Çokluk Girdabında; BİRLİK EKSENİ
YAZAR : H. Kübra ERGİN hkubraergin@hotmail.com
Âhirzamanda en büyük imtihanımız nedir?
Belki bir değil birçok şey ama hepsinin de temelinde, bizi oyalayıp, eğlendirdiği bildirilen «tekâsür» yani «çokluk, çoğalma»nın en geniş daireye kadar dallanıp budaklanması…
Gerçekten de her şeyde ama her şeyde akıl karıştıran, dikkat dağıtan, hani âyet-i kerîmede «elhâküm: Sizi oyaladı» ifadesiyle özetleniverdiği gibi; tasavvufta gaye olarak gösterilen «cem‘iyyet» hâlinin zıddı, zihnî, kalbî dağınıklığa yol açan bir «çokluk»la imtihan oluyoruz.
Nüfusta, üretimde, tüketimde, haberleşmede… büyük bir çoğalma ile karşı karşıyayız. Belki âyet nâzil olduğu sıradaki muhatap; kendi ailesinin, kabîlesinin, malının çokluğuyla oyalanıyorsa; bugünkü insan, sayısız meseledeki çoğalma sebebiyle, bir okyanusta gibi dalgalara kapılıp muvâzenesini yitiriyor.
Her an yeni bir yaratışta olan…
Kudret kaleminin bir misali olan zaman ile levh-i mahfûzun bir gölgesi yerinde olan rû-yi zemîne her an yeni yeni kelimeler yazan…
Nefsi yaratan ve ona fücûru veya takvâyı ilham eden, iyi-kötü ameller işleten, güzel-çirkin sözler söyleten, mânâlı-mânâsız yazılar yazdıran…
Kendi amellerimiz ve sözlerimizin aynasında bize nefsimizi tanıtan…
Nefsimizin noksanlıklarımızdan bîzâr olduğumuz zaman, O’nun kemal ve cemâlini aramamızı isteyen…
Kusur ve kabahatlerimizden affı, rahmeti ve hidâyetine sığınmamızı isteyen, Rabbimiz; bizi âhirzamanda yine çoklukla meşgul olup aldanmamaya davet ediyor…
Her şeyde çokluk… İmkânlarda çokluk, seçeneklerde çokluk, buna mukabil imtihanlarda da çokluk… Hani diyorlar ya:
“Âhirzaman gençliği, seçeneklerinin çokluğu sebebiyle imtihan geçiriyor.”
Çokluğun bir tezâhürü de sözde, kelâmda çokluk…
Hemen her şey gibi sözün de acımasızca israf edildiği bir çağdayız. Bir düşünün, adam sabah kalkıp, eline gazetesini alıyor ve söz bombardımanı başlıyor. Kahvaltıdan sonra yola çıkıyor, caddeler boyunca onlarca duvar ve durak panosunda, otobüslerin üzerinde, vitrinlerde reklâmlara maruz kalıyor. Arabasının radyosunu açıyor, iş yerine varınca interneti açıyor, akşam televizyonun karşısına geçiyor, sürekli ses, görüntü ve epeyce de söz tüketiyor.
Her bir söz, insanın geçici hâfızasında birkaç saniye konuk oluyor, sonra belki silinmeye terk ediliyor. Ama ikinci gün, üçüncü gün, başka yerlerde tekrar tekrar göre göre, okuya okuya, zihinde bir tesir bırakmaya başlıyor. Yanlışlara tepkiler azalıyor, doğrular unut/tur/uluyor, güzel ile çirkin bir imiş gibi, hayat boş şeylere harcanacak kadar devamlıymış gibi bir zihin bulanıklığı meydana geliyor.
Hiç farkına varmadığımız bir tesir; önemsiz şeyler, çok önemliymiş gibi çarpıcı sözlerle sunuluyor. Meselâ «nefes kesen mücadele» diye sunulan şey bir top oyunu, «duygularınızı harekete geçirecek» dedikleri, sabun vazifesi yapan bir temizlik maddesi, «hayatınızdaki değer» bir mücevher, «evinizdeki mutluluk» ise ev tekstili markası…
Meselenin «mutluluğu maddede aramaya teşvik» yönü ayrıca konuşulmaya değer, ama bu yazının konusuna giren yönü, ruhlarımızın sürekli hayal kırıklığına uğraması…
Geçen gün yine farkına bile varmadan bir reklâm panosunda gözüm bir söze takılıyor;
“Her nerede olursan ol…” diyor ve üç noktanın devamı nasıl gelecek diye arıyorum. Yok. Sadece bir bisküvi paketi duruyor. Herhâlde hikmetli bir söz okumayı umut ettiğimden olsa gerek, sukût-ı hayâle uğramış gibi oluyorum.
Bazen unutuluyor, ihmal ediliyor veya;
“Bu devirde sözün, şiirin, edebiyatın değeri bilinmiyor.” deniliyor ama değil. İnsan rûhunun güzel sözlerle sunulmuş hikmetlere olan susuzluğu hiçbir zaman dinmiyor.
Dikkat ederseniz, internet sayesinde söz üretim ve paylaşımı yeni boyutlar kazandı. Zekice tespitler, dokundurmalar, kimisi güldüren, kimisi ağlatan, ama düşündüren, hak verdiren, kısa ama özlü sözler beğeniliyor, aktarılıyor, dalga dalga yayılıyor. Gençler sadece sosyal medya duvar yazısı, şarkı nakaratı, twit ve benzeri kısa sözleri değil oldukça uzun ve dolambaçlı rap şarkılarını bile takır takır ezberliyor, okuyor. Çünkü insan denilen varlığın aklı, kelimelerle beslenmeye muhtaç. Doğrusu, iyisi, ehemmiyetlisi olmazsa, yanlışı, kötüsü ve önemsizi onun yerini işgal ediyor.
Rabbimiz; ilk insan Hazret-i Âdem’i yarattığında kelimeleri öğretmiş. Böylece bilme, düşünme, idrak etme yeteneklerini harekete geçirmiş. Onu bununla üstün kılmış. Rûhunu besleyen sözlerden mahrum bir insanın hakikî mânâda insan olması; yani düşünen, anlayan, araştıran, idrak eden bir varlık olması mümkün değil.
Mânâlı ve güzel bir söz, dünya gurbetinde çile dolduran ruhlarımız için, kopup geldiği yüce âlemden bir hâtıra, bir umut, bir müjde… Belki Hazret-i Ali’nin;
“Ruhları hikmetli sözlerle dinlendirin.” buyurması da buna işaret…
Fakat sözün hor kullanılması, değersizi değerli göstermesi insanda buruk duygulara sebep oluyor. Hâlbuki sözler; süflî oyuncakları önemli göstermek için israf edilmemeli, asıl çok önemli şeyleri hatırlatmak için kullanılmalıydı. Neyse ki, oturduğumuz muhit; pano ve afişlerde vakıf ve derneklerin hayra davet eden özlü sözlerini, Kutlu Doğum ve benzeri vesilelerle hazırlanmış hatırlatmaları da görmemize müsait. İnsan onlarla teselli buluyor;
“İyi ki onlar var!” demeden edemiyor.
Evet, Allâh’a şükür, en azından onlar var. Allah eksikliğini göstermesin, onların temelini atanlara da bugünlere getirenlere de yarınlara taşıyanlara da ecirlerini çok versin. Fakat bir şeye daha dikkat etmemiz gerekiyor, çoklukla imtihan bizi bu noktada da rahat bırakmıyor.
Âhirzamanda her şey çok… Kötülüğün çokluğu, başlı başına bir imtihan olduğu gibi; iyiliğin de çokluğu bazen imtihan hâline geliyor. Eğer her şey, Üstâdın;
Oluklar çift, birinden nur akar birinden kir.
ifadesinin sadeliğinde görülebilse belki çok daha kolay olacak ama o kadar berrak göremeyenler için, bâtılda olduğu kadar, sûret-i Hak’tan görünenlerde de, Hakk’a davet edenlerde de çokluk var.
Hattâ bunun sonucu olarak «iki cami arasında beynamaz olmak» meselindeki gibi, her gün onlarca hayra davet eden özlü sözü duyup, afişi görüp, hiçbir şey yapmadan geçip gitme durumu da ortaya çıkabiliyor.
Biraz düşününce; Kur’ân-ı Kerîm’in, ümmî, sade yaşayan, ömürlerinin çoğunu çölde geçiren bir kavme indirilmiş olmasının hikmetini daha iyi kavrıyor insan…
Öyle bir kavim ki, çölün sessizliği içinde, kervana eşlik eden bir ozanın okuduğu kasîdeden başka hiçbir şey duymuyor, görmüyor. Develeri bile canlandıran, yorgunluğunu unutturup şevke getiren o nağmeli şiirleri söyleyenler, bu toplumun en önemli sîmâlarıdır.
Ve bu topluma bir gün âyetler okunur; öyle âyetler ki, insan aklının başka türlü bilemeyeceği gaybden haberler getiriyor; ozanların ne zamandan beridir şikâyet ettiği fânîliğe, âcizliğe, hayatın mânâsızlığına yegâne ilâcı sunuyor. Ve insana kendi hikâyesini anlatıyor; nereden geldiğini, nereye gittiğini…
Bu, çok seçkin ve kudretli şairlere sahip kavmin, Kur’ân-ı Kerîm’in karşısına hiçbir şiirle çıkmaya kalkışamaması çok önemli bir gerçeğe işaret ediyor aslında. İnsan rûhu, sözün âhenkli ve edebî olmasından ne kadar etkilense de sözden asıl beklediği, mânâ ve hakikattir. Kur’ân-ı Kerim ise insanlığın aradığı hakikati sunan yegâne kelâmdır. Hayatın mânâsını, insanın ve kâinâtın yaratılış gayesini, geldiğimiz ve döneceğimiz âlemi; en önemlisi Yaratan’ın esmâsını…
Âlemleri yaratan Allâh’ın kelimeleridir bunlar. Şairlerin peşinde söz vadilerinde dolaşmaktan usanmış bir toplumun iç sessizliğinde yankılanan bu kelâm, kısa zamanda bütün şiirlerin bir kenara çekilip saygıyla önünde eğildiği «sözlerin padişahı» oluveriyor. Onun etrafında her söz kendi hizasına çekiliyor, haddini biliyor ve hak ettiğinden daha ileriye geçmiyor.
Bizim de bu söz kalabalığı içinde yitip gitmemek için, sözün en doğrusunu, en önemlisini hatırlatacak ikaz edici sözlere ihtiyacımız var. Çokluğun içindeki birliği ve âhengi temin edecek bir eksene ve zihnimizde bir değerler hiyerarşisi meydana getirecek, merkezi civardan, ana umdeleri yan meselelerden ayırt edecek ölçülere de…
Yüzakı Dergisi sözü, birliğin âhenkli ekseninde üreten bir merkez. Üstelik Yüzakı, akla olduğu kadar kalbe de hitap etme kudretine sahip, hoş ve âhenkli edebî eserleri de istihdam ederek bu hizmette bir derece farkı da ortaya koymakta. Bu sebeple sadece gününe ve gündemine değil, yarınlara da kalacak eserler inşa etmekte.
Bu ailenin bir üyesi olabilmeyi, Hakk’ın bir lutfu olarak görüyor ve hamd ediyorum.