BİR BAŞKA MADDE BAĞIMLILIĞI

H. Kübra ERGİN hkubraergin571@gmail.com

İnsanoğlunun değişmeyen bir hususiyeti, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle tasvir edilir:

“(Vay hâline o kişinin ki!) O malı toplar ve onu tekrar tekrar sayar. Zanneder ki malı onu ebedî yaşatacak.” (el-Hümeze, 2-3)

Dünyevîleşen, bugünkü tabirle «seküler» dünya düzenine uyum sağlayan insan tipinin özelliğidir bu. Malı, maddî menfaat kaynaklarını toplayıp, kendi mülkiyeti altına hapsetmeyi hayatın gayesi gibi görür. Sonra onu sayıp durur.

Saymak, hesaplamalar yapmak, daha daha nasıl artıracağının plânlarını kurmak… İktisat sistemleri oluşturmak… Sömürü düzenleri kurmak…

İnsanlık tarihine baktığımız zaman görürüz ki, matematik ve ona bağlantılı ilimlerin bu kadar belirleyici olduğu bir çağ yoktur. İnsanoğlu yönünü maddeye çevirdikçe, matematik bu kadar değer kazanmıştır. Yüzünü gökyüzünden indirip etrafına bakmaya başladıkça; maddeye hâkim olma yolunun, onun tâbî olduğu matematik düzeni keşfetmeye bağlı olduğunu fark etmiştir.

Eski medeniyetlere bakıldığı zaman, insanların kendilerini öncelikle inançlarıyla ve mensubiyetleriyle takdim ettikleri görülür. Memleketler; birbirlerinden dinleri, kültürleri, örf ve âdetleri ile ayırt edilir. Şehirlerin merkezinde mâbedler vardır. Eğitim müesseselerinde inanç ve değer sistemlerinin önemli bir yer tutması, dünyanın her yerinde geçerli bir kaidedir.

Bugün modernizm kelimesiyle özetlenen yeni çağın en öne çıkan özelliği, bütün bunları; «Eski kafalılık, geri kalmışlık» diye yaftalayıp gözden düşürmesidir. Post modernizm denilen bir sonraki merhalede ise kültür kalıntıları, sadece turizm gelirlerine olan katkıları açısından değerlendirilir. Asıl olan sadece maddedir, mânevî olan şeyler sadece maddî getirileri kadar değer taşır.

Aslında insanoğlunun maddeden müstağnî olabildiği bir çağ yoktur. Madde; insanın bu dünyadaki konağıdır, bineğidir, azığıdır. Bir müslüman da maddî imkânlardan faydalanır. Hattâ ibâdetlerini yerine getirirken bile, maddî vasıtaları kullanmaya ihtiyaç duyar. Abdest almak için temiz suya ihtiyacı vardır. Temiz bir yere, temiz kıyafete muhtaçtır. Mahremiyetini sağlayan, ailesini barındıran bir eve sığınmak, helâl gıdâlar temin edeceği meşrû bir meslek edinmek herkesin ihtiyacıdır. Fakat seküler dünyada madde, bundan ibaret değildir.

Dünya hayatının imtihanı olarak madde, insana öylesine uysalca boyun eğer ki, âdeta insanın firavunluk damarını tahrik eder. Firavun da;

“Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?” (ez-Zuhruf, 51) demişti.

Nil Nehri sayesinde bolca zirâî mahsuller almak, bir sürü kişiye iş imkânı sağlamak; onda öyle bir üstünlük vehmi doğurmuştu ki, iş ilâhlık taslamaya kadar gitmişti.

Bugünün modern insanı ise ondan çok daha fazlasını yapabiliyor. Maddenin tâbî olduğu kaideleri öğrenip, ondan türlü türlü faydalanmak insanda haksız bir kibre yol açıyor. Bilim ve teknoloji sayesinde önce maddeye sonra insanlara hükmetmek, güç sarhoşluğuna götürüyor.

İnsanoğlu, maddenin uysallığına bakıp aldanıyor. Oysa madde göründüğü kadar insana boyun eğmiş, itaat ediyor değildir. Aksine insan maddeye hükmettiğini zannederken, aslında onun kanunlarına da boyun eğmiş oluyor. Sürekli; «Maddeden daha fazla yararlanacağım.» diye maddeyle meşgul olmak, ona olan ihtiyacı daha da tırmandırıyor. Meselâ, ihtiyaç olmayan şeyler de ihtiyaç listesine giriyor ve onları temin etmek için ömürler harcanıyor.

İnsan, bir avuç toprak almak için bile yere eğilmek zorundadır. Maddî şeylerden daha fazla pay elde etmek için, eğitim hayatından başlayarak bütün bir ömrünü maddenin köleliğine harcıyor.

Madde ile münasebetimiz âdeta «madde bağımlılığı» diye tabir edilen noktaya geldiği zaman; artık o bize değil, biz ona hizmet eder hâle geliyoruz.

Madde bağımlılığı tabirini; «Bir maddenin verdiği hazza tiryaki olarak, onu maksadının dışında, aşırı veya yanlış bir şekilde tüketmek» diye açıklamak mümkün. Burada haz ve tiryakilik kavramları; daha çok doğrudan beyinde haz veren salgılar salgılanmasını sağlayan uyuşturucu veya psikoaktif maddeleri akla getiriyor ama, başka nesneler de benzer tesirler yapabiliyor.

Eğer alışveriş yapmak; size gerçekten ihtiyaç duyduğunuz nesneleri temin etmenin ötesinde bir zevk veriyorsa, bu zevki tatmak için alışveriş yerlerinde dolaşıp durmayı hayat biçimi hâline getirdiyseniz, siz de bir madde bağımlısı olmuşsunuz demektir.

Bugün pahalılıktan şikâyet ediyoruz, ama toplumumuzda dijital alışveriş hacmi sürekli büyüyor. Hazır yemek sektörü her yıl cirosunu artırıyor.

Eskiden insanlarımız; evinde pişirdiği yemeklerle, aile fertlerinin karnını hesaplı bir şekilde doyurmaya çalışırdı. Bugün lezzet almak için yemek yeniyor. Aslında yemekte lezzet almayı birinci hedef olarak görmek bile bir «maddenin kötüye kullanımı.»

Rabbimiz, bizi bu dünyaya zevk almaya göndermemiş. Yaratılışımız bile buna müsait değil. İnsanın koku ve tat alma hisleri, sadece bekçilik vazifesi yapar. Biz sadece ilk aldığımız lokmanın lezzetini tam olarak hissederiz. Bize; «yemeye uygun, taze, kokuşmamış, çürümemiş, temiz ve faydalı bir şey…» diye bilgi verdikten sonra işi biter. Bundan sonraki lokmalarda, beynimiz boşuna meşgul edilmez. Dünyada her şey sınırlıdır. Beynin enerjisi de sınırlıdır ve gerekli yerlere harcanmalıdır. Lezzet almak ihtiyaç değil, lükstür.

Yetişkin bir insan, hayatını zevk almaya yönelik olarak yaşamaz. Çocuk hep hoşlandığı şeyleri yemek ister; hep hoşlandığı oyunlarla, eğlencelerle zaman geçirmek ister. Ama yetişkin olmanın farkı; hayatın merkezine vazife ve mes’ûliyetleri koymak, biraz istirahatle ve ihtiyaçları gidermekle teskin olup buna şükretmektir.

Psikologlar hazza yönelimli ve maddeyi kötü kullanıma meyilli kişilik yapısını incelerken şöyle diyorlar:

“Maddenin verdiği zevk peşindir. Hazza yönelimli insanlar; sabırla elde edilen daha mâneviyat esaslı zevkler için bekleyemeyen, zorlukları göze alamayan zayıf karakterli kişilerdir.”

Meselâ; lüzumsuz, lüks bir şeyler satın almanın hazzını, hayır yapmanın huzuruna tercih eden insan, aslında bir nevî çocuktur. Çocuk gibi henüz olgunlaşmamış, maddî hazlarla tesellî arayan zayıf karakterli bir kişidir.

Maddî zevklere bağımlılık; insanın sabır, cesaret, çalışkanlık, bütün istîdatlarını inkişaf ettiren gayret, tutumluluk, ileri görüşlülük, hayatını iyi yönetme gibi birçok üstün vasıflarını yok eder. Hazır imkânların içine doğmuş kişilerde, maalesef birçok karakter zaafı görülür. İleri görüşlü ebeveynler, çocuklarını fazla maddî imkânlara alıştırmaz.

Maddenin bir özelliği de insana bağlılık ve itaat va‘detmesidir. Maddî bir şeyi alıp elinizin altında tutabiliyorsunuz. Sizi terk etmiyor. Bir iradesi yok. Meselâ; arkadaş edindiğiniz zaman o sizi terk edebilir, ama maddî şeyler sizi bırakıp gidemez. Ama aslında bu aldatıcı bir görüntüdür. Maddî şeyler size o kadar da sâdık değildir.

Dünya felâketlerinin elimizden alamayacağı hiçbir mal yoktur. Biz ancak sağ olduğumuz ve îmân ile kalbimiz diri olduğu sürece maldan faydalanırız. Ne zaman ki bir ceset gibi enerjisiz, hareketsiz bir şekilde maddenin koynuna sığınırsak, o da bizi kabir toprağı gibi çürütür.

Atalarımız; “Mal, canın yongasıdır.” derken aslında; “Sende can varsa, mal senin hizmetindedir.” demek istemiş olmalı.

Hazret-i Ali -kerremallâhu vechehû-’nun meşhur sözüdür:

“İlim seni korur, malı ise sen korursun.”

Malı îman diriliği sayesinde yerli yerince kullanabiliyorsan, o sana hizmet eder. Yoksa sen onun muhafızı, muhasebecisi, hizmetçisi olursun. Senin yanında dursun diye, üstüne titreyip, âdeta nazlı bir sevgili gibi her kaprisini çekersin. Ama sonuç değişmez, ya bir gün elinden çıkar gider veya sen onu mîrasçılara bırakır gidersin.

Tek çare onu ebedî hayattaki kalıcı hesabına yollamaktır. Bunu yapacak îman diriliğin varsa; madde sana güzel bir binek olur, azık olur, yol arkadaşı olur, seni maksadına eriştirir.

En önemlisi; dünyada yolcu olduğunu unutmamak, maddeyi, yerleşip kalınacak bir sığınak gibi görmemektir.