Gönüllerin Yönelimi KIBLE MESELESİ -2-

Âdem SARAÇ vardisarac@yahoo.com.tr 

 

Bundan önceki yazımızda, kıblenin değişikliği ile ilgili genel malûmat vermiş ve yüce Allâh’ın emri ile bu değişikliği kısaca anlatmıştık. Aynı konuya devam ediyoruz…

 

وَلَئِنْ اَتَيْتَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ بِكُلِّ اٰيَةٍ مَا تَبِعُوا قِبْلَتَكَۚ وَمَٓا اَنْتَ بِتَابِعٍ قِبْلَتَهُمْۚ وَمَا بَعْضُهُمْ بِتَابِعٍ قِبْلَةَ بَعْضٍۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ اِنَّكَ اِذًا لَمِنَ الظَّالِم۪ينَۢ ۝١٤٥

 

“Andolsun ki (ey Rasûlüm!) Sen, kendilerine kitap verilenlere (yahudi ve hıristiyanlara) her türlü âyeti / mûcizeyi getirsen, onlar yine de Sen’in kıblene asla dönüp uymazlar (Sana tâbî olmazlar). 

 

Sen de onların kıblesine dönüp tâbî olacak değilsin (onlara asla tâbî olmayacak, uymayacaksın)

 

Zaten onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. 

 

Eğer Sana gelen bunca ilimden sonra (onları kazanmak adına), onların arzusuna uyacak olursan, işte o vakit Sen de (kendisine yazık edip) hakkı çiğneyen zâlimlerden olursun.”1

 

Yani onlar, nefsin arzularının yönlendirdiği, menfaatlerinin körüklediği ve kinlerinin bilediği kör bir inatçılığın tutsağıdırlar. Bazıları yahudiler ile hıristiyanların, İslâm’ı bilmedikleri ya da bu din onlara inandırıcı bir biçimde sunulmadığı için, ona inanmayarak İslâm’a girmediklerini sanırlar. Ancak onlar, İslâm’ı bildikleri için onu istemiyorlar. Yakından görüp bildikleri bu dînin, onların menfaatlerine ve saltanatlarına dokunacağından korktukları için ona karşıdırlar. İslâm’a karşı bunca ardı-arkası gelmez, sürekli oyunlar ve komplolar düzenlemeleri, bunun için değişik yollar ve usûller denemekten geri durmayışları, kimi zaman doğrudan kimi zaman da dolaylı yollardan giderek bu kirli oyunlarını ve düşmanlıklarını sürdürmelerinin sebebi budur. Bu yüzden de İslâm ile yaptıkları savaşı, bazen karşı karşıya gelerek, bazen de perde arkasından sürdürüyorlar. Kimi zaman bizzat kendileri savaşa giriyorlar, kimi zaman da herhangi bir bahane ile İslâm’a karşı savaşa girişerek, kendilerine uşaklık edenler ile -sözde müslümanları- piyon olarak kullanıyorlar. Burada da görülüyor ki, yahudiler ile hıristiyanlar İslâm’ın öne sürdüğü hayat tarzını ve bu hayat düzenini sembolize eden İslâm kıblesini, ısrarla reddediyorlar.

 

İlâhî irade, onları kazanma adına taviz verilmesini asla istemiyor: 

 

“Sen de onların kıblelerine uyacak değilsin!”

 

Yani sen, asla onların kıblesine uyacak durumda ve konumda değilsin. Burada olumsuz bir isim cümlesinin kullanılmış olması, her konuda olduğu gibi, bu konudaki Peygamberimiz -aleyhisselâm-’ın değişmesi söz konusu olmayan, sürekli tavrını daha etkili şekilde belirterek, O’nu izleyen müslüman topluma dönük telkine daha güçlü bir vurgu katar niteliktedir. Buna göre bu ümmet; yüce Allah tarafından O’nun Rasûlü için seçilen, O’nu hoşnut etmek için beğenilen kıbleden başka bir kıbleye asla yönelmeyecek; kendisini yüce Allâh’a bağlayan sancağı dışında, başka hiçbir bayrak taşımayacak, başka düşünceleri asla dalgalandırmayacaktır! Allah tarafından belirlenen bu kıblesinin sembolize ettiği ilâhî düzenden başka hiçbir düzenin peşinden gitmeyecektir. Müslüman kaldıkça takınabileceği tutum budur.

 

Bunun devamında da «kitap ehli»ni oluşturan grupların birbirlerine karşı olan tutumları açıklanıyor. Bu gruplar arasında uyum ve dirlik yoktur. Çünkü nefislerinin arzuları ve ihtirasları onları birbirinden ayrı düşürür: 

 

“Onlar birbirlerinin kıblelerine de uymazlar!”

 

Gerek yahudiler ile hıristiyanlar arasında, gerek yahudilerin değişik mezhepleri arasında ve gerekse farklı hıristiyan mezhepleri arasında, son derece amansız bir düşmanlık hüküm sürer.

 

“Eğer Sana gelen bunca ilimden sonra (onları kazanmak adına), onların arzusuna uyacak olursan, işte o vakit Sen de (kendisine yazık edip) hakkı çiğneyen zâlimlerden olursun.” 

 

Yüce Allâh’ın, Rasûlü’ne yönelttiği az önceki yumuşak ve sevgi dolu sözlerin hemen arkasından gelen, yine O’na dönük bu sert ve kesin ilâhî ifade üzerinde ciddiyetle durmak gerekir. Burada söz konusu olan şey; yüce Allâh’ın hidâyetine ve yönlendirmesine bağlı kalmak, başkalarından farklı olmak, Allâh’a itaatten ve O’nun emrettiği hayat düzeninden başka her şeyden sıyrılmak, uzak kalmaktır.

 

Gidilecek olan yol gayet belirli ve dosdoğrudur. Müslüman; Allah’tan başkasından direktif alamaz, almamalı! Müslüman; kesin bilgiyi bir yana bırakarak, değişken arzu ve ihtiraslara uyamaz, uymamalı!

 

اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۜ وَاِنَّ فَر۪يقًا مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ ۝١٤٦ 

 

“Kendilerine (daha önce) kitap verdiklerimiz (yahudi ve hıristiyanlar) O’nu (Rasûlullâh’ı), kendi öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen (yine de) içlerinden bir grup (kıskançlık ve bencillikle) bile bile hakkı (gerçeği) gizlerler.”2

 

İnsanların evlâtlarını tanımaları; tanıma mefhumunun doruğunu, son noktasını oluşturur. Bu söz, hiç şüphe kaldırmayan ve kesinlikleri ifade etmek için kullanılan bir deyimdir. Çünkü yahudiler ile hıristiyanlar; Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın getirdiği mesajların kesinlikle doğru olduğunu, kıble değişimi ile ilgili mesajının da bu nitelikte olduğunu biliyorlardı. Fakat onlardan bir grup, kesinlikle bildikleri bu gerçeği saklı tutuyorlardı! Bu durum karşısında müslümanların tutacağı yol, yahudiler ile hıristiyanların yaydıkları asılsız söylentilerin ve yalanların etkisi altında kalmak değildir. Müslümanlar olarak her ferdin, örnek alması ve yoluna yönelmesi gereken Rasûlullah -aleyhisselâm-’dır. Her yönü ile dosdoğru yol gösterici rehber varken, ilâhî mesaja sırt çevirenlerin oyunlarına gelmemek gerekir. Çünkü onlar gerçekleri bile bile gizlerler.

 

اَلْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ فَلَا تَكُونَنَّ
مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ
۟ ۝١٤٧

 

“Hak (gerçek) olan, ancak Rabbinden gelendir; o hâlde sakın şüpheye düşenlerden (câhillerden) olma!”3

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-’ın en küçük bir şüphesi olmadı aslında. Fakat hitabın bu şekilde Peygamberimiz’in şahsına yöneltilmesi; O’nun arkasındaki müslümanlara güçlü bir telkin ile beraber, aynı zamanda sert bir tembih anlamı taşır. O zamandaki yahudi söylentilerinden ve kandırmacalarından etkilenenler olduğu gibi, sonraki dönemlerde çokça etkilenen olmuştur. Müslüman, onların bu oyunlarına gelmemelidir.

 

Bugün herkesten çok bizler, bu uyarıya kulak vermek mecburiyetindeyiz. Aslında, ehl-i kitap oldukları hâlde; kendi kitaplarını bile tahrif eden bu sefihlerin ardından gitmek, akıllı birinin yapacağı iş değildir. Onların bize verecekleri bir şey yoktur.

 

Kur’ân-ı Kerim, çok açık bir şekilde müslümanları; yahudiler ile hıristiyanların sözlerine kulak asmamaya, onların yönlendirme girişimleri ile oyalanmamaya çağırıyor! Ve yine müslüman topluma; kendilerine mahsus yolda sebatla ilerlemeyi ve yöneldikleri kendilerine has yoldan geriye dönmemeyi, her zümrenin seçtiği bir yön olduğuna göre, hiç kimsenin oyalama taktiklerine aldırmaksızın, hayırlı işlerde birbirleriyle yarışmayı telkin ediyor.

 

وَلِكُلٍّ وِجْهَةٌ هُوَ مُوَلّ۪يهَا فَاسْتَبِقُوا الْخَيْرَاتِۜ اَيْنَ مَا تَكُونُوا يَاْتِ بِكُمُ اللّٰهُ جَم۪يعًاۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ۝١٤٨ 

 

“Herkesin yüzünü ona doğru çevirdiği (yöneldiği) bir yönü vardır. Öyleyse (ey mü’minler) siz de hayır işlerinde birbirinizle yarışın (koşun). Nerede olursanız olun, Allah sizin hepinizi (huzûrunda toplayıp) bir araya getirecektir. Muhakkak ki Allah, her şeye gücü yeten (mutlak güç sahibi, her şeye hakkıyla) Kadîr’dir.”4

 

Açıkça görülüyor ki, bu ilâhî mesaj, bütün müslümanları; yahudiler ile hıristiyanların körükledikleri fitnelerle, oyunlarla, yanıltıcı yorumlar ve asılsız söylentilerle oyalanmaktan men ediyor. Ve yine bu ilâhî mesaj; müslümanları hem fert ve hem de toplum olarak, ciddî bir şekilde çalışmaya ve hayırlı işlerde birbirleri ile yarışmaya yöneltiyor. Bu arada onlara varacakları son yerin yüce Allâh’ın huzûru olduğunu, O’nun her şeyi yapmaya gücünün yettiğini, hiçbir şeyin O’nu âciz düşüremeyeceğini ve hiçbir şeyin, O’nun bilgisi dışında kalamayacağını hatırlatıyor.5

 

Kıble meselesi, sadece namazlarda yöneldiğimiz bir yer değildir. Kıble, aslında nereye ve nasıl yöneleceğimizi bilmektir. Kim nereye yönelirse, onun kıblesi de odur çünkü.

 

Peygamber Efendimiz bize bunu böyle göstermiştir.

 

-Sallâllâhu aleyhi ve sellem…- 

 

____________________

 

el-Bakara Sûresi, 2/145.

 

el-Bakara Sûresi, 2/146.

 

el-Bakara Sûresi, 2/147.

 

el-Bakara Sûresi, 2/148.

 

Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’ân, Bakara, 145-148 tefsirinden özet.