Mü’minin İçtimâî Hassâsiyeti: İYİLİKLERİ EMRETMEK KÖTÜLÜKLERDEN SAKINDIRMAK

Doç. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân, 3/104)

BİR HADİS:

عَنْ أَب۪ي سَع۪يدٍ الْخُدْرِيِّ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ :
سمِعْتُ رسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ :
« مَنْ رَأٰى مِنْكُمْ مُنْكَراً فَلْيُغَيِّرْهُ بِيَدِهِ ، فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِلِسَانِهِ ،
فَإِنْ لَمْ يَسْتَطِعْ فَبِقَلْبِهِ وَذَلَكَ أَضْعَفُ الْإ۪يمَانِ »

Ebû Saîd el-Hudrî -radıyallâhu anh-; «Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i şöyle buyururken işittim.» dedi:

“Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki; bu îmânın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân, 78)

BİR MESAJ: “Bir kötülük görürsen elinle, dilinle bunlarla da olmuyorsa en azından kalbinle onu değiştirmeye çalış! Aksi takdirde Allâh’ın azâbının inmesi yakın olacaktır!”

 

Yaşadığı hayatta mü’minin içtimâî vazife ve mes’ûliyetleri vardır. Mü’minin en mühim ve en temel içtimâî vazife ve mes’ûliyetlerinden biri de, emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker yani iyilikleri emretmek ve kötülüklerden sakındırmaktır.

İyilikleri emretmek ve kötülüklerden sakındırmak vazifesi, Kur’ân-ı Kerim âyetlerinde mü’minlerin en bâriz özellikleri arasında zikredilmektedir. Mevzunun ehemmiyetine vurgu yapan âyet-i kerîmelerden birinde Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder/teşvik eder, kötülükten de alıkoyar/uzaklaştırırsınız ve Allâh’a inanırsınız.” (Âl-i İmrân, 3/110)

Bu bakımdan mü’min; hassâsiyet sahibi olmalı, hayat sürdüğü cemiyet içerisinde gücü yettiği kadar iyilikleri emretmeli, kötülüklerden de sakındırmalıdır. Mü’min, gördüğü kötülükler karşısında;

“–Bana ne!” veya;

“–Bana değmeyen yılan bin yaşasın!” dememelidir. Şu bir hakikat ki; mü’minin kötülükler karşısındaki duyarlılığı, aynı zamanda onun îman hassâsiyetinin de bir göstergesidir.

Cenâb-ı Hak, bu mühim vazifenin ehemmiyetini Âl-i İmrân Sûresi’nin 104. âyet-i kerîmesinde şu şekilde dile getirmektedir:

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”

Demek ki; bir cemiyette hayra çağıran ve iyilikleri emredip kötülüklerden sakındıran insanlar olduğu sürece, o cemiyette felâh hâkim olacaktır. Çünkü cemiyette bu mühim vazifenin yerine getirilmesiyle birlikte, iyiliklere temâyül artacak; kötülük işleyenler de kötülük için kendilerine alan bulamayacaklardır.

İşte serlevhâ hadîsimizde, kötülük karşısında mü’minin sessiz kalmamasının elzem olduğu ve nasıl bir tavır takınması lâzım geldiği ile ilgili bir yol haritası çizilmiştir.

Buna göre mü’min; bir kötülükle karşılaştığı zaman onu önce eliyle değiştirmeye çalışacak, buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirmeye çalışacak, buna da gücü yetmiyorsa en azından kalbiyle o kötülüğe karşı çıkacaktır.

KÖTÜLÜĞE ELİYLE MÂNİ OLMAK

Mü’min; bir kötülükle karşılaştığı zaman, gücü yetiyorsa evvelâ eliyle o kötülüğe mâni olmaya çalışmalıdır. Buradaki el kelimesinden kastedilen güçtür. Yani mü’min, karşılaştığı bir kötülüğü önce güç ve kudreti ile engellemeye çalışmalıdır. Bu, mü’minin bir kötülük ile karşılaştığında gösterebileceği ilk tavırdır.

Bunu biraz daha açacak olursak; kişi meselâ kötülük işlenen yerin sahibi olabilir, o zaman mü’min hassâsiyeti gösterip orada hemen müdahale etmeli, kötülüğe mâni olmalıdır. Yine meselâ; polis, jandarma gibi güvenlik birimlerine haber vererek de kötülüğe mâni olunabilir. Bunlar gücü ve kudreti dâhilinde kötülüğe mâni olmak adına, mü’minin yapabileceği hususlardır.

KÖTÜLÜĞE DİLİYLE MÂNİ OLMAK

Bazı durumlarda kişinin gördüğü kötülüğe eliyle yani güç ve kudreti ile mâni olma durumu olmayabilir. Bu durumda mü’min, kötülük karşısında sessiz kalmayacak diliyle engel olmaya çalışacaktır.

Ebû Ali Dekkāk Hazretleri’nin dediği gibi;

“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” (Kuşeyrî, Risâle, s. 62)

Bu mânâda mü’min; dilsiz şeytan olmamalı, gördüğü kötülük karşısında, kötülüğe eğer eliyle mâni olamıyorsa en azından;

“Yapma!.. Etme!..” diyerek diliyle mâni olmaya çalışmalıdır.

Kötülüğe diliyle karşı çıkma, vaaz ve irşad gibi usûllerle yapılabileceği gibi; eğitim müesseselerinde dersler vesilesiyle veya konferans ve panel gibi usûllerle de yapılabilir. Bu arada şunu ifade edelim ki; yazılı ve görüntülü materyaller ile kötülüğe karşı duruş, bir nevî diliyle kötülüğe mâni olmaya çalışmaktır.

Yeter ki mü’min bu konuda samimî ve duyarlı olsun. Cenâb-ı Hak, ona bir şekilde yolunu kolaylaştıracaktır.

KÖTÜLÜĞE KALBİYLE MÂNİ OLMAK

Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden bir mü’min; gördüğü kötülük karşısında vurdumduymaz olamaz, olmamalıdır. Onu eliyle ve diliyle değiştiremediyse en azından kalbiyle o kötülüğün karşısında durmalıdır. En azından o kötülüğü kalbiyle tasdik etmemelidir, hattâ o kötülüğe karşı kalbinden buğzetmelidir. Bu da hadîs-i şerifte belirtildiğine göre, îmânın en zayıf derecesidir. Artık îman, neredeyse pamuk ipliği ile bağlı gibidir. Kötülük karşısında bu kadar sessiz kalmak, bir nevî ona onay vermek, -Rabbim muhafaza buyursun- zamanla mü’minin îman hassâsiyetinin zayıflamasına ve sonrasında ortadan kalkmasına sebep olabilir.

Demek ki mü’min; yaşadığı cemiyette hassas olacak, elinden geldiği kadar iyilikleri emredecek, kötülüklerden de sakındıracak. Zira îmânı olan mü’min asla kötülüğe göz yummaz.

BU VAZİFE TERK EDİLİRSE NE OLUR?

Eğer emr-i bi’l-mâruf ve nehy-i ani’l-münker vazifesi terk edilirse, cemiyetin -Allah korusun- türlü belâlara dûçâr olması kaçınılmaz olacaktır.

Bir gün Zeyneb bint-i Cahş -radıyallâhu anhâ-, Peygamber Efendimiz’e;

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! İçimizde sâlihler bulunduğu hâlde biz helâk edilir miyiz?” diye bir soru sordu.

Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle cevap verdi:

“–Fısk ve fücûr (günahlar) çoğaldığı vakit, evet!” (Buhârî, Enbiyâ, 7)

Bu mühim vazifenin ihmal edildiği cemiyetlerde; anarşi ve kargaşa hüküm sürer, kötülüklere mâni olunmadığı gibi, mâni olunmayan kötülüklere özenti ile birlikte kötülüklerin daha da artması söz konusu olabilir. İnsanlar; iyilik yapmaya yönlendirilmediği gibi, kötülük işleyenler de kendilerine mâni olunmadığı, herhangi bir tepkiyle karşılaşmadıkları için kötülüklerine devam ederler.

Bugün müslüman dünyası olarak belki de en muhtaç olduğumuz hususlardan biri; cemiyet içerisinde iyiliği emreden, kötülüklerden de sakındıran insanların azlığıdır. Bu vazife; bütün mü’minlerin üzerine bir vazife ve mes’ûliyet olmakla birlikte, dînin emir ve yasaklarını bilen âlimlerin olmazsa olmaz bir vazifesidir. Peygamber’in vârisi konumunda olan âlimler, idareciler tarafından da yapılsa; cemiyette gördükleri yanlışlıkları, gerek vaaz ve irşad yoluyla, gerekse sosyal medya vasıtasıyla tabir câiz ise haykırmalıdırlar.

Üzülerek ifade edelim ki, günümüzde bu vazifenin hakkıyla yerine getirildiğini söylemek çok zordur. İnsanlar gördükleri kötülükler karşısında sessizliğe bürünmekte ve böylece aslında o kötülüğe de bir şekilde ortak olmaktadırlar.

Eğer bu vazife hakkıyla yerine getirilmezse, Allah’ın azâbının üzerimize inmesi yakın olacaktır. Zira Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir sözünde şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz ki insanlar zâlimi görüp de onun zulmüne engel olmazlarsa, Allâh’ın kendi katından göndereceği bir azâbı hepsine umumîleştirmesi yakındır.” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 17)

Yine bir sözünde sevgili Peygamberimiz biz ümmetini şiddetli bir şekilde şöyle uyarmıştır:

“Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allâh’a yemin ederim ki; ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz yahut da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azap gönderir. Sonra Allâh’a yalvarıp duâ edersiniz ama duânız kabul edilmez.” (Tirmizî, Fiten, 9)

Bu hadîs-i şerifler kısaca şunu demek istemektedir: Eğer iyiler kötülere mâni olmazlarsa, kötülerle birlikte iyiler de yüce Allâh’ın azâbına dûçâr olabilirler.

Bu durum şu hadîs-i şerifte daha açık bir şekilde ifade buyurulmuştur:

“Aralarında günahlar işlenip durduğu hâlde bu günahları işleyenlerden daha güçlü ve onları engellemeye muktedir iken bunu yapmayan topluluğun hepsine birden yüce Allah azap verir.” (İbn-i Hanbel, IV, 366)

Abdullah bin Mes‘ûd -radı­yal­lâhu anh-’ın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte Allah Rasûlü -sallâl­­lâhu aleyhi ve sellem-, İsrâiloğullarında dindeki ilk sapmanın şu şekilde olduğunu bizlere bildirmektedir:

“Bir adam kötülük yapan bir adama rastlar ve;

«–Bana baksana! Allah’tan kork ve yapmakta olduğun şeyi terk et!.. Çünkü bu sana helâl değildir.» derdi.

Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehyetmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalplerini birbirine benzetti.”

Rasûl-i Ekrem Efendimiz sonra sözlerini şöyle bitirmiştir:

“Hayır; Allâh’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyedersiniz, zâlimin elinden tutup zulmüne mâni olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız ya da Allah Teâlâ kalplerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder.” (Ebû Dâvûd, Melâhim, 17)

Rabbimiz âyet-i kerîmede şöyle buyuruyor:

“Mü’minlerin erkekleri de kadınları da birbirlerinin velîleridir; iyiliği teşvik eder, kötülükten alıkoyarlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Rasûlü’ne itaat ederler.

İşte onları Allah merhametiyle kuşatacaktır. Şüphesiz Allah mutlak güç ve hikmet sahibidir.” (et-Tevbe, 9/71)

Öyleyse mü’min; yaşadığı cemiyet içerisindeki meselelere karşı bîgâne kalmamalı, iyiliği emretme ve kötülükten de nehyetme vazifesini güzel bir üslûp ile bi-hakkın yerine getirmeye çalışmalıdır. Sevgili Peygamberimiz’in;

“İyiliği emredip kötülükten sakındırmayan bizden değildir.” (Tirmizî, Birr, 15) sözlerine kulak vermelidir. Bütün bunların yanında mü’min; iyiliği emretmenin, kötülükten sakındırmanın, ilâhî gazaptan korunmanın yollarından biri olduğunu da unutmamalıdır.

Rabbimiz; cümlemizi, gördüğü kötülükler karşısında, hassâsiyet sahibi olanlardan eylesin!

Rabbimiz; cümlemizi, iyilikleri emreden, kötülükleri eliyle ve diliyle değiştirenlerden, buna gücü yetmiyorsa hiç değilse en azından kalbi ile kötülüğe karşı duranlardan eylesin!