MEVLÂNÂ HAZRETLERİ’NİN ÖLÜME BAKIŞI -3-
Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com
«ÖLMEDEN EVVEL ÖLMEK SIRRI»
Ölüm ânı geldiği zaman, Allâh’ın rahmetinin tecellî etmesi için bu dünyada bazı zahmetlere katlanmak gerekir. Eğer bu dünyada o zahmetler yaşanırsa; Allâh’ın sana ölüm ânında ve âhirette vereceği ecir, burada katlandığın zahmetlerden katbekat fazla olacaktır. Mevlânâ Hazretleri; ölüm ânı gelmeden, kulun bu dünyada Rabbi ile buluşup, Allâh’ın emir ve yasaklarına uyarak yaşamasını rahmete vesile olarak görmektedir. Bunu Mesnevî-i şerîfin 11413 ve 11414. beyitlerinde şöyle ifade eder:
“Hakk’ın vereceği öyle bir altın hazinesidir ki; sen toprak altına yatınca seninle beraber olur, sâir malların gibi vârislere kalmaz.”
“O ecir hazinesi, cenâzenin önünde gider. Kabrinde ve o garip hâlinde arkadaşın olur.”
Peygamber Efendimiz de bunu hadîs-i şeriflerinde şöyle beyan etmişlerdir:
“Ölen kimseyi peşinden üç şey takip eder:
•Aile çevresi,
•Malı ve
•Yaptığı işler.
Bunlardan ikisi geri döner, biri ise kendisiyle birlikte kalır. Aile çevresi ve malı geri döner; yaptığı işler (ameli) kendisiyle birlikte kalır.” (Buhârî, Rikāk, 42; Müslim, Zühd, 5)
Dünya ve âhiret mutluluğunu elde etmenin sırrı; itaat ve ibâdetlere devam ederek, amel-i sâlihlerde bulunmaktır. Çünkü bizi mezara kadar takip eden; ancak bu dünyaya dair olan her şey, bizi kabirde yalnız bırakacaktır. Kabrin derin sessizliği, toprağın soğukluğu ve yalnızlığında; bizimle sadece îmânımız, ibâdetlerimiz ve sâlih amellerimiz olacaktır. Bu yüzden bizim kul olarak ilk sorumluluğumuz, Allâh’a lâyıkı veçhile kulluk yapmak olmalıdır. Hiçbirimizin kaçamayacağı bir gerçeklik olan ölüm karşısında, Mevlânâ Hazretleri, beyitlerinde; «ölmeden önce ölmeyi» yani irâdî olarak ölüme hazırlanmayı ifade etmiştir. Ölümün zehri yerine bal gibi şerbetini tatmak, irâdî olarak ölüme hazırlanmakla mümkün olacaktır.
İrâdî ölüm, yani ölmeden önce ölmek; bu dünyanın şehvet ve arzularından, kibir, gurur ve varlıktan geçerek, Allâh’a hakikî kul olmaktır. Bunun için de riyâzet hâlinde yaşamak tavsiye edilmiştir.
Riyâzet; sözlükte «yabânî bir hayvanı evcilleştirmek, serkeş atı eğitmek; egzersiz yapmak» gibi mânâlara gelir. Nefsimizin gemini, bedenin sürücüsü olan ruh eline almazsa; nefis, kişiyi istediği yöne sürüp götüren, belki de bir yârdan aşağı yuvarlayan at gibidir. Bunun için evcilleştirilmesi ve eğitilmesi gerekir. Bunu yapabilmek için de sürekli nefsi kontrol altında ve aynı spor müsabakasına hazırlanan sporcu gibi antrenmanlı tutmak gerekir. Bunun neden yapılması gerektiğini yine Mevlânâ Hazretleri şöyle ifade eder:
“Dervişlerin riyâzetleri niçindir? Zira tenin eziyet görmesi, ruhların bekāsına sebeptir.” (Mesnevî, 11015. beyit)
Rûhun Allah ile ebedî hayatta bâkî olarak vuslatı yaşamasının sırrı; dünyada teni değil de rûhu beslemekten geçmektedir. Mal, mülk, şan, şöhret, makam, mevki gibi şehvetlerden arınarak; bedenin ihtiyacının zarûrî miktarda karşılanmasıyla rûhun tekâmülü, riyâzet ile sağlanmaktadır. Çünkü varlığından soyunan kul; Rabbi ile beraberliği, ibâdet ve tâatte bulacaktır. Ölümün gözleri ile bakacaktır bu hayata. Bu, hayatımızdan malı, mülkü, bedenin ihtiyaçlarını tamamen koparıp atmak değil; nefsi eğitip, disiplin altına alabilmekle mümkündür. Riyâzet ve mücâhede ile ölmeden evvel ölmek hakikatini kavramamış kimseler; Mevlânâ Hazretleri’ne göre ebedî hayat gerçeğinden uzak, dünya ile gözleri kör, kulakları sağır olmuş kimselerdir. Kendilerini diri sanan bu kimseler, aslında ölüdür. Çünkü gerçek dirilik, Hakk’ı bulmak ile gerçekleşir. Bu sırra mazhar olanlar; değil dünya şehvetlerini, gereğinde canını dahî fedâ ederler ve gerçek diriliğe ulaşırlar.
Mevlânâ Hazretleri der ki:
“Madem Allah ölüden diri çıkarıyor; o hâlde ölen kişi mânen dirilir, hakikati bulur. Mademki Allah diriden ölü çıkarıyor; dilediği takdirde, senin diri olan rûhundan ölü nefsini çıkarır ve onu öldürür. Ey Hak yolcusu! Sen ölmeden önce öl de; hiçbir şeye muhtaç olmayan, her şeyi yaratan Allah, şu ölüden diri çıkarsın.” (Mesnevî, c. V, 56. beyit)
O hâlde;
“Ölüm günü için şimdiden ölü ol ki, ebedî aşk ile kapı yoldaşı olasın.” (Mesnevî, 1415. beyit)
Mevlânâ Hazretleri; riyâzet ve mücâhede içinde olan kulun, en çok tevbe ederek mânevî olarak da temizlenmesi gerektiğini sık sık dile getirmiştir. Ölüm ânı gelip çattığında son pişmanlığı yaşamaması için, sürekli tevbeye davet etmiştir. Tevbesiz geçen hayatı da şöyle tarif etmiştir:
“Tevbesiz geçen ömür, can çekişmekten ibarettir. Allah’tan gafil ve gāib bulunmak da hazır ölümdür. Allah ile olunca, ömür ve ölümün ikisi de hoştur. Fakat, Hak’sız âb-ı hayat bile ateş olur.” (Mesnevî, 16943-4)
Tevbesiz gaflet ile geçen bir ömür hebâ olmuştur. Allâh’ı düşünerek yaşadığımız hayat ise, dünyada cennete ulaşmaktır. Mevlânâ Hazretleri’nin ölümü ebedî hayata açılan bir kapı olarak görerek, lezzetini tadarak yaşamamız için verdiği tedaviye, bugün her zamankinden daha fazla muhtacız. Mevlânâ Hazretleri; bu tedavinin, Kur’ân ve sünnete sarılarak yaşayacağımız bir hayat ile mümkün olacağını da her zaman ifade etmiştir. Bu gerçeği fark etmeden, Mevlânâ Hazretleri’nin ölümü kavrayışını da anlamak mümkün değildir.
«–Dünya nedir?» sorusuna Mevlânâ Hazretleri beyitlerinde;
“–Allah’tan gafil olmaktır; metâ ve gümüş ve evlât ve kadın değildir.” (Mesnevî, 997. beyit) diyerek cevap vermiştir.
Her an Allah ile beraberliği yaşayacağımız bir ömür ve son nefesi vermek duâ ve niyâzı ile yazımızı Mevlânâ Hazretleri’nin son anlarına ait bir anekdot ile bitirelim:
Sadrettin Konevî hastalığının son günlerinde Mevlânâ Hazretleri’ni ziyaret eder, şifâ dileklerini iletir.
Hazret-i Pîr ise şöyle der:
“–Âşık ile mâşuk arasında bir kıl gömlekten başka bir şey kalmamıştır. Nûrun nûra kavuşmasını istemez misin?”