YOĞURT ŞAHSİYETİNİ KAYBEDERSE…

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

 

 

İlk defa nasıl ve kim tarafından yapıldığına dair elimizde yeterli malûmat olmamakla birlikte, zannederim insanlık tarihiyle aynı yaşta bir besin maddesi, yoğurt

 

Yoğurt; süt, protein (enzimler), yağ, lâktoz (süt şekeri), vitaminler ve minerallerden (kalsiyum, magnezyum, fosfor vb.) oluşan tabiî bir ürün. Yoğurdun içinde bulunan lâktik asit bakterilerinin bir benzeri, insan vücudunda da bulunmaktadır. Bu bakteriler; özellikle sindirim sistemi ve bağırsak florasında aktif rol almakta olup, bağışıklık sistemimizin güçlü olması için, düzenli olarak yoğurt tüketmemiz tavsiye edilmektedir. 

 

Mîracda Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e yapılan ikramlardan sütü tercih etmesi neticesinde, Cebrâil -aleyhisselâm-’ın;

 

“–Fıtratı tercih ettin.” (Müslim, Îmân, 272, Eşribe, 92) demesinden anlıyoruz ki; süt, insana hem maddî olarak hem de mânevî olarak faydalı bir madde. 

 

Yapıldığı yörenin; havasına, suyuna, coğrâfî özelliklerine, iklimine ve yetişen bitki çeşidine göre farklı şekillerde ve lezzetlerde olsa da yoğurdun temel olarak yapılma mantığı aynı. Teknik olarak; çiğ sütün belli bir dereceye kadar ısıtılması, sonrasında soğutularak belli bir derecede, belli bir sürede bekletilmesi sonucu oluşan fermantasyon neticesinde veya daha evvel yapılmış bir yoğurdun, maya olarak kullanılmasıyla elde edilen bir ürün. 

 

Yoğurdun yukarıda bir kısmına temas ettiğimiz besleyici ve koruyucu hususiyetlerinden ziyade, aslında içtimâî hayatımızla alâkalı da mühim hususiyetleri var. Biz, biraz o pencereden bakmak istiyoruz. 

 

Başlıktaki «yoğurdun şahsiyeti» ifadesine; «Bu da olur mu?» demeyin. Belki de besinler içinde en şahsiyetli olanlardan bir tanesidir kendisi. Çünkü bir duruşu var. Yoğurt, özünde bir uyum ve denge barındırıyor. Mayalanırken; ısısında dengesizlik olsa, ya tutmuyor veya tadı bozuk oluyor. Meselâ çok sabırlı. Hemen olsun bitsin, bakteriler birbirini tutsun demiyor. Sabırla bekliyor, zamanla olgunlaşıyor, tadı oturuyor ve karakteri belirginleşiyor. Kendini küçük görmüyor meselâ. Bir kazan sütün içine atılsa; 

 

«–Nereden geldim buraya? Beni buraya neden attılar? Yüz litre sütün içinde ben ne yapacağım?» demiyor. Şikâyet etmeden; hemen kazanın en dibine gidiyor, oraya yerleşiyor ve çevresindeki hiçbir şeyden müteessir olmuyor ve korkmuyor. Önce kendi şahsiyetini, karakterini muhafaza ediyor. Sonra, kendisine dokunanı dönüştürmeye ve değiştirmeye başlıyor. Akşam bir kazan sütü bırakan, sabah onun tamamının yoğurda dönüştüğüne şâhit oluyor. Bu dönüşümü sağlayan bakteriler; bırakın gözü, mercekle bile zor görünüyor. Ama, yaptıkları muazzam eser karşısında, insan hayret ediyor. Zira, kendi cüsselerinin belki binlerce katı maddeyi kendilerine benzetebiliyorlar.

 

İnsanın da yoğurda benzeyen bir yanı var. Onun da çevresini dönüştürme ve değiştirme kabiliyeti var. Bulunduğu yeri cennet bahçelerinden bir bahçeye veya cehennemden bir köşeye çevirebiliyor. Bakın Allah Teâlâ’nın peygamberlerine, velîlerine, dostlarına. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in tek başına başladığı tebliğin, bugün ulaştığı hacme ve sayıya bakın. 

 

Demek ki sayı ve hacim önemli değil. Dağ gibi insanları hasta edip yatağa düşüren küçücük bir mikrop. Gözle bile görünmüyor ama tesiri muazzam. İnanmış ve inancı için kendini fedâ etmiş bir kişi; milyarlarca insanı, kendi dâvâsına katabiliyor. Önemli olan; sahip olduğumuz gücü ve kuvveti, karşı tarafa en tesirli şekilde yansıtmamız.

 

Tarihe dönüp; bu gücün farkında olduğumuz zamanlara baktığımızda, yeryüzündeki bütün güçlerin ve iktidarların, önümüzde diz çöktüğünü müşâhede ediyoruz. Ancak, bu bakışı kaybedince de bugünkü gibi zillet içinde boğuluyoruz. 

 

Atalarımız; 

 

“Biz, biz olsaydık, biz geçmezdi bize.” demişler. 

 

Şöyle çevremize bir bakalım, müslümanların güçlü olduğu zamanları inceleyelim. Bırakın müslümanları, gayr-i müslim olanların bile zulme uğramadığını görüyoruz. Ama bugün; iki milyarı aşkın nüfusa sahip olmamıza rağmen, imâmesi kopmuş tesbih taneleri gibi darmadağın vaziyetteyiz. Kendimize faydamız olmadığı gibi, zulüm altındaki kardeşlerimize dahî faydamız olmuyor. 

 

Yoğurt; şahsiyetini kaybedince, içinde bulunduğu sütü mayalayamadığı gibi, kendi yapısını da kaybediyor. Dolayısıyla hem kendisi hem de içinde bulunduğu süt, artık işe yaramaz hâle geliyor. 

 

Nasıl ki yoğurt; içinde bulunduğu devâsâ hacim karşısında, korkmadan, çekinmeden vazifesini îfâ ediyorsa, biz de karşımızdakilerin ekonomisinden, teknolojisinden ve askerî gücünden çekinmeden, şahsiyetimiz neyi gerektiriyorsa o vazifeyi yerine getirmeliyiz. Yoğurt; şahsiyetine göre hareket edince, nasıl ki kendisinin binlerce katını dönüştürebiliyorsa, biz de önce kendimizde olana sımsıkı sarılmalı, onu muhafaza etmeli ve bize dokunanı bize benzetmek için gayret etmeliyiz. 

 

Bazen küçük bir mum, kocaman bir salonun karanlığını yırtıp atabilir. Karanlıktan şikâyet etmeyelim. Elimizdeki mumu tutuşturalım. Göreceğiz ki karanlık, ışık hızıyla kaçacak yer arayacak. Kendimizi maya kıvâmına getirelim. Gittiğimiz her yer yemyeşil olsun, bize benzesin, bizden iz olsun.

 

Allah Teâlâ; yarattığı fıtratı muhafaza edip, bozmadan, dönüşmeden müslüman şahsiyet ve karakteri ile çevresini güzelleştirenlerden eylesin. Âmîn.