Kur’ân-ı Kerim’den Eğitim Prensipleri -10-

YAZAR : Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

AKLI, SARHOŞLUKTAN KORUMAK… -2-

Şarabın îcâdının, Türk ve dünya edebiyatında yer alan bir efsânesi vardır.

Hazret-i Âdem veya Hazret-i Nuh, asmayı diktiğinde, yani üzüm ziraatine başladığında; şeytan gelip o asmanın toprağı üzerinde sırasıyla; tavus, aslan, maymun ve hınzır keser ve kanını akıtır. Bundan dolayı, insanlara vereceği vesveseyle üzümden yapılacak olan şarabı içenlerde bu hayvanların huyları görülecektir.

Bu dört hayvânın evsâfıyla mélûf,
Olur sarhoş olan her şahs mevsuf.

Kim evvel reng reng olur likāsı,
Heman tâvûsa benzer her edâsı.

İkinci rütbede maymûnvârî,
Olur suhriyye vü bâzîçe kârı.

Üçüncüde olur arslan misâli,
Şecâatle geçer ol demde hâli…

Olur en sonra hınzîre mümâsil,
Eder Hak’tan onu iblîs gāfil… (Aynî)

Başlangıçta tavus gibi gûya “güzelleşme” kendini beğenme ve kibir…

Sonra maymun gibi, hafifleşme, oyun, şamata, zillet…

Sonra aslan gibi kör cesaret ve dayılanma, homurdanma, etrafa zarar…

Sonra da hınzır gibi ahlâkî zaaf, pisliğe dahî şehvet ve sonunda rezil bir şekilde sızma…

Efsânenin çeşitli varyantları var, hayvanların adları ve sayısı değişiyor; fakat özü bu…*

Şeytan işi olduğu Kur’ân-ı Kerim’de de ifade edilen (el-Mâide, 90) şarabın verdiği sarhoşluk tesirlerini özetleyen sembolik bir hikâye…

Kimileri bu hikâyeyi, alkolde problemin abartıya kaçmakta olduğunu, kararında kalınırsa onun zararlı bir şey olmadığını ispat etmeye çalışmakta kullanıyorlar. Hâlbuki, tavus şark edebiyatlarında daima çoğu kez kibrin alâmeti olarak görülmüştür. Kibir, kendini beğenme, övünme gibi huy ve davranışlar da güzel, faydalı hasletler değildir.

Gerçek sarhoşluğun tesir ettiği yönler, müstakil olarak da mânevî baş dönmeleri yaparlar. Yani benlik, içmeden de insanı bir mânâda, mecâzî olarak sarhoş eder. Şehvet, gazap, sefâhat, aşırı sevinç, zafer, korku, uyku ve ölümün de sarhoşlukları vardır:

• Benlik, kibir (zafer) sarhoşluğu…
• Şehvet sarhoşluğu…
• Eğlence sarhoşluğu…
• Öfke sarhoşluğu…
• Korku sarhoşluğu…
• Ölüm sarhoşluğu…
ŞEHVET SARHOŞLUĞU

Hazret-i Lût, özellikle cinsî ahlâk konusunda azgın olan kavmini güzel ahlâka davet etmiş fakat bir netice alamamıştı. Sonunda kahır için gönderilen ve erkek kılığında gelen melekler; Hazret-i Lût’un evine gelince, bu azgın güruh, Hazret-i Lût’un evine çullandı. Kur’ân-ı Kerim onların bu taşkın hâline sarhoşluk tabirini kullanır. (el-Hicr, 72)

Aslında, Allâh’ın mülkünde bir köle, bir halîfe, bir vazifeli olan insanın; vazifesi dışına her türlü çıkışı bir delilik, bir sarhoş yalpası hükmündedir.

Kimin mülkündesin?

Kimin kurallarını çiğnediğinin farkında mısın?

Fakat şehvet, tıpkı içki gibi gerçeklerden uzaklaştırıp kişinin gözlerine ihtiraslarından, tutkularından bir perde çeker. Sarhoş, ertesi sabah baş ağrılarıyla uyandığında, neler yaptığını, neler söylediğini hatırlamayacaktır bile… Fakat omuz kayıtları, her şeyi tutacaktır.

Birçok iffet ve ismet, şehvet sarhoşuyken verilen sözlerle aldatarak ve böyle sözlere aldanarak perişan olmuştur. Şehvet sarhoşu bir kişinin; “Seni kaçıracağım, nikâh yapacağım, babandan isteyeceğim.” gibi sözleri vermesi çok kolaydır. Fakat sarhoşluk geçtikten sonra onları hatırlaması da çok güç…

Arzularının sarhoşu olan kişi, her yolu mubah sayabilir. Çünkü aklın kontrol edici, insanı işlediği fiilin akıbetlerini düşünerek men edici özelliğinden uzaklaşmıştır.

Arzuların tesiri hakkında şu âyet-i kerîme mühimdir:

“Nefsânî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allâh’ın katındadır.” (Âl-i İmrân, 14)

Şehvet, insanı sarhoşlarda olduğu gibi yalpalamaya, yamulmaya, sapıtmaya sevk eder:

“Allah tevbekâr olduğunuzu görerek size nazar buyurmak istiyorken o şehvetleri ardında koşanlar sizin büyük bir yamuklukla yamulmanızı istiyorlar.” (en-Nisâ, 27)

Kur’ân-ı Kerim’de sıkça yer alan; «Akletmez misiniz?» tarzındaki ikazlar da uhrevî aklı, şehvet sarhoşluğuna karşı uyanıklığa davet etmek mânâsını taşır.

“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttakî olanlar için âhiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?” (el-En‘âm, 32)

Şehvet, istek demektir. Aşk da bir arzunun kalbi tamamen kaplayarak insanın kontrolünü ele geçirmesi olarak tarif edilebilir. Bu da bir başka sarhoşluğu getirir:

AŞK SARHOŞLUĞU

Züleyhâ; asil, olgun bir insan olduğu hâlde, arzularının zebûnu olarak, çevresinin çok ayıplayacağı bir teşebbüste bulundu. Başarısız kalan bu teşebbüs, yine de bir skandala dönüşmüştü. Züleyhâ, kendisini sarhoş eden güzelliği, kendisini ayıplayan kadınlara da göstermek istedi. Onları çağırdı, ellerine meyve ve bıçak verdirdi, sonra da Hazret-i Yûsuf’u yanlarına çıkardı. Hazret-i Yûsuf’un güzelliği karşısında büyülenen kadınlar, farkına bile varmadan ellerini kestiler.

Züleyhâ, bu mizansenle, kendisinin akıldışı bir davranışa düşmekte kendince mazur olduğunu şehrin ileri gelen kadınlarına göstermiş oldu. (Yûsuf, 30-32)

Aşkın da sarhoşluk gibi aklı baştan uzaklaştırıcı etkisi dile getirilir.

Akıl, dünyaya ve âhirete yönelik iki çeşit olduğu gibi; aşk da mecâzî ve hakikî olarak iki türdür.

Hakikî aşk, yani muhabbetullah, kişiyi, dünyevî akıldan uzak davranışlara sevk eder. Şehid, canından vazgeçer. Muhâcir; evini, yurdunu terk eder. Ensar, varını-yoğunu “elin adamı”yla paylaşır, hattâ onu kendisine tercih eder. Fakat bunlar, âhiret noktasından bakıldığında çok akıllıca işlerdir. Hakikî aşk, hakikî akıldan uzaklaştırmaz; aksine kişide akıldan daha ileri bir sezgi geliştirir.

Mecâzî aşk ise kişiyi hakikî akıldan uzaklaştırabilir. Züleyhâ’nın yanlışı gibi… Bu tür sevgiler masum değildir. Aşk, umumiyetle masum ve sıcak bir mefhum olarak ele alınır. Bu da kişiyi birçok alâka yerine tek alâkaya hasrederek hakikî aşka merdiven olma ihtimaline binâendir. Aksi hâlde sıklıkla şehvetle karışır.

Alkolle gelen sarhoşluk da aynı zamanda mistik bir hâl gibi görünür. Fakat merkez noktasını karıştırmamak gerekir.

Zikirde, namazda, sohbette cûş u hurûşa gelen mâneviyat, feyiz ve rûhâniyet; ruh merkezlidir.

Şehvette, gazapta, hamâsette, sarhoşlukta da birtakım neşeler, birtakım galeyanlar meydana gelir. Bunlar bütünüyle nefs merkezlidir.

Günahtaki asıl cazibe de budur. Bu cazibe, küçük bir çocuğun sırf anne veya babasının sözünün aksine hareket etmek için tehlikeye doğru koşuşundaki aptalca coşkusu gibidir. Az sonra ağlamaya dönüşecektir.

Meselenin uzağındaki kişiler, mâneviyattaki huzur ve coşku ile, nefsâniyetteki keyif ve rahatı çoğu kez karıştırırlar. Geçmişte bir dervişin cezbe hâliyle, bir konserdeki kızın kendinden geçmiş hâlini birbirine benzeten bir reklâm yayımlanmıştı.

Aradaki farkı Hazret-i Mevlânâ’nın şu ifadesine bırakalım:

“Kendine gel, aklını başına al da; her sarhoşluğa aldanma! Çünkü Hazret-i İsa Tanrı sarhoşudur; eşekse arpa sarhoşu!” (Devam edecek)

__________________

* Konuyla ilgili Hasan ÖZDEMİR, Şarabın İcadı ve Dört Vasfı, Türkoloji Dergisi, sayı 11, 1993, s. 134-160. Aynı makale üzerine Alphan AKGÜL’ün, “Bir Mit Olarak «Şarabın İcadı» ve Anlamı” (Millî Folklor, 2008, Yıl 20, Sayı 80) başlıklı makalesinde, destan varyantlarında adı geçen hayvanların, iyiden kötüye, insana genetik yakınlıktan uzaklığa doğru sıralandığı, bundan dolayı destanın insandaki hayvanlaşma korkusunu ifade ettiği tezi ileri sürülüyor. Ancak destanın ait olduğu dönemlerde, insanın son sıradaki hayvanla genetik yakınlığı bilinmiyordu. Yine tavus doğunun sembolizmasında, sırf iyilik değil, şeytan, kibir, kendini beğenmişlik gibi kötü varlık ve huylarla ilişkilendirilir.