DÎNÎ HİZMETLER

Mustafa Asım KÜÇÜKAŞCI tali@yuzaki.com

 

Seksen öncesi, ülkemizde anarşi vardı. İdeolojik çekişmede, solcular zaman zaman mukaddesatçı sağcı muârızlarına şöyle derlermiş:

 

–Sizin elinizdeki fırsat bizde olsaydı, biz şimdiye devrimi gerçekleştirmiştik!

 

–Neymiş o fırsat? 

 

–Siz on binlerce camide, her hafta ve günde beş defa milyonlarca insana hitap etme şansına sahipsiniz. Fakat yazık ki bu imkânı hiç verimli kullanamıyorsunuz! Ah bizim elimize geçecekti ki!

 

Bu değerlendirmede hatalı noktalar var. Fakat hakikaten ülkemizin en kılcal damarına kadar uzanmış bu devâsâ teşkilât, bir devrim yapmak için değil elbette, lâkin halkımızı irşâd etmek, daha iyiye, daha güzele, Hakk’ın rızâsına daha muvâfık olana doğru yönlendirmek adına daha verimli olabilir miydi? 

 

Yaptığı işi en iyi şekilde ve Allâh’ı görüyor gibi, Allâh’ın kendini gördüğü idrâki içinde yapmak mevzuu İslâm’ın çok değer verdiği bir husus. Bu mânâda müftülerimiz, vaizlerimiz, imamlarımız, müezzinlerimiz, Kur’ân kursu öğreticilerimiz ve bu vazifeleri fahrî olarak yapan sivil toplum kuruluşu çalışanlarımız işimizi mükemmelen yapabilsek hakikaten, neler olmazdı!

 

Bambaşka bir tabloya geçelim:

 

Diyanet İşleri Başkanlığı idarecileri çeşitli temaslar için; Pakistan, Afganistan gibi ülkelere gidince görürler ki, orada tam mânâsıyla bu tarz bir müessesenin bulunmaması, büyük bölünmelere, tefrikaya ve nizamsızlıklara yol açmış. 

 

Ülkemizde paralel devlet kuracak kadar güçlenen Fetö’nün, bu gücünü dershâne sahasında neredeyse tekelleşmesinden aldığını hatırlayabiliriz. Bu yapının darbe teşebbüsüyle gerçek yüzünü iyice göstermesinin ardından, Diyanet kadrolarının toplumda daha aktif bir vazife üstlenmeleri mevzubahis oldu. 

 

Vazifeyi sadece din hizmetlilerine tahsis etmek de doğru değil. Çünkü emr-i bi’l-mârûfu dînimiz herkese emretmiş. 

 

Diğer taraftan usûl ve üslûp bilmeyenlerin baltayı taşa vurma ihtimalinden dolayı; işi ehline bırakmak gibi haklı bir gerekçeyle, yine başa dönüyoruz. Ama bu gitgide kendini de çözen bir bilmece. Mıknatıs gibi, temas kurduklarınızı bir nebze mıknatıslaştırırsanız çekim gücü artar ve usûl-erkân bilmeyenleri de dairesi içine alır. 

 

Sataşmalar…

 

Son zamanlarda Diyanet’in bütçesine, imamların ne ürettiğine dair sosyal medyada ağır sataşmalar oluyor. Bunlar genellikle en başta zikrettiğimiz; camiyle, cemaatle, imamla problemli kesimlerden geliyor. Dîni afyon gören, kendi ideolojilerine mâni sayan kesimler… 

 

Hâlbuki işaret ettiğimiz üzere, dînî hizmetlerin bir nizam içinde yürümesi için ödenen bedel, nizamsızlığın yol açabileceği kargaşa karşısında bir hiçtir.

 

Ayrıca dînî hizmetlerin küçümsenmesi, rasyonel bir yaklaşımla bakıldığında bile doğru değildir. 

 

Üretim, sadece maddiyatla ölçülmez. Hizmet de üretilir. Hizmet; müşahhas şekilde ortaya konamıyor diye, yok addedilmemelidir. 

 

Bugün imamlar hakkında, yaşlıları yatırıp kaldırdıkları gibi küçümseyici ifadeler söylenir. Hâlbuki gelişen tıbbî imkânlarla; gitgide yaşlanan dünyada, ihtiyarlarla ilgilenmek mühim bir ihtiyaç hâline gelmektedir. Yani imamlığın en basit görülen işi bile mühim bir vazifenin edâsıdır.

 

Dînimizde caminin çok fonksiyonlu bir yapısı vardır. 

 

Cami sürekli bir yaygın eğitim müessesesidir. Yaz kursları, vaaz, irşad, seminer vs. 

 

Her cami kendi çapında bir kütüphânedir. 

 

Sosyalleşme alanıdır. Çoğu cami, avlusuyla güzel bir yeşil alandır.

 

Cami tuvalet ve abdestliklerinin, halk temizliğindeki rolü asla küçümsenemez. 

 

Doğum, ölüm, bayram, kandil, Ramazan, asker uğurlaması, düğün-dernek… Hepsinde bir hayır duâ, bir rehberlik, bir tebrik, bir tâziye vazifesi vardır din hizmetlisinin. 

 

Menfî yorumlara tüy diken bir başka yorum da hâfızlığı hedef aldı. Hâfız yetiştirmenin asalak yetiştirmek demek olduğunu, bu eğitime yönelenlerin artık başka bir şey üretemeyeceğini… söyleyen kişi ise bir gazeteci idi. Bu kişinin, “ulusalcı” bir gazetenin idarecisi olması daha da üzücü. 

 

Hâfızlık yapmanın bir kişiyi artık başka bir iş yapamaz hâle getirdiği iddiası, bütünüyle cehâlet. Eskiden hâfızlık, ortaokul yıllarında 2-3 sene ara vermekle yapılırdı. Bugün ise hâfızlık, okul ile beraber yürütülüyor. Her iki yapıda da hâfızlığı başarmış zihinler, hem mânevî hem maddî bir açılım ile aradaki farkları kolayca kapatabiliyor. Gazetecinin lâfına baksanız; hâfızlık yapılan yaşlarda, diğer herkesin harıl harıl meslek kazandığını zannedeceksiniz. Hâlbuki meslek edinme lise ve yüksekokul yıllarında gerçekleşiyor.

 

İlim, irfan, sanat, siyaset, tıp, teknoloji ve imalâta varıncaya kadar hâfızların olmadığı saha yok. 

 

Hattâ bu durum; «çok da istenen bir şey mi?» diye düşünmeye bile itiyor. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, aslında hâfızların kendi branşları içinde kalmaları, toplumun ihtiyaçları ve dînî hizmetlerin istikbâli için daha elzem. 

 

28 Şubat’ta İHL’lerin orta kısımları kapatılmış, lise mezunlarına da katsayı zulmü gelmişti. Bu sebeple bu okullarda erkek öğrenci sayısı gitgide azaldı. Bu ilâhiyata da yansıdı. Dolayısıyla İHL meslek öğretmenlerinin erkek-kadın nisbetleri de altüst oldu. Kısaca, bugün çok sayıda erkek İHL öğretmenine ihtiyaç var. Fakat nedense buna yönelik çalışma pek az.

 

İnsan fânî… Hizmet ömrü daha da kısa. EYT tartışmalarını bir tarafa bırakalım, 65 yaşından sonra insanlar isteseler bile vazifeyi resmen sürdüremiyor, emekli ediliyorlar. Dolayısıyla, sadece vefat eden ve emekli olanların yerini alması için dahî insan yetiştirmeye devam etmelisiniz. 

 

Kaldı ki, dînî hizmetleri gereksiz görenlerin lâfına bakıp bu sahada gereğinden fazla insan yetiştirildiği zehâbına asla kapılmamalıyız. Ülke nüfusuna bir bölelim bakalım ne çıkıyor? 

 

Bir başka nokta: 

 

Ortalama bir hâfızın yetiştiği süre kadar olmasa da, aslında her müslümanın düzgün bir namaz ibâdeti için, bir yıl Kur’ân eğitimi alması lâzımdır. Yine bu süre içinde ilmihâlini, siyer-i Nebî’yi vs. öğrenecek, devamını kendi imkânlarıyla geliştirebilecektir. Yani o gazetecinin yakındığı hâfızlık kursları, yetiştirdiği hâfızlardan çok daha fazla sayıda, düzgün bir Kur’ân eğitimi almış kişi yetiştirir. Alınan talebenin bir kısmı Kur’ân eğitiminden, Duhâ-NâsYâsin-Tebâreke gibi ezberler yaptıktan sonra hâfızlığa seçilmeyip yoluna devam eder.

 

Bir başka nokta:

 

Mayayı kurutup öldürmemeliyiz.

 

Bir miktar maya; bol miktarda yoğurt, ekmek vs. üretmeye vesile olur. Fakat maya payını ayırmazsanız, tamamını yitirebilirsiniz. Bu sebeple; hâfız yetiştiren hâfız, imam yetiştiren imam, müezzin yetiştiren müezzin, müftü yetiştiren müftü tarzındaki maya çalışmalarını da ihmal etmemeliyiz. 

 

Asalak ifadesinin arkasında yatan bir nokta da şu: 

 

Tanzîmat’tan beri medresenin itilip kakılması, hademe-i hayrâtın özlük haklar bakımından en alt seviyede tutulması, kamu görevi ve kamu hizmeti ayrımı… bütün bunlar, son asırlarda ilerici (!) kesimlerin, dînî hizmetleri daima ezme çalışmalarının parçalarıdır. Bunun tabiî neticesi olarak, «hoca» doğrudan fakir halkın eline bakmak zorunda kalmıştır. Üretilen fıkralar, çirkin bir imaj… Şimdi imam ve benzeri vazifelilerin, bir kamu hizmetini edâ ederek, emsâli hizmetleri yapanlar gibi mûtedil bir maaş alması birilerinin gözüne batıyor. Eskisi gibi ezmek istiyorlar. Hâlbuki onların unuttuğu bir husus: 

 

Hasbîlik* rûhu. 

 

Yarın o yıkıcı güçler ellerine fırsat geçirip, dînî hizmetlerle devlet imkânlarının bağını büsbütün koparsa, -Allah fırsat vermesin- yine de Allah yolunun hizmetini sürdürenler olacaktır. Tıpkı yasaklandığında dahî, her türlü tehdide rağmen onu bir şekilde sürdürenlerin mevcudiyeti gibi. Azalabilir, az olabilir, fakat bereketi farklı olur. Bunun bize bakan tarafı, istikbâlin vazifelilerinde;

 

Hasbîlik rûhunu, kanaat zenginliğini yani göz tokluğunu mânen sürdürmektir. 

 

Onları kendi başına ayakta durabilecek bazı kabiliyetlerle teçhiz etmektir. Fakat bu, kanaat ve hasbîlik ile birlikte mânâ ifade eder, aksi takdirde yukarıda yakındığımız alan dışına savrulmalara yol açar. Dünyevîleşmenin dînî hizmet sahasını da etkilemediğini kimse söyleyemez. 

 

Bize düşen Hâfız Abdullah NAZIRLI’nın şu mısralarındaki rûhu hâfızlara içirmek:

 

Eşref-i ümmet olanlar hâfız-ı Kur’ân olur,

Hâfız-ı Kur’ân olanın hâfızı, Kur’ân olur,

Kim Kelamullâh’ı ezber eylerse Allâh için,

Hâmisi Allah olur, o nâil-i ihsân olur. 

___________________

* Allah’tan başka kimseden bir ücret talep etmeden vazife yapmak.

 

دینی خدمتلر