MÎRAC PINARI

Sami GÖKSÜN

 

İnsanlığın en yücesi, Sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Mekke’den Medine’ye hicretinden bir buçuk sene evvel, böyle bir Recep ayının yirmi yedinci gecesiydi. İlâhî iradenin tecellîsi olarak, zaman ve mekân sınırları kaldırılmıştı. Maddî rakam ve mesafe ölçüleri aşılmıştı. Görme ve işitme duyularının önündeki maddî perdeler sıyrıldı. Ezelî ve ebedî olan yüce Rabbimiz’in tayin ettiği, İslâm’ın en muhteşem mûcizesi olan İsrâ ve Mîrac mûcizesi gerçekleşti.

 

İsrâ; Hazret-i Peygamberimiz’in Mekke’deki Mescid-i Harâm’dan, Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya gece vakti götürülüşünü;

 

Mîrac ise yine gece vakti semâlara, yücelikler âlemine, Sidretü’l-Müntehâ’ya yükselişini ve Allâh’ın huzûruna kabul edilişini ifade eder.

 

Bu hakikati en güzel bir şekilde anlatan şu âyet-i kerîme İsra Sûresi’nin ilk âyetidir:

 

“Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.” (el-İsrâ, 1)

 

İsrâ ve Mîrac mûcizesi kısaca şöyle gerçekleşmiştir:

 

Hazret-i Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Kâbe’nin hatîm denilen yerinde veya amcası Ebû Tâlib’in kızı Ümmühâni’nin evinde iken, Cebrâil -aleyhisselâm- gelmiş ve Peygamber Efendimiz’in göğsünü yararak zemzemle yıkamış ve ona îman ile hikmet doldurmuştu. Sonra Efendimiz, Burak adı verilen bir binekle Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya getirilmiş, oradan da Cebrâil -aleyhisselâm- ile birlikte semâlara yükselmiş ve birçok peygamberle selâmlaştıktan sonra, Sidretü’l-Müntehâ denilen yere varmışlardır.

 

Bundan sonra sevgili Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu yolculuğuna «Refref» adı verilen bir binekle devam etmiştir. Sidretü’l-Müntehâ’dan sonraki yolculuğu yalnız başına yapmıştır. Cebrâil -aleyhisselâm-;

 

“–Artık bundan sonrası Sen’in yalnız başına yapacağın bir yolculuktur, ben bir adım dahî atamam.” demiştir. (Râzî, XXVIII, 251)

 

Bu hakikat de bize gösteriyor ki; insan, îmânı ve ihlâsıyla melekleri bile geride bırakabilir.

 

Nihayet Efendimiz -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem-, çok hasretini çektiği Cenâb-ı Hak ile buluşmasını gerçekleştirdi. Efendimiz, yüce huzûra kabul edildi. Yüce Rabbimiz’e tâzim ve tekrimden sonra, kendisine vahyedilenleri aldı ve aklımızın kavrayamayacağı güzellikleri yaşayıp geriye döndü.

 

Abdullah İbn-i Mes‘ûd -radıyallâhu anh-’ın bildirdiğine göre; mîracda yüce Rabbimiz, Peygamberimiz’e üç ikramda bulundu:

 

•Beş vakit namaz,

 

•Bakara Sûresi’nin son iki âyeti,

 

•Allâh’a şirk koşmayanların günahlarının bağışlanması(Müslim, Îmân, 279)

 

Bu mûcizeden müslümanların çok ibret alıp, ders çıkarmaları gerekmektedir. İsrâ ve mîrac hâdisesi îmanımız için bir mihenk taşıdır. İnkâr etmek küfürdür. Mûcizeleri, akıllarının dar hudutlarına sığdırmak ve kısır ölçülerine vurmak isteyen bazı gafiller; dün olduğu gibi bugün de bu muhteşem mûcizeyi anlayamamaktadırlar.

 

Şanlı Peygamberimiz -sallâl­lâhu aleyhi ve sellem- bu hususta şöyle buyurmuştur:

 

“İsrâ hususunda Kureyşliler beni yalanladığı zaman, Kâbe’nin yanında (Hicr’de) ayakta durdum. Allah Teâlâ, Beyt-i Makdis’i karşıma çıkardı. Ben de ona bakarak gördüğüm özelliklerini bütün teferruatıyla onlara haber verdim.” (Bkz. Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 41; Tefsîr, 17/3; Müslim, Îmân, 276)

 

Nitekim Ebû Cehil ve tâifesi İsrâ ve Mîrac mûcizesine inanmayıp, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile alay etmeye kalkarken, kendisine;

 

“–Ne diyorsun? Olur mu böyle bir şey?” diye sorulan Hazret-i Ebûbekir -radıyallâhu anh- ise şöyle diyordu:

 

“−Eğer bunları Hazret-i Peygamber söylüyorsa mutlaka doğrudur. İnanırım, tasdik ederim. Zira O, hak olandan başkasını söylemez.”

 

Bize düşen bugün bu hakikati Ebûbekir Efendimiz’in kabul ettiği netlikte kabul edip inanmaktır. İşte o zaman îmânın lezzetine varırız. Mü’minler olarak bu mûcizeyi iyi tefekkür ederek, gönüllerimizi mîrâcın Rabbânî gerçeğine açmalıyız.

 

Mîracda doğrudan verilen ikrâm olan namazlarımızı, asla kılmamazlık yapmayalım. Onu günde beş defa edâ ederek; sonsuz yükselişin sırrına, mîrâca erelim. Rûhumuzdaki şeytânî lekeleri İslâm gerçeğinin mîrac pınarıyla temizleyelim. Bilmeyenlere ve bu konuda gafil olanlara, mîrac hakikatini güzel bir şekilde anlatalım. Bu gece çok Kur’ân okuyup, hakikatine ermeye çalışalım. 

 

Özellikle bu günlerde; Filistin’de, Gazze’de zor zamanlar geçiren, zulüm altındaki müslüman kardeşlerimizin kurtuluşları için, muzafferiyetleri için çok çok duâlar edelim.

 

Yüce Rabbimiz, mîrac kandilimizi âlem-i İslâm’ın ve müslümanların şuurlanmasına vesile eylesin. Âmîn…