EDEBÎ BİR MUHİT OLARAK «YÜZAKI»

YAZAR : İlyas KAYAOKAY okaykaya_1991@mynet.com

Mensup olduğumuz kültürel yapı içerisinde «ocak» kavramının ayrı bir yeri vardır. İnsanlar, gerek soğuk kış gecelerinde gerek çeşitli zaman dilimlerinde bir «ocak» etrafında toplanarak birlik ve beraberlik içinde olurlardı. Böyle yerler toplumların bellekleridir. Zira bir araya gelen insanlar; hikâyelerini, efsânelerini, destanlarını, seyirlik oyunlarını icrâ ederek geçmişiyle olay köprüsünün yıkılmamasını sağlar. Tarihte birçok nümûnesine rastladığımız böyle oluşumlar millî-kültürel bilinci zinde tutup geleceğe taşımışlardır. 20. asırla birlikte, uzay yolunda yürümeye başlayan insanın, bu tür «içtenlik mekânları» büyük tahribata uğramıştır. Materyalist balyozun darbeleri altında ezilen ve bünyesine incir ağaçları dikilen «ocak» yerlerinin kırıntıları seyrek de olsa görülmektedir.

Günümüzün kültür neferliğini üstlenmiş böyle bellek-mekânlarının başında ismiyle müsemmâ olan «Yüzakı» gelmektedir.

İki asırdan beridir ırmağının kaynağını batının siyah suyundan alan medeniyetimiz; bu meyille birlikte, kıyafetten tutun da şiire kadar her şeyini onlara borçlu bir hâle gelmiştir. Bugün şiirimizin, edebiyatımızın batı tahakkümü altında olduğu bir çağda batılı dese ki;

“Şiirimizi, romanımızı vs… her ne aldıysanız bize geri verin!” İşte o vakit sarılacağımız yaprak Yüzakı’nın sahifeleri olacaktır. Çünkü Yüzakı; geleneğini, geçmişini koruyan ve kollayan kendi kültürel kimliğine değer veren bizi biz yapan olguların farkında olan bir dergidir.

Âhirzamandayız, devir öyle değişiyor ki zamâneye yetişmek ne mümkün. Sosyal hayatın bu zıtlığı edebî sahaya da aksetmiştir. Bugün batının «serbestliği» her şeyin üstünde tutulmaktadır. Köklü edebiyatımızda bir zamanlar bazı aruz şairleri, hece şiirini bile basit görür, beğenmezlerdi. Son asırların tahribatıyla zevk-i selîm bazılarında öylesine bozuldu ki takipte olduğumuz kimi edebî dergiler «gönderilen şiirin vezni aruzdur deyû» derginin kapısından içeri sokmamaktadır. Kimi şiir yarışmalarında aruz vezni şiirler, okunmadan değerlendirme dışı bırakılmaktadır. Fakat Yüzakı bu bozuk anlayışı yıkmıştır…

Çünkü Yüzakı, hâfızası olan bir dergidir, şuurludur. 21. asrın dîvan şiirinde önemli bir muhittir. Geleneğin çizgisinde devam eden şairler, burada kendilerini ifade etmektedirler.

Yüzakı’nda Yahya Kemal’in eski şiirin rüzgârıyla şeklinde tarif ettiği, dîvan üslûbu meş’alesi; Seferî, Memduh CUMHUR, Mürid, Harun ÖĞMÜŞ ve Edîbî gibi şairler tarafından taşınmaktadır. Tâlî ve Seyrî’nin çoğu aruz şiirleri ise, dîvan edebiyatı sonrası şekil ve nevîleri de kapsamaktadır.

Bunlardan Edîbî daha ziyade Ahmed Hâşim’e, Harun ve Memduh, Yahya Kemal’e yakındır. Seferî zaten, edebî bir silsileyle Âmil ÇELEBİOĞLU vasıtasıyla Yahya Kemal’e bağlanır.

Şeyhî ile başlayan mahlâs alma geleneği Yüzakı sayesinde devam etmektedir. Mahlâsnâme özelliği sayılabilecek şiirler dahî kaleme alınmıştır. Nazîre, tahmîs, taştîr, zincirli koşma, satranç, lebdeğmez, tarih düşürme gibi şiirimizin an‘anelerini ayakta tutan da yine Yüzakı’dır. Prof. Dr. İsmail ÇETİŞLİ’nin makalesinde de belirttiği gibi Cumhuriyet tarihinin ikinci «Hilye»si Yüzakı muhitinde M. Ali EŞMELİ (Seyrî) tarafından yazılmıştır. İsmail ÇETİŞLİ «Türk Edebiyatında Hazret-i Peygamber» isimli çalışmasında son 150 seneyi ele aldığı hâlde, bu kapsamın son altı senesinde var olan Yüzakı şairleri, kitabın mühim bir kısmını doldurmaktadır.

Şiir ezberleme geleneği, şiirli hasbihâl programları; âdeta mevlidlerin, mîrâciyelerin günümüze adaptesi… Etkili aruz eğitimi için mahfil geleneği de sürmektedir. Yüzyıllardan beridir tartışılagelen; «aruz Türk şiirine uygun mudur değil midir?» sorusunun gereksiz olduğunu bu mahfil sayesinde anlamaktayız. Aruzun Türkçeye nasıl uygun olduğunu dergide yazan şairlerin şiirlerinde görmekteyiz. Aynı zamanda derginin Yazı İşleri Müdürlüğünü de yürüten Tâlî’nin, Yüzakı için yazmış olduğu tarih manzûmesinde bir yerde şöyle dediğini müşâhede ettik:

İmâlesiz ve zihafsız aruz ve köklü hece,
«Kırık nesir»lere kalmış devirde yüz akıdır…

Yüzakı, «kün» sözünün mânâsına nüfuz edebilmiş ender bir dergidir. Yazıların güzellik, estetik, doğruluk vs… açılardan ne gibi süzgeçlerden geçirilerek neşredildiğine son aylarında nâçizâne bir yazarı olarak ben de şahidim. Gördüm ki derginin müellifleri Fuzûlî’nin şu iki mısraını daima kendisine rehber edinmiştir:

Arturan söz kadrini sıdk ile kadrin arturur,
Kim ne mikdâr olsa ehlin eyler ol mikdâr söz.

“Doğru söyleyerek sözün değerini artıran kimse, kendi değerini artırır. Çünkü söz ne kadar değerli ise, söyleyeni de o değerde olur.” Bugün 100. sayısı ile «Dalya!» diyen Yüzakı’nin müellifleri, Sünbülzâde Vehbî’nin:

Germ ü serdine bakılmaz bu yalan dünyânın,
Eyleme vaktini zâyi‘ deme kış-yaz, oku yaz. (germ: Sıcak, serd: Soğuk)

tavsiyesiyle her ay ayrı bir güzellik ile gönüllere hitap etmektedir. Dergideki pek çok şair ve nâsir etrafına rehberlik etmiş şuurlu birer aydındır.

Mâlik olmaz gevhere deryâya vâsıl olmayan,
Ma‘rifet dürrin dilersen hâtır-ı dânâya bak. (Kara Fazlî)

“Denize kavuşmayan kişi cevhere sahip olamaz, Mârifet incisini istersen, âlimin gönlüne bak.”

Daha iki kelimeyi bir araya getirip cümle yapamayanlara inat, âzamî bir gayret ile sözün rüyasını kurmaya çalışırlar. Bulmacası bile şiirlidir.

Milletimizin hâfızasını canlı tutmak için böyle merkezlere ihtiyaç vardır. Aktüel siyasette taraf olacak yazılar yayımlamayan derginin, vatan ve millet hususundaki birleştiriciliği dikkat çekicidir. Türkiye’de çıkan dergileri bir bayrağa benzetecek olursak Yüzakı, o bayrağın ortasındaki ay ve yıldız olacaktır…
Yüce Allah, samimiyet ve aşk ile yapılan hiçbir işi yarı yolda bırakmaz. Umarım nice yüzüncü sayıları görürüz.