MEVLÂNÂ HAZRETLERİ’NİN ÖLÜME BAKIŞI -2-

Z. Özlem ABAY o.abay@hotmail.com

 

«BATMAYI GÖRDÜN YA, DOĞMAYI DA SEYRET»*

 

İnsan, elbette ki dünyada yaşaması için var edilmiştir. Lâkin bu dünya; hayatımızın hedefi değil, âhirette yaşayacağımız hayata taşıyan bir köprü olmalıdır. Gaye değil vasıta gözü ile bakarsak; hayatın kulu ve kölesi değil, sahibi oluruz. Eğer hayata gönderiliş maksadımızı yitirirsek, ebediyyen helâk olacağımız bir âhiret hayatımız olur. Mevlânâ Hazretleri Mesnevî’sinde dünyayı;

 

“Dünya imtihan ve tecrübe cihanıdır. Âhiret ise şunun bunun mükâfat ve ceza yeridir.” (4949. beyit) olarak tanımlamaktadır. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmuştur:

 

“O ki, hanginizin daha güzel işler yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı.” (el-Mülk, 2) 

 

Ölümün; inanan inanmayan herkes için bir tek gerçek hususiyeti vardır ki o da; ne zaman ve nerede bu varlık sahnesinden ayrılacağımızdır. Kimi daha anne karnında, kimi pîr-i fânî, kimi hayatının baharında vedâ ediyor hayata. Önemli olan, vahyin öğüdünü tutarak yaşadık mı? Eğer bu dünyada vereceğimiz hesabın idrâkinde yaşamış isek; elbette evimizde ailemizle, dostlarımızla, çalışma hayatımızla ilgili davranışlarımızda ayrı bir özellik olacaktır. Eğer bizde bir hesap verme kaygısı varsa, hayatımıza hakikatin kendisi hâkim olmuş demektir. Hakk’ı hoşnut ve râzı etmek, âhirette başarılı bir hesap vermek gibi bir derdimiz varsa, Mevlânâ Hazretleri’nin dediği gibi yaşarız:

 

“Allah muhabbetiyle kalbi dolmuş, kendisi de aşkullah ile mest olmuş kimseler müstesnâdır ki; onlara hazine dolusu altın versen, hürriyetlerini satmazlar.” (Mesnevî, 4558. beyit)

 

Bir ömür boyu bu değerleri taşıyarak, muhafaza ederek, Allâh’a her şeyi ile teslim olarak ölebilmek; müslümanın en büyük başarısı olacaktır. Çünkü ölüm, vuslatı olacaktır. Bu bir müjdedir, hak eden kul için, kutlu bir davettir. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulmuştur:

 

“Ey kâmil bir îman ve sâlih amellerle huzura ermiş nefis! Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön! Dürüst ve samimî kullarımın arasına katıl. Cennetime gir!” (el-Fecr, 27-30)

 

Bu hitaba mazhar olanlar, her dâim diri olacaklardır. İnanmayanlar için ise, durum böyle olmayacaktır. Dünyaya; mal, mülk, makam ve evlât sevgisine hırsla bağlanmak, ölümle irtibat kurmamıza engel olur. Bu kadar ağırlıkla can vermek ise, hiç de kolay olmayacaktır. Kişinin nasıl yaşarsa öyle öleceğini, nasıl ölürse öyle dirileceğini ve nasıl dirilirse öyle hesap vereceğini Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- haber vermektedir. 

 

Allâh’ı sevmenin nişânesi, O’na kavuşmayı arzulamak iken; dünyayı sevmenin nişânesi de onda oyalanıp kalmaktır. 

 

Ölüm; Allâh’a kavuşmayı isteyeni de, dünyada hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanı da bulacaktır. Elbette ki bu iki insanın ölüm şekli aynı olmayacaktır. Çünkü aynı hayatı farklı kulvarlarda yaşadılar. Ölüm ânı gelip ölüm sarhoşluğu seni kapladığında ve can boğaza dayandığında hayatının en anlamlı sözü ne ise onu söyleyerek can vereceksin. Bu kimi için şahâdet olurken, kimi için de bağlandığı sevda neyse o olacaktır. 

 

İşte bu anda kişi, meleklerin telkinleri ile beraber olacaktır. Âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere, mü’minin canı alınırken yapılan telkin:

 

“Onlar ki; tertemiz bir hayat yaşarlarken, melekler gelip incitmeden canlarını alırlar, bir taraftan da kendilerini; 

 

«–Selâm olsun size! Yaptığınız güzel amellere karşılık girin cennete!» diye müjdelerler.” (en-Nahl, 32)

 

İnanmayan ise;

 

“Nihayet o kâfirlerden birine ölüm geldiği zaman şöyle der: 

 

«–Rabbim, ne olur, beni hayata geri döndür!» (el-Mü’minûn, 99)

 

Korkuyoruz, çünkü müslüman gibi yaşamıyoruz. Meleklerin canımızı acıtarak almasından, kabir azâbı çekmekten, bilinmeze gitmekten ve cehenneme girmekten korkuyoruz. Çünkü Allâh’ın bize emrettiği gibi yaşamaktan uzağız. Oysa Allah ile vuslat arzumuz olsaydı, bu korkularımız olmayacaktı. Çünkü hayatı O’nun istediği gibi yaşayacaktık. Bizden günahlar değil, Hakk’ın arzu ettiği ameller sâdır olacaktı.

 

Mevlânâ Hazretleri’ne göre; bedeni beslemek için gösterdiğimiz ihtimamdan daha fazlasını, rûhumuza göstermeliyiz. Çünkü beden yok olurken, ruh yaşamaya devam edecek; bedeni beslemek, memnun etmek için geçirdiğimiz zaman rüzgâra kapılıp gidecektir. Bize kalan, sadece yorgunluğu olacaktır. Bedeni; ruh için bir kafese, dar bir ayakkabıya ve zindana benzetmiştir Hazret-i Pîr. Beden; ruh için bir elbisedir, asıl önem verilmesi gereken ise ruhtur elbise değil. 

 

Allah’tan gafil olmak, kişinin kendine yapacağı en büyük zulümdür. Yoksa yaşamak için kazanacağı mal, mülk ve evlâdı kalbine almadığı zaman; aksine Hakk’ın rızâsını gözeterek yaşadığında kişinin dînine de faydası olacaktır. «Dünya nedir?» diyenlere Hazret-i Pîr’in cevabı şu olmuştur: 

 

“Dünya nedir? Allah’tan gafil olmaktır; metâ, gümüş, evlât ve kadın değildir.” (Mesnevî, 997. beyit)

 

Mevlânâ Hazretleri’nin; beden hakkında, kasvetli elbise, dar ayakkabı ve zindan dedikten sonra; ölümü, rûhun bedenden ayrılışını, özgürlüğüne kavuşması olarak gördüğünden şüphemiz yoktur. Ölüm, zindandan kurtuluştur, bir sarayın inşâsı için bir vîrânenin yıkılmasıdır. Ölüm; gerçekten de o yas konağından, çölden, bayırdan, geniş ovaya çıkıştır. Rûhun beden yükünden kurtuluşu, rûha tatlı gelir. Bu hakikati Mevlânâ Hazretleri şöyle dile getirir:

 

“Bizi korkutan, can vermenin görünüşü, dış yüzü; ölümdür. İç yüzü ise diriliktir, yaşayıştır. Görünüşte bir tükenmedir. Hakikatte ebedî hayattır.” 

 

Mevlânâ Hazretleri için ölüm, bir vuslat anlamı taşımaktadır. Bu kavuşmayı; kişinin dünya hayatında en mesut olduğu anlardan biri olan, düğün gecesine benzetmiştir. Bu yüzden öldüğünde, ardından yas tutulmasını istememiştir. Sevenlerinin düğününe katılmasını arzulamıştır: 

 

“Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye başladı mı; bende bu cihanın gamı var, dünyadan ayrıldığıma tasalanıyorum, sanma; bu çeşit şüpheye düşme. 

 

Bana ağlama; «Yazık… Yazık…» deme. Şeytanın tuzağına düşersem, işte hayıflanmanın sırası o zamandır.

 

Cenâzemi görünce; «Ayrılık… Ayrılık…» deme. O vakit, benim buluşma ve görüşme zamanımdır. 

 

Beni kabre indirip bırakınca, sakın; «Elvedâ… Elvedâ…» deme. Zira mezar, cennetler topluluğunun perdesidir. 

 

Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşe ve aya batmadan ne ziyan geliyor ki? Sana batmak görünür, ama o, doğmaktır.

 

Mezar hapis gibi görünür, ama o, canın kurtuluşudur.” 

 

(Devam edecek) 

 

______________________________________

 

* Mevlânâ Hazretleri – Dîvân-ı Kebîr