YALNIZ SEN’İNDİR EFENDİM!

TÂLÎ (Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI)

Bulut bulut korunur gölgesiz, zarif bedenin;
Melâikeyle yıkanmış sadır Sen’in sadrın!
Muhabbetiyle çıkar Arş’a dek latif bedenin;
Cenâb-ı Hakk’a en âlî hatır Sen’in hatrın!

Yarıldı parmağının bir işâretiyle hemen,
Parıldayan şu mücellâ bedir Sen’in bedrin!
O nûr ayakları öpmek için cenûba giden
Fırat ve Dicle Sen’indir, nehir Sen’in nehrin!

Melekler öfkeye mağlûp kahırlar ister iken;
İnâdı çatlatacak tam sabır Sen’in sabrın!
Cehâletin karasından yüz aklığıyla çıkan,
Saâdet ismine lâyık asır Sen’in asrın!

Cenâb-ı Hakk’a yakınlıkta hiç şerîkin yok!
Hüdâ’nın emrine dâhil emir Sen’in emrin!
Kitap ve sünnetin ukbâya dek hüküm sürecek,
Cihanda geçmeyecek tek devir Sen’in devrin!

İşin başında adın var, yolun sonunda adın…
Sen’in bütün bu şafaklar, fecir Sen’in fecrin!
Sarar tüm ümmeti şefkat ve merhamet kanadın,
Livâ-yı Hamd ile Kevser… Ecir Sen’in ecrin!

Şerefli Ravza’na sinmiş ıtırlı gül kokusu…
Kokunla cennete dönmüş şehir Sen’in şehrin!
Yeşil bir atlasa benzer o kubbenin dokusu…
Cihanda cennete konmuş kabir Sen’in kabrin!

Hüdâ över Sen’i, ey yerde-gökte hep övülen,
Semâlar içre en ulvî kadir Sen’in kadrin!
Kabûl eder mi Efendim, bu na‘tı Tâlî’den?
Cihanda olsa da en çok şiir Sen’in şi’rin…

Bir ömrü Sen gibi sürmek gerekti ahretime…
Hüdâ yemînine mazhar ömür Sen’in ömrün!
Yetiş Şefâat-i Uzmâ, yetiş berâetime…
Şefâat eyle Efendim, mühür Sen’in mührün!

Vezni: mefâilün / feilâtün / mefâilün / feilün