Paranın ve Gıdânın Kaderi KAZANCIN PUSULASIDIR

M. Ali EŞMELİ seyri@seyri.com seyri@yuzaki.com

Gaflet iklimlerinde bir rüzgâr esiyor;

Daha çok çalışmak değil, daha fazla kazanmak rüzgârı bu. Hiç yorulmadan daha çok kâr etmek hevesi ve hırsı. En akıllıca bir mantıkmış gibi bazı mihraklarda bir kasırga hâlinde bu anlayış çöreklenmiş vaziyette. Yaprak gibi savuruyor şuursuz kimseleri, toy akılları. Dünyayı da bir zulüm çemberi hâline getiren de aslında bu zâlim mantık.

En güzel süslere bürünmüş olan bu mantık;

Maalesef nice taze dimağlarda geleceğini plânlarken ebedî gerçeğine göre değil de sadece dünyevî endişe ve lüks imkânlar içinde yaşamaya özendiren berbat bir saplantı.

Hiç olmayacak bir mesleğe yöneliyor kimisi, sırf parası daha çok diye. Liyâkatsiz, cellât, zâlim tipler ortaya çıkıyor sonra da. Hak hukuk tanımayan, helâl ve haram endişesi olmayan gafiller çıkıyor.

Böyle olunca;

Kazançların pusulası şaşırıyor. Para ve gıdâya haram karışıyor. İstediği gibi keyif, rahatlık, lüks, israf ve çılgınlıklar, helâl rotasına ters düşüyor ve insanı günah uçurumlarına yuvarlayıveriyor.

O uçurumda;

“‒Üzümünü ye, bağını sorma!” lâkırdıları felâket getiriyor.

“‒Çok kazan da nasıl olursa olsun!” düşüncesi mahvediyor.

Üstelik;

Sıkıntılar akıllandıracağı yerde, hırsları ve ihtirasları daha da kamçılıyor. Netice hep aynı hüsran.

Bu bakımdan;

İnsan, ne yapıp edip kendisini şuurlu yapacak yüce bir gerçeğe sarılmalı.

O da;

Âhiretteki hesabı görmek. O hesabı gösterecek hidâyet gözlerine sahip olmak. Zira ancak hidâyet ehli olanlar, ellerinde haram ve helâl terazisini düzgün kullanırlar. O terazide görürler ki; bir kefede cennet, bir kefede cehennem var. Onların nabızları daima cennette atar. Bunun için hayat ve kazançlarını İslâm ahlâkı üzere değerlendirirler. Gıdâları da ona göre olur.

Bilirler ki;

İslâm medeniyetinin kazandırdığı olgunluk ve ahlâkî seviye, hiçbir medeniyette olmayan bir güzelliktedir ve pek müstesnâdır. Malûm, asr-ı saâdetten bugüne İslâm ahlâkında para kazanmakla alâkalı emsalsiz iki düstur vardır:

‒Helâl bir kâr ve

‒Bereket

Yani sadece kâr etmek, para kazanmak hedeflenmez. Onun hayırlı, helâl ve temiz olması vazgeçilmez bir gayedir. Bu da yetmez, ondan güzel bir bereket hâsıl olması hedeflenir. Çünkü bereketsiz kazanç ne kadar çok olsa da hayırsızdır, değersizdir. Fakat bereketli kazanç, ne kadar az bile görünse; hayırlıdır, değerlidir, huzur ve mutluluk vesilesidir iki dünyada da.

İslâm ahlâkının gıdâ ile alâkalı olarak da temelde iki noktası vardır:

‒Kulluk enerjisi ve

‒Şifâ olması.

Yani İslâm; sadece keyfine göre yiyip içmek, ne olursa olsun gıdâ almak üzere bir mantık asla oluşturmaz. Gıdânın da helâl ve tertemiz olması, en temel şarttır. Bu şartın yanında mühim bir hedef daha vardır ki, o da yenilen gıdâdan maddî ve mânevî şifâ hâsıl olmasıdır. Çünkü hem rûhun hem de bedenin sıhhati ve selâmeti buna bağlıdır. İşte bu, hayatı da insanı da cennet kıvâmında eyler. Değilse cehennem darlığında ömür de insan da ziyan olur gider.

Dolayısıyla;

Paranın ve gıdânın kaderini gösteren kazancın pusulası, çeşitli vartalarda şaşkınlık oluşturduğu virajlarda, bizim eskimez insanlarımızın duâları ne güzeldir:

‒Allah hidâyet versin!

Hidâyet…

Hayatı şuurla yaşamanın dengesi. Helâl ve haram terazisini en doğru şekilde kullanabilmenin elzem şartı.

Hidâyet;

Ebediyet yolculuğunda iki rotadan sırât-ı müstakîm üzere olarak en doğru yere, cennete ve cemâle ulaştıran bir ilâhî lütuf. Allâh’ın nimet verdiği seçkin kulların mazhariyeti.

Dolayısıyla;

Îmandan sonra en mühim ve elzem olan ilâhî kerem bizlere;

Sırât-ı müstakîmde hidâyet üzere olmak.

Ayakların doğru yoldan kaymaması. Gönüllerin Hak’tan sapmaması. İslâm ve îmânın yegâne gayesi de zaten bu. Hele âhirzamanda.

O kadar mühim ki;

Kur’ân-ı Kerîm’in ilk sûresi olan Fâtiha-i şerîfede Allah bunu bize duâ hâlinde âyet eyledi. Böylece hem gönlümüzde ve dilimizde sırât-ı müstakîm ve hidâyet olsun hem de fânî hayatımız ebedî bir esas hayata dönüşsün. Hem gönüller hidâyet için Allâh’a yalvarsın hem de bu yalvarış, yaşayışları yoğurarak mü’minleri müttakî eylesin. Elbette ki gönüller, dâimâ samimî bir yalvarış hâlinde oldukları hakikatin yaşayışına mâkestirler.

Bu bakımdan âyet-i kerîmedeki duâ çok mânidardır:

اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَ

“(Allâh’ım!)

Bizleri sırât-ı müstakîme / dosdoğru yola hidâyet eyle!” (el-Fâtiha, 6)

Yani;

“Bizi dosdoğru yola ilet!”

“Bizleri sırât-ı müstakîm üzere yaşat!”

Hidâyet;

Îmandan sonraki dosdoğru gidişat…

Sırât-ı müstakîm nedir?

Allâh’ın başta îmân olmak üzere yüce rahmet ve nimetine mazhar olanların yolu. Allâh’a koşanların yolu. O’na kavuşanların yolu. O’nun sonsuz rızâsına ve lutfuna nâil olanların yolu. O’nun aşkına ve nûruna mâkes olanların yolu. Hâsılı cennete gidenlerin mübârek yolu.

Asla gazaba uğrayanların ve sapmış olanların gidişatları değil. Asla gaflete dûçâr olanların caddesi değil. Asla cehenneme gidenlerin rotası değil.

Âyet özellikle bunun da ifadesi ve niyâzı:

صِرَاطَ الَّذ۪ينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالّ۪ينَ

“Gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil (yâ Rabbî) kendilerine nimet verdiklerinin yoluna (hidâyet eyle)!” (el-Fâtiha, 7)

Nimet verilenler kimler?

•Peygamberler,

•Sıddîklar,

•Şehidler ve

•Sâlih kimseler.

Yani bunlar;

İnsanlığın hidâyet rehberleri.

Cenâb-ı Hak, onların gittiği yolu sırât-ı müstakîm olarak tescilliyor. O yolda olmanın adına hidâyet diyor.

Buyuruyor ki:

“Kimler;

•Allâh’a ve

•Rasûl’e itaat ederse

Onlar,

‒Allâh’ın kendilerine nimet verdiği;

•Peygamberler,

•Sıddîklar,

•Şehidler ve

•Sâlih kimselerle beraberdir.

Ki;

‒Bunlar, ne güzel yol arkadaşıdırlar!” (en-Nisâ, 69)

Mesele;

Allah ve Rasûlullah yolunda;

•Doğru ve candan itaat,

•Doğru ve seçkin dostlar,

•Doğru ve gerçek beraberlik.

İki cihanın huzuru işte bunda. İnsanın mahşer gününde yüzünü ağartan güzellik de bu. Bunun müjdesi de bambaşka:

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ ابْيَضَّتْ وُجُوهُهُمْ فَف۪ى رَحْمَةِ اللّٰهِ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

“Yüzü ağaranlar:

Onlar Allâh’ın rahmeti içinde…

Onlar orada ebedî…” (Âl-i İmrân, 107)

Ne mutlu O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ’e bu mâhiyette ümmet olabilenlere!

Ne mutlu hidâyet rehberlerinin yolunda vâsıl olabilenlere!

O hidâyet rehberleri ki;

Hazret-i Peygamber’in rahmet ikliminde bu fânî cihânın devr-i cehâletini asr-ı saâdet eylediler.

O hidâyet rehberleri ki;

Nice çorak gönülleri yemyeşil bağlara döndürdüler. Nice mahrumları mazhar kıldılar. Nice çölleri gülistana çevirdiler. Nice taş kalpleri, merhamet ve şefkat pınarlarına dönüştürdüler.

O hidâyet rehberleri;

İslâm medeniyetinin özü, sözü ve gülümseyen yüzü oldular. Görenler Allâh’ı hatırladı. Sohbetlerine koştular. Îman ve irfân ile coştular.

O hidâyet rehberleri;

Allâh’ın ve Rasûlullâh’ın emrettiği en mükemmel ahlâkı, takvâyı, fazîletleri, kulluk ve kemâlâtı gönüllere ince ince işlediler. İnsanlığın âbide şahsiyetlerini yetiştirdiler.

O hidâyet rehberleri;

Asırlardır fetih sancaklarını kıta kıta dalgalandırdılar. Nerede bir mazlum varsa, merhamet oldular. Nerede bir yetim varsa kol kanat gerdiler. Nerede bir muhtaç ve nâçar varsa, en güzel çareler oldular.

O hidâyet rehberleri;

Toplumları da aile yuvalarını da pek müstesnâ ilâhî güzelliklerle dokudular. Enkazları mâmur ettiler. Ölmekte olan kalpleri ihyâ ettiler. Yıkılmakta olan vicdanları ve ruhları inşâ ettiler.

O hidâyet rehberleri;

Hayatın bütün tıkanıklıklarını en mâhir tasavvufî inceliklerle açtılar ve geniş ufuklara ulaştırdılar. Yaralara merhem oldular. Mâtemlere rahmet tevzî ettiler.

O hidâyet rehberleri;

İlmi takvâ ile yoğurdular. Takvâyı aşk ile ikmâl ettiler. Esfel-i sâfilîne düşenleri oradan çıkarıp da ahsen-i takvîm değerine ulaştırmak için çırpındılar. Zulümleri merhametle yıkadılar. Zorbalıkları şefkatle mağlûp ettiler. Düşmanlıkları îman kardeşliği ile bertaraf eylediler.

O rehberlerin ardında;

İnsanlık, tarihten beri her bâdireyi atlattı. En zor zamanlarda onlar sayesinde nefes alabildi. Onların güzellikleriyle ve fazîletleriyle nice engelleri aştı ve kurtuluş sahiline ulaştı.

Bu bakımdan;

Âhirzamanda zıt kutupların en büyük mücadelesi, insanları o rehberlerden koparmak. Egoizmi şırınga ederek başına buyruk gafiller üretmek. Böylece mü’min nesilleri darmadağın edivermek.

Dışta ve içte birilerinin nice İslâm büyüklerini sıradanlaştırmaya çalışmaları, hattâ daha ileri giderek horlamaya kalkışmaları, hep bu yüzden. Allâh’ın insanlara takdim ettiği o örnek ve müstesnâ şahsiyetlerin, basit ve tam tersi şekilde gösterilmeye kalkışılması da bu yüzden.

Çünkü;

Bunu başardıklarında; nesiller, hidâyet rehberlerinin değil başka tiplerin, başka lokomotiflerin peşine takılacak. Tuhaf tuhaf kötü isimleri bile güzel zannederek; «Bunlar, benim idolüm.» diyecek ve sonrası olan olacak. Çünkü bilinmez yollarda her yolcu, illâ bir rehbere muhtaç. Ya hidâyet rehberlerine sarılacak, ya dalâlet denilen sapmış kimselere aldanacak.

Şeytanın ezelî kavgası da bu yönde değil mi?

Malûm;

Hazret-i Âdem’e secde etmeyip Allâh’a isyan edince hem Cenâb-ı Hakk’ı suçlamaya yeltenen hem de düşmanlığa kalkışan;

“İblis, dedi ki:

‒Beni azdırmana karşılık,

‒Yemin ederim ki,

‒Ben de onları (Âdem’in neslini),

‒Saptırmak için mutlaka;

‒Dosdoğru yolunun / sırât-ı müstakîminin üzerinde oturacağım.” (el-A‘râf, 16)

“Sonra;

(Çeşitli pusularla, metotlarla, mantıklarla)

‒Önlerinden,

‒Arkalarından,

‒Sağlarından,

‒Sollarından,

‒Onlara bir şekilde mutlaka sokulacağım.

Böylece;

‒Sen,

‒Onların çoğunu,

‒Şükredenlerden bulamayacaksın!” (el-A‘râf, 16)

İşte günümüz;

Bu kavganın en zirvede olduğu günler.

Bir yanda;

Nesilleri çalmak ve perişan etmek isteyen sırât-ı müstakîm üzerine oturmuş tipler, şeytanlar ve aveneleri. Onların nicesi de, aldandıkları ve saptıkları hâlde;

“Kendilerinin doğru yolda olduklarını sananlar.” (ez-Zuhruf, 36)

Bir yanda da;

İnsanlığı ve nesilleri en doğru istikamete ve gerçek bir selâmete ulaştıracak olan hidâyet rehberleri.

Lâkin;

Gaflet erbâbı bu iki kutbun arasında zikzağa düşebiliyor. Ne yana gitse daha hoşuna gidecek diye sürekli bir gelgit yaşıyor. Kimi deizme kayıyor, kimi sapkın duygulara. Bu gelgitlerin içinde ziyan olan çok, perişan olan çok, hüsrâna dûçâr olan çok. Modern câhiliyyenin derin uçurumlarına düşüp de mahvolan nice insanlar, zavallılar, gafiller var…

Dolayısıyla;

Her zamankinden daha çok basîret gerekli bugünün insanına. Dün olduğundan daha çok şuurlu olmak gerekli. Eskisinden daha dirâyetli, daha riâyetli daha müttakî olmak gerekli.

Dolayısıyla;

Bir sürü bomboş kitapların rafları ve bilgisayarları doldurduğu hengâmda, onların arasında gaflet faresi ve cehâlet güvesi gibi dolaşmak yerine, bambaşka bir uyanış ve irfân içinde hidâyet rehberleri ile hemhâl olmak gerek. Bilhassa da onların yaşayışlarına göz kesilmek gerek. Onların can dirilten sözlerine ve sohbetlerine kulak kesilmek gerek. O müstesnâ gönüllerin harmanında derman bulan bir ehl-i gönül olmak gerek.

İşte;

Bunu temin için güzel gayretlerden biri olarak Pek Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Üstâdımız tarafından müstesnâ bir eser kaleme alındı:

Asr-ı Saâdetten Günümüze
HİDÂYET REHBERLERİ

Günümüzün insanına bir ilâç mesâbesinde çok kıymetli bir kitap.

Bu itibarla;

Bu yıl, 18’inci senesine ulaşmakta olan Yüzakı Mecmûamız’ın yeni hediye kitabı bu güzel eser olacak. Yine mecmûamızdan sizlere ömürlük bir hediye kabîlinden.

Bu eser çok mühim.

Çünkü;

Her yerde uçuyor bir sürü fikir,
Dışları çok câzip, içleri hep kir!

Oyun ve eğlence üflenen yerde,
Nefsin faresine tuş oldu tekir!

Taze güller, toy bülbüller bilmiyor,
Kim Ebû Cehil’dir, kim Ebûbekir!

Kendine gelesin ey Âdemoğlu,
Uyan, tek kurtuluş, tevbe ve zikir!

Kalb-i şeytan, kötü zanla kirlendi,
Hiç temizlenmedi, oldu en hakir!

Bak; ibret ortada… Diyor ki Allah:
Doğru gelsin Bana zengin ve fakir!

Hidâyet yolunda rehberlere uy,
Sırât-ı müstakîm işte ey münkir!

Hak rehberler, Hak’tan nimet verilen,
En güzel kullardır, ey mütefekkir!

Peygamber’den edep öğren ey Seyrî,
Müstakîm ol, hem zâkir ol, hem şâkir!

Ne mutlu müstakîm olabilenlere!

Ne mutlu hidâyet üzere yaşayabilenlere!

Ne mutlu, hidâyet rehberlerinin mazharı olmuş gönüllere!

Hele ki;

Her türlü kötülüğün, fâizin, kumarın, içkinin ve nice çılgınlıkların had safhada olduğu gaflet rüzgârlarına rağmen, her çeşit haram ve şüpheli şeylerden kaçınanlara ne mutlu! Bencillik, cimrilik, israf ve günah tuzaklarına yakalanmayanlara ne mutlu!

Hem de;

Bütün zorluklarına rağmen nice hırslara mağlûp olmayarak daima helâl ve tertemiz kazanmak hususunda ısrarlı, sebatkâr ve müstakîm olanlara ne mutlu!

Hâsılı;

Kazançlarının pusulası takvâ ve ibâdete olanlara ne mutlu! Bu hâlin en güzel bir îman ve merhamet tezâhürü olarak diğergâmlık, cömertlik, hayır ve hasenâta koşanlara ne mutlu!

Ne mutlu hidâyet rehberlerinin yolu olan sırât-ı müstakîm üzere en güzel hidâyetle yaşayıp yaşatarak Allâh’ın huzûruna yüz akıyla çıkıp ebedî rahmete nâil olabilenlere!

Yâ Rab,

Nasîb eyle!

Âmîn…