ASHÂB-I UHDUD

Abdullah Mesud HIDIR mahidir@gmail.com

 

Kur’ân-ı Kerim’de, «Ashâb-ı Uhdud»dan şöyle bahsedilir: 

 

“Hazırladıkları hendekleri, tutuşturulmuş ateşle doldurarak onun çevresinde oturup, inanmış kimselere dinlerinden dönmeleri için yaptıkları işkenceleri seyredenler kahrolsun!” (el-Bürûc, 4-7)

 

Âyetlerin devamında yapılan bu işkencenin sebebi zikredilir:

 

“Bu inkârcıların, inananlara kızmaları; onların sadece, göklerin ve yerin hükümranlığı kendisinin bulunan ve övülmeye lâyık ve güçlü olan Allâh’a inanmış olmalarındandı. Allah her şeye şâhittir.” (el-Bürûc, 8-9)

 

Rivâyete göre; mîlâdi dördüncü asırda, Arap Yarımadası’nın güney batısındaki Necran şehrine bir gün bir davetçi gelerek, insanları o zamanın hak dîni olan Hıristiyanlığa davet etti. Halk bu davetçinin davetine uyarak hıristiyan oldu. Ne var ki Yemen kralı yahudi Zûnüvâs; hıristiyan olan insanlar üzerine ordu göndererek Yahudiliğe dönmelerini, aksi takdirde ateşe atılacaklarını bildirdi. Halkın Hıristiyanlık’tan dönmemeleri üzerine, Zûnüvâs tâlimat vererek, sayıları yirmi bin civarında olan mü’minleri, ateş dolu hendeklere attırıp işkence çektirerek öldürdü. 

 

Bu hâdise Kur’ân’ın nâzil olduğu dönemde Araplar arasında biliniyordu. Kur’ân’da zikredilmesinin hikmeti; mü’minleri dinlerini yaşama hususunda sabırlı ve tavizsiz olmaya yönlendirmek, teşvik etmek, onların Ashâb-ı Uhdûd’u örnek almalarını sağlamaktı. Bu sayede bir yandan mü’minlere ebediyeti kazanma yolu gösterilirken, diğer yandan müşrikler tehdit edilmiş ve azapla müjdelenmiştir.

 

Kur’ân’ın mûcizevî bir tecellîsi olarak bu âyetler bugün de cârîdir, kıyâmete kadar da cârî olacaktır. Îmanlarından taviz vermeyen Filistinli mü’minler, inşâallah ebedî cennetlere ve sayısız nimetlere mazhar olacaklardır.

MİMARÎYE TÜRK-İSLÂM MÜHRÜ

 

Mimar Sinan, 29 Mayıs 1490’da Kayseri/Ağırnas’ta doğdu. 22 yaşında devşirme bir asker olarak İstanbul’a gitti. Sinan’ın, muhtelif seferlere katıldıktan sonra Boğdan seferi esnasında, Prut nehri ve bataklığı üzerine çok kısa bir sürede kurduğu köprü ile kabiliyeti keşfedildi. 1539’da 49 yıl kalacağı Hâssa Sermimarı vazifesine tayin edildi. 

 

Ortaya koyduğu eserlerle Türk-İslâm mimarîsini zirveye taşıdı. İnce ve hisli sanatkâr rûhuyla taşa mânâ aşıladı. 

 

Kanunî’nin üç büyük gayesi vardı: 

 

•Büyük bir cami inşâsı, 

 

•İstanbul’un su sıkıntısının giderilmesi ve 

 

•Viyana’nın fethi. 

 

Bu büyük hedeflerden ikisini Mimar Sinan gerçekleştirdi. Üçüncüsü ise akîm kaldı. 

 

Mimar Sinan’ın yaptığı, Bosna’dan Mekke’ye, 400’den fazla eser; kıyâmete kadar mimarîye vurulan Türk-İslâm mührüdür. 

 

Koca Sinan, 9 Nisan 1588’de İstanbul’da vefât etti. Kabri, Süleymaniye külliyesinin kuzeyindedir.

 

*

 

Padişah’a bir gün, Sinan’ın Süleymaniye Camii’nin inşaatında çalışan ustalardan bazılarına üç akçe fazla yevmiye verdiği, şeklinde bir şikâyet ulaştırılır. Kanunî;

 

“–Filân filân ustalara üç akçe fazla takdir ettiğiniz hâlde, diğerlerine neden eksik verirsiniz?” diye sorar. 

 

Kul hakkına son derece riâyet eden Sinan, Padişah’ı inşaat sahasına götürür ve fazla ücret takdir ettiği ustalarla, diğerlerinin dakikada kaçar çekiç vurduklarını kıyas ederek, bunun da saatteki farkını çıkarır. Bu hesabı da güne vurduktan sonra;

 

“–Devletlüm; adâleti emreden Rabbimiz’in ve «Hak sahibine hakkını eksiksiz verin.» (Buhârî, Savm, 51) buyuran Peygamberimiz’in huzûruna yüz akı ile çıkabilmem için vurulan fazla çekiçlerin hakkını takdir etmeye mecburum.” der.

SEBEBİ BİLİNMEYEN SIKINTILAR

 

Muhammed bin Hanefiyye, 637 yılında Medine’de doğdu. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-’ın, Hazret-i Fâtıma’nın vefatından sonra evlendiği, Havle bint-i Câfer el-Hanefiyye’den doğan oğludur. Cesareti, kahramanlığı ve ilmiyle tanındı. Yaşadığı dönem, siyâsî açıdan çalkantılı bir dönemdi. O daima siyasetin dışında kalmaya çalıştı, suhûlet ve teennî tarafını seçti. Hazret-i Osman, Ammâr bin Yâsir, Ebû Hüreyre y’dan hadis dinledi. Öğrendikleriyle talebe yetiştirdi. İbnü’l-Hanefiyye, Mart 700’de vefât etti. Kabri, Cennetü’l-Bakī‘dedir.

 

*

 

Bir adam, Muhammed bin Hanefiyye’ye; 

 

“–İçimde, kalbimi sıkıştıran sebebini bilmediğim bir sıkıntı var.” dediğinde İbnü’l-Hanefiyye, ona; 

 

“–Sebebini bilmediğin sıkıntı, işlemediğin bir günahın cezasıdır.” dedi. Adam;

 

“–Ne demek bu?” deyince İbnü’l-Hanefiyye;

 

“–Bunun mânâsı şudur: 

 

Kalp günaha meyleder, fakat vücudun diğer organları ona müsaade etmez. Bu sebeple organlar değil de sadece kalp cezalandırılır.” (İbn-i Asâkir, LIV, 335-336; Mecdüddin İbnü’l-Esîr, IV, 420)

NESİLLERİN CİHAD MUALLİMİ: İZZEDDİN EL-KASSAM

 

Filistin direniş hareketinin kurucusu Şeyhü’l-Mücâhidîn İzzeddin el-Kassam, 1883’te Suriye/Cebele’de doğdu. Mütevâzı, dindar, kanaatkâr, mütedeyyin, ilim ehli ve tarîkat ehli bir aileye mensuptu. Doğduğu beldede Kur’ân-ı Kerim ve temel dînî ilimleri tahsil ettikten sonra, 1896’da Mısır el-Ezher’e giderek tahsiline devam etti. On sene Mısır’da kaldı. Dünyanın dört bir yanından gelen müslüman talebelerle tanıştı, dünya görüşü genişledi, ufku açıldı. İlmî ve içtimâî açıdan yetişti. Memleketine döndükten sonra, hizmet için kolları sıvadı. Cami merkezli ibâdet, irşad ve eğitim faaliyetleri başlattı. Zira toplum fakir ve câhil bırakılmıştı. Bir diğer tehlike de İslâm düşmanlarının Arap Yarımadası üzerindeki kirli plânlarıydı.

 

1935’te yahudiler, Filistin’e göç ve arazi işgalini artırdı. İçeriye silâh soktular. Bunun üzerine İzzeddin el-Kassam kendisine tâbî olanlarla, alenî cihad başlattı. Mücâhidlerle İngilizler arasında küçük çapta çatışmalar çıktı. İngilizler 19 Kasım 1935’te, İzzeddin el-Kassam’ın yerini tespit edip bulundukları bölgeye baskın düzenledi. İzzeddin el-Kassam, direnmesine rağmen şehid düştü. Na‘şı kalabalık bir cemaat eşliğinde Hayfa’ya defnedildi. (Ali Rıza AKGÜN, İrade Dergisi, sa. 31, s. 24. Mustafa L. BİLGE, “KASSÂM, İzzeddin” TDV İslâm Ansiklopedisi)

 

*

 

1911’de İtalyanlar Libya’ya saldırınca Şeyh İzzeddin el-Kassam cihad bayrağını açtı. Osmanlı ordusu için asker toplamaya başladı. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusuna yazıldı. Silâh eğitimi aldıktan sonra, cephede imam olarak vazifeye başladı. 1918’de Fransızlar Şam’ı işgal edince, halkı teşkilâtlandırarak direnişe geçti. Güç dengesizliğine dikkat çekerek, direnmenin faydasız olacağına dair gafilâne sözlere; 

 

“–Mühim olan illâ da bu savaşı bizim kazanmamız değildir. Asıl mühim olan, bizim ümmete ve gelecek nesillere iyi bir cihad rûhu mîras bırakmamızdır.” diyerek karşılık verdi. 

 

1919’da bölgeye keşif için gelen bir grup Amerikalı yetkili ile görüşen heyet içerisinde İzzeddin el-Kassam da vardı. Amerikalıların bütün tekliflerini reddederek şu cevabı verdi;

 

“–Ne tavsiye! Ne himaye! Sizin hiçbir şeyinize ihtiyacımız yoktur. Çünkü başkalarında olmayan güç bizde vardır.” diyerek çantasından Kur’ân-ı Kerîm’i çıkardı ve;

 

“–İşte bizim kuvvetimiz budur!” dedi.

 

Bu hâdiseler üzerine, teşkilâtlanmayı hızlandırdı. Evini satarak parasını cihad yolunda harcadı. Osmanlı ordusuna katılıp silâh eğitimi aldığı için, şimdi yanındakilere kendisi silâh eğitimi veriyordu. 

 

Kendisiyle uzlaşmak için gelen Fransız heyete; 

 

“–Derhâl geldiğiniz gibi gidin ve o işgalcilere benim önümde iki seçenek olduğunu söyleyin. Ya direniş! Ya şehâdet!” diyerek İslâm’ın izzet ve vakarını gösterdi. Âkıbeti de şehâdet mertebesi oldu. Allah rahmet eylesin.