ALLÂH’IM! BİZİ FELÂHA ERENLERDEN EYLE!

Prof. Dr. Mustafa CANLI canli20@hotmail.com

BİR HADİS:

عَنْ عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ عَمْرٍو رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُمَا :
أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ :

 « قَدْ أَفْلَحَ مَنْ أَسْلَمَ ، وَرُزِقَ كِفَافاً، وَقَنَّعَهُ اللّٰهُ بِمَا اٰتَاهُ » 

Abdullah bin Amr -radıyallâhu anhümâ-’dan nakledildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: 

 

“Müslüman olan, kendisine yeterli rızık verilen ve Allâh’ın lutfettiği nimetlere kanaat eden kimse; muhakkak felâha ermiştir.” (Müslim, Zekât, 125) 

 

BİR MESAJ: 

“Dünya ve âhirette felâha ermek istiyorsan, Kur’ân ve Sünnet yolundan git!” 

 

 

“Her türlü kötülük ve günahlardan arınan, Rabbinin ismini hatırlayıp da namaz kılan, doğrusu muhakkak felâh bulmuş ve kurtuluşa ermiştir.”
(el-A‘lâ, 87/14-15)

Felâh kelimesi; endişe ve korkulardan emîn olmak, kurtuluşa ermek, istediğine ulaşmak mânâlarına gelmektedir. Her insanın içinde; felâha erme, sıkıntılardan kurtulma düşüncesi vardır. İnsan; kendisine sıkıntı verecek durumlardan sıyrılıp rahata kavuşmak, felâha ermek ister. Mü’min; şu kısacık dünya hayatında elbette felâha ermek, sıkıntılarından kurtulmak ister. Ancak mü’min; asıl âhiret sıkıntılarından emîn olmak, mahşer günü felâha erenlerden olmak ister.

 

İşte bu noktada o zorlu mahşer gününün sıkıntılarından kendisini kurtaracak, felâha erdirecek hususlar; mü’min için hayâtî ehemmiyet arz eder. Çünkü o gün öyle zorlu bir gündür ki; 

 

“Kişi; kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar. O gün onlardan her birinin işi başından aşkındır.” (Abese, 80/34-37) 

 

O gün;

 

“Çocukları ak saçlı ihtiyarlara çevirecek bir gündür.” (el-Müzzemmil, 73/17) 

 

Yûnus Emre Hazretleri’nin diliyle;

 

Âh o günün korkuları, koca kılar mâsumları,

Nice olur mücrimleri, ağlaşalım ol gün için…

Bu bakımdan asıl felâha ermek, asıl kurtuluş âhirette gerçekleşecektir. Sevgili Peygamberimiz’in ifade buyurduğu gibi; 

 

“Gerçek hayat sadece âhiret hayatıdır.” (Buhârî, Rikāk, 1) Gerçek kurtuluş da âhirette kurtuluşa ermektir.

 

İşte serlevha hadîs-i şerîfimiz, bir mü’minin felâha kavuşmasının yollarından birkaçını bize hatırlatmaktadır. Nebevî mesaja göre, kişiyi felâha kavuşturacak birinci husus; müslüman olmaktır. Çünkü müslüman olmak, İslâm’la şereflenmek; kurtulmak demektir, kurtuluşa ermek demektir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz, İslâm’ın yayılmaya başladığı ilk yıllarda kabîlelere, devlet başkanlarına gönderdiği mektupta; 

 

“İslâm ol kurtul!” buyurarak onları hidâyete, kurtuluşa, feraha ve felâha davet etmiştir. (Buhârî, Bed‘ü’l-Vahy, 2) 

 

Müslümanlığa adım atan kişi, aslında o andan itibaren kurtuluş yoluna girmiş demektir. Zira müslüman olmak, müslümanca yaşamak ve müslümanca ölmek ne büyük bir lütuf ve ne büyük bir şereftir. 

 

Müslüman olup yüce Allâh’ın; namaz, oruç, zekât gibi temel ibâdetlerini eksiksiz yerine getirenler felâha ermiştir. Bir gün Fahr-i Kâinât Efendimiz’in yanına, Necid ahâlîsinden bir bedevî gelip, İslâm’ın ne olduğunu sormuştu. Efendimiz de İslâm’ın; beş vakit namaz kılmak, Ramazan orucunu tutmak ve zekât vermek gibi temel ibâdetleri eksiksiz yerine getirmek olduğunu söyledi.

 

Bunun üzerine bedevî; 

 

“–Bunlardan başka yapmam gereken bir şey var mı?” diye sordu. Efendimiz; 

 

“–Hayır, ancak nâfile olarak yapmak istersen o başka!” buyurdular. 

 

Bundan sonra o sahâbî dönüp gitti, giderken de; 

 

“–Vallâhi bundan ne fazla ne de eksik yaparım!” dedi. Onun bu sözünü işiten Rasûlullah Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; 

 

“–Eğer sözüne sâdık kalırsa felâha erdi!” buyurdular. (Buhârî, Îmân, 34)

 

Onun için insanı kurtuluşa erdiren, felâha kavuşturan en mühim husus; İslâm’la şerefyâb olup müslüman olması yani İslâm’ın emir ve nehiylerini yerine getirmesidir.

 

Hadîs-i şerîfimize göre kişiyi felâha kavuşturan ikinci husus, kişiye yeterli rızık verilmesidir. Rızkı veren Allah Teâlâ’dır. Yaşadığımız hayatta Rabbimiz tarafından rızıklanmak, başkasına muhtaç olmayacak şekilde ne az ne çok, hayatımızı idâme ettirecek şekilde rızıklanmak; ne büyük bir lütuftur! Rabbimiz, kadrini kıymetini bilenlerden eylesin!

 

Kişiyi dünya ve âhirette felâha erdiren hususlardan biri de kanaat etmektir. Kanaat ne büyük bir hazinedir! Kanaat eden, kurtuluşa erer. Aksi durumda kanaatten yoksun olan insan her dâim fakirdironun içi hep dünya hırsı ile doludur, bütün dünya kendinin olsa hırs ve açgözlülüğünden dolayı yine de daha fazlasını ister. Onun için şunu iyi bilmelidir ki Sevgili Peygamberimiz’in buyurduğu gibi; 

 

“Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil, gönül tokluğudur.” (Müslim, Zekât, 130)

 

Kanaat eden insan hem dünyada hem de âhirette rahat eder. Dünyada hırs ve tamahlarından arınmış bir şekilde rahat eder; âhirette ise bu kanaatinin ve diğer yaptığı sâlih amellerinin karşılığı olarak kurtuluşa erenler zümresine dâhil olur.

 

Sevgili Peygamberimiz’in işaret ettiği bu üç şeyin dışında da insanı felâha kavuşturan hususlar vardır. Bunlardan biri de nefis tezkiyesidir. Tezkiye, her müslümanın üzerine bir vecîbedir. Tezkiye kelimesinin kelime mânâları arasında iki mânâ öne çıkmaktadır: Temizlemek, arındırmak mânâsı ve artırmak, bereketlendirmek mânâsı. Dolayısıyla mü’min, tezkiye yaparak bir yandan nefsini her türlü kü­für, şirk, yan­lış inanç, ce­hâ­let ve kötü huylardan temizleyip arındırırken; bir yandan da kendini geliştirir, hâlini olgunlaştırır, kalbini îman, ilim, ir­fan ve hik­met ile tezyîn ederek tak­vâ yolunda olmaya çalışır.

 

Nitekim âyet-i kerîmelerde şöyle buyurulmaktadır:

 

“Nefsini maddî ve mânevî kirlerden temizleyen kesinlikle kurtuluşa erecektir. Onu günahlara gömen de elbette ziyana uğrayacaktır.” (eş-Şems, 91/9-10)

 

Yine Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulur:

 

قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰىۙ ۝١٤ 

وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّه۪ فَصَلّٰىۜ ۝١٥

“Her türlü kötülük ve günahlardan arınan, Rabbinin ismini anıp namaz kılan; doğrusu muhakkak felâh bulmuş, kurtuluşa ermiştir.” (el-A‘lâ, 87/14-15)

 

Bu âyet-i kerîmelerde felâha ermenin üç yolu gösterilmiştir:

 

1. Nefsi arındırmak yani nefis tezkiyesi,

 

2. Allah -celle celâlühû-’yü unutmamak, zikretmek; O’nu anmak,

 

3. Namaz kılmak.

 

Evet zikir de mü’mini felâha kavuşturan hususlardan biridir. Âyet-i kerîmede; 

 

“Ben’i anın ki Ben de sizi anayım.” (el-Bakara, 2/152) buyuruluyor. Yani bu dünyada mü’min, eğer Rabbini unutmazsa, âhirette Rabbi de onu anar ve felâha erenler zümresine ilhâk eyler. Bu bakımdan zikir hayattır, zikir kurtuluştur. Zikirde ferahlık vardır. Aynı zamanda zikir huzurdur. Allah Teâlâ mü’minler hakkında şöyle buyurmaktadır: 

 

“Bunlar, îmân edenler ve Allâh’ı zikrederek gönülleri huzura kavuşanlardır. Bilesiniz ki gönüller ancak Allâh’ı zikrederek huzura kavuşur.” (er-Ra‘d, 13/28)

 

Mü’minûn Sûresi’nin ilk âyet-i kerîmelerinde (el-Mü’minûn, 23/1-9) kurtuluşa eren mü’minler şöyle sıralanmaktadır: 

 

Huşû içinde namaz kılanlar,

 

Boş ve yararsız şeylerden yüz çevirenler,

 

Zekâtı verenler,

 

İffetlerini koruyanlar, 

 

Emânetlerine ve ahidlerine riâyet edenler,

 

Namazlarına devam edenler.

 

 İşte bu özelliklere sahip olan mü’minler işte asıl bunlar, vâris olacaklardır, Kur’ân tabiriyle; Firdevs cennetine vâris olacaklar ve orada onlar ebedî kalacaklardır. (Bkz. el-Mü’minûn, 23/10-11)

 

Yukarıdaki âyet-i kerîmelerde kurtuluşa eren mü’minlerden bahsedilirken; 

 

“Huşû içinde namaz kılanlar” ve “Namazlarına devam edenler” buyurularak, namaz ile ilgili iki hususa ehemmiyetle vurgu yapılmıştır. Onun için namaz bir felâha ermedir, namaz kurtuluştur, namaz ferahlıktır. 

 

“Muhakkak ki namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten meneder.” (el-Ankebût, 29/45) 

 

Aynı zamanda namaz bir zikirdir hem de büyük bir zikirdir. (el-Ankebût, 29/45) Namaz kabirde de bizi kurtaran, felâha erdiren ibâdetlerden biridir.

 

İşte günde beş vakit minarelerden yükselen ezân-ı Muhammedî vesilesiyle mü’minlere; 

 

Haydi namaza! Haydi kurtuluşa! nidâsıyla bir davet yapılır. Hakikatte bu davet; huzura davettir, felâha ve kurtuluşa davettir, ferahlamaya davettir. 

 

Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, namaz vakti geldiğinde Bilâl -radıyallâhu anh-’a; 

 

“Erihnâ yâ Bilâl! (Ey Bilâl, bizi -ezanla- ferâha kavuştur.)” buyururdu. (Ebû Dâvûd, Edeb, 78) Bu sözüyle Allah Rasûlü Efendimiz; 

 

“Ey Bilâl! Haydi ezan oku da bizi Rabbimiz’le buluştur, gönlümüze sürûr veren, inşirâh veren namazı kılalım!” demek isterdi.

 

Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-’ten rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfe göre Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-; hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmet gününde, Allah Teâlâ’nın felâha erdirip Arş’ının gölgesinde gölgelendirdiği yedi sınıf insanı şöyle sıralamıştır:

 

“•Âdil devlet başkanı,

 

Rabbine kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç,

 

Kalbi mescidlere sevgi ile bağlı müslüman,

 

Birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan,

 

Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine; «Ben Allah’tan korkarım.» diye yaklaşmayan yiğit,

 

Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse,

 

Tenhada Allâh’ı anıp gözyaşı döken kişi.” (Buhârî, Ezân, 36)

 

Velhâsıl İslâm ile şereflenip başta namaz olmak üzere bütün ibâdetlerini huşû içinde yerine getiren, nefsini tezkiye edip Allah Teâlâ’nın emir ve nehiylerine büyük bir teslîmiyetle tâbî olan, iffetine-namusuna hâlel getirmeyen, boş ve yararsız şeylerden yüz çeviren mü’minler hem bu dünyada hem de âhirette felâha kavuşmuşlar, kurtuluşa ermişlerdir. 

 

Rabbimiz cümlemizi hem dünyada hem de âhirette felâha, kurtuluşa erenlerden eylesin! 

 

Âmîn…