İNFÂKIN İNCELİKLERİ

Sami GÖKSÜN

 

Mal ve servet Allâh’ın kullarına verdiği nimet ve emânettir. Bu nimet ve emânetleri Allâh’ın rızâsı doğrultusunda kullanmak bir kulluk vazifesidir. 

 

Bu sebeple; 

 

Sahip olduğumuz zenginlikleri, Allâh’ın rızâsını gözeterek harcamalıyız. Aksi takdirde her türlü zenginliğimizin sahibi olan Allâh’a karşı nankörlük etmiş ve O’na isyan etmiş oluruz. Böyle bir durumda olan kul; sahip olduğu zenginlikleri hayırda harcayarak Allâh’a yakınlaşacağı yerde, cimrilik yaparak O’ndan uzaklaşır. Kalbinde Allah sevgisi yerine mal-mülk sevgisi yer eder. Bu büyük bir tehlikedir. Böyle olunca da hem dünyasını hem âhiretini kaybeder. Böyle kimseleri yüce Rabbimiz şöyle îkaz eder:

 

“Altını ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanlar için acıklı bir azâbı müjdele. O gün (bu altın ve gümüşler) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla; onların alınları, böğürleri, sırtları dağlanacak ve (o esnada) işte nefisleriniz için toplayıp, saydıklarınız denilecek.” (et-Tevbe, 34-35)

 

Varlıklı olan ve dînen zengin sayılan insanlar; İslâm’ın beş farzından biri olan zekâtlarını vermek sûretiyle, yukarıdaki îkaza kulak vererek, biriktirip cimrilik etmeyecek, cömertçe yardımlaşarak Allâh’a yakınlaşmış olacak. 

 

İslâm dîninin beş temel esasından biri olan zekât; artma, çoğalma, arınma ve bereket mânâlarına gelir. Zekâtını veren kişi; hem Allâh’ın emrini yerine getirir, hem de başta cimrilik olmak üzere kötü alışkanlıklardan uzak durur. 

 

Çünkü infâk etmek, biriktirme hırsını ve bencilliği yok eder. Diğer taraftan; 

 

“Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.” (ez-Zâriyât, 19)âyet-i kerîmesi, zenginin malında fakir ve ihtiyaç sahiplerinin hakkı bulunduğunu belirtmektedir. 

 

Bu sebeple fakirin ve muhtacın hakkının ayrılıp verilmesiyle, mal da başkalarının hakkından arınmış olur. Böylece zenginin malı arınmış, fakirin de gönlü kinden ve hasetten temizlenmiş olur. 

 

Zekât sayesinde, toplumda zengin ve fakir yakınlaşır. Zenginin fakire karşı merhamet, fakirin de zengine karşı muhabbet duyguları gelişir. Zekâtını veren bir zengin, aynı zamanda malını koruma altına almış olur. Çünkü çevresindeki zenginden yardım gören fakir; zenginin malına kem gözle bakmaz, onu kıskanmaz. Bu yönüyle zekât, toplumun huzur ve mutluluğu için önemli bir kaynaşma vesilesidir. Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de; 

 

“Kâfir olanlar da birbirlerinin yardımcılarıdır. Eğer siz (mü’minler) bunu yapmaz iseniz, yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur.” (el-Enfâl, 73) buyurularak müslümanlar kendi aralarında yardımlaşmaya çağırılır. 

 

Zira mü’minler arasında yardımlaşma terk edilince; toplumun huzuru bozulur, fitne ve fesat ortaya çıkar. Bazı kimselerin rızkının çok, bazılarının ise az olduğu hepimiz tarafından bilinir. Ancak yüce Rabbimiz’in kelâmı olan Kur’ân’da; zenginliğin böbürlenme vesilesi olmadığı, yoksulluğun ise utanılacak bir şey olmadığı, dünya hayatında sahip olunan her şeyin bir imtihan vesilesi olduğu özellikle belirtilir. 

 

Misal olarak belirtmek gerekirse, zenginliği ile dillere destan olan Kārûn’un hikâyesi şöyle anlatılır:

 

“Hazret-i Musa döneminde yaşayan Kārûn’a Allah -celle celâlühû- büyük bir zenginlik vermişti. Malının hesabını kendisi bile bilmiyordu. Kavmi ona şöyle dedi: 

 

«–Sakın zenginliğin seni şımartmasın. Çünkü Allah şımarıkları sevmez.» diyerek şu tavsiyelerde bulundu: 

 

«Allâh’ın sana verdiğinden âhiret yurdunu kazanmaya bak ve dünyadan nasibini unutma! Allah sana ihsân ettiği gibi, sen de insanlara ihsanda bulun, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışma! Şüphesiz Allah bozguncuları sevmez.»” (Bkz. el-Kasas, 76-77) 

 

Dünyadan nasibin unutulmaması iki şekilde anlaşılabilir: 

 

a. Asıl gaye âhiret yurdunu kazanmaktır, ancak dünya nimetlerinden de meşrû ölçüler içinde yararlanmalıdır. 

 

b. Dünya hayatı, ebedî alemdeki hayata göre çok kısadır. Kul, bunu unutup ebediymiş gibi kendini ona kaptırmamalıdır. 

 

“Kārun ise;

 

«Bu serveti sahip olduğum bilgi ve becerimle elde ettim.» diye karşılık verdi. Bilmiyor muydu ki, Allah; ondan önceki kuşaklardan, ondan daha güçlü ve daha çok servet biriktirmiş kimseleri helâk etmişti. (Bkz. el-Kasas, 78) Böylece o da öncekiler gibi imtihanı kaybedenlerden oldu.” 

 

Diğer taraftan İslâm’da fakirlik kınanmamakla birlikte, çalışıp kazanarak infâk etmek teşvik edilir. Nitekim Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de; 

 

“Veren el, alan elden hayırlıdır.” (Buhârî, Zekât, 18; Müslim, Zekât, 94-97) buyurmuştur. 

 

Kur’ân’da ve hadislerde zekât ekseriya namazla birlikte zikredilir. Bu durum, namazla zekât arasında sıkı bir bağın olduğunu gösterir. Müslüman; bu iki ibâdeti yerine getirerek, olgun bir mü’min derecesine ulaşabilir. Zira İslâm; dünya hayatını âhiret hayatından, âhiret hayatını da dünya hayatından ayırmaz. 

 

Dînimiz İslâm, dünyayı ve âhireti bir bütünün iki parçası olarak gören bir tevhid dînidir. İslâm’ın köprüsü olan zekât; âhiretle dünyayı, zenginle fakiri, madde ile mânâyı, Allah ile kulu birbirine bağlar. Müslüman; zekât ibâdetini içinden gelerek îfâ etmeli ve yaptığı iyiliği başa kakmamalıdır. Ayrıca zekâtı; mallarının kötülerinden değil, iyi ve güzel olanlarından vermelidir. Fakir de sadaka ve zekâtı alırken ezilmeden ve mahcup olmadan almalıdır. Çünkü dînimize göre; zekât sayesinde zengin borcunu öderken, fakir de zenginden hakkını almaktadır. Zaten mal, mülk ve servet Allâh’a aittir: 

 

“Yeryüzünde ve gökyüzünde ne varsa Allâh’ındır.” (el-Bakara, 255) 

 

Öyleyse gerçek mülk sahibinin hazinedarlarına; 

 

«–Şu hazineden bir kısmını, kullarımdan muhtaç olanlara verin!» demesinden daha tabiî ne olabilir?.. 

 

Bu sebeple sahip olduğumuz zenginliklerin, bize birer emânet olarak verildiğini unutmamalıyız. 

 

Bir gün önce zengin olan bir kimsenin, bir gün sonra yiyecek lokmaya muhtaç olabileceğini hepimiz biliriz. Gün gelir biz de ihtiyaç sahibi olabiliriz. 6 Şubat Kahramanmaraş depremi, bunun çok bariz misalleriyle doludur. 

 

Dolayısıyla imkânlarımız ölçüsünde ihtiyaç sahiplerine yardım etmeli, açları doyurmalı ve ihtiyacı olanları giydirmeliyiz. Yolda kalanlara ve bütün muhtaçlara yardım ederek, onların hayır duâlarını almalıyız. Böylece hem nefsimizi ve malımızı arındırmış hem de Allâh’ın rızâsını kazanmış oluruz. 

 

Rabbim, bizleri cimrilikten ve mal biriktirme hırsından muhafaza eylesin.