayri’l-İbâd, c. 11, s. 104.