HARESE
Dr. Halis Ç. DEMİRCAN cetindemircan2@hotmail.com.tr
Senai Bey ile sohbetimizden;
“–Hocam, ne diyorsunuz bu İsrail’in zulmüne?”
“–Ne diyeyim Senai Bey, yüreğimiz kan ağlıyor. Necip Fazıl’a nisbet edilen meşhur bir beyit var:
Yıkılasın İsrail!
Enkazını göreyim.
Sana ülke diyenin,
Yüzüne tüküreyim!”
“–Hocam, bizim zaman zaman görüştüğümüz, İtalyan kökenli ama, sonradan müslüman olup Türkiye’yi yurt tutmuş bir ağabeyimiz var. Kendisi senede bir-iki sefer İtalya’ya gider gelir. Son gidiş gelişinden sonra görüştük, aynen şunları söyledi:
«–Her İtalya’ya gidişimde üzülürdüm, Türkiye’ye dönerken de sevinirdim. Ama bu sefer tam tersi oldu.»
«–Neden ağabey?» diye sorduğumda;
Filistin ile ilgili protestoların Avrupa’da çok yaygın olduğunu, hemen her gün bir protesto olduğunu, ama Türkiye’de çok az protesto gösterisi olduğunu, bu konuda fazla bir hassâsiyet gösterilmediğini gözlemlediğini söyledi.”
“–Aynı konuyu ben de hissettiğim için bunu öğrencilerimle paylaştım ve bunun sebebi konusunda onların fikrini almak istedim Senai Bey!
Zeynep isminde bir öğrencim Rasim ÖZDENÖREN Hocanın sözlerinden yola çıkarak şunları söyledi:
«Biliyor musunuz; korkaklık da bulaşıcıdır, yiğitlik de. Biliyor muyuz biz; bulaşan, bulaştırılmak istenen ne? Neyi bulaştırdık, ne bulaştı bize?
Korku işe yarayabilir belki bazı durumlarda. Evet ama, korkaklık hiçbir işe yaramayan, tehlikeyi görünce ayaklarıyla konuşan ve kişiyi ölümden kaçtığını zannederken tuzağa, yani ölümüne koşan bir sırtlan örneğinden farksız kılan hastalıklı bir ahvaldir…
Korkaklık bir yalancılıktır ve cesur olmaları gereken yerde, kendi menfaatleri uğruna korkan korkaklar da en büyük yalancılardır.
Hayber’in kapısını tek başına sırtlayan, Zülfikar’ı ile düşmana korku salan, tarihin yazdığı ve tarih yazan en cesur adamlardan biri olan Hazret-i Ali’nin bir sözü vardır:
‘Eğer her şey ayrılsaydı, doğruluk cesaret ile korkaklık da yalancılık ile birlikte olurdu…’
İşte bu mevzubahis korkaklık illetine dûçâr olan korkaklar da, yapabilecekleri belki de yapabildikleri en cesur hareket ile;
‘Bir dâvâ; uğrunda ölecek kadar değerli değil ise, yaşanacak kadar da değerli değildir.’ düsturuyla hareket eden, başkalarının almayı göze almadığı riskleri alan cesurlara dil uzatmaya hattâ daha da ileri giderek dâvâsına adanmış ruhları ahmaklık ile suçlayabilecek kadar yalancı ve asıl ahmak kimselerdir…»”
“–Müthiş Hocam, gençler gümbür gümbür geliyor!..”
“–Evet, Senai Bey! Son söz olarak; deve, çöl dikeni yiyince damağı kanar ve ılık kanın tadını çok sever, lezzeti kandan değil dikenden bilir. Böylece diken yemeye devam eder. Sonunda diken yiye yiye kan kaybından ölür. Araplar, devenin diken yemesine -ha-re-se- derler. Yani «ihtiras», kendi kanında boğulmaktır. Umuyoruz ki; «Zâlim İsrail yöneticileri de bu ihtirasla kendi kanlarında boğulacaktır.» diyelim ve Zeynep’in sözleriyle bitirelim:
«Varlığım kudret elinde bulunan Allâh’a yemin ederim ki; yanımda hiç kimse olmasa bile, ben tek başıma Bedir’e gideceğim.» (Bkz. İbn-i Hişâm, es-Sîre, III, 221-222) buyuran cesur Peygamber’e yaraşır bir ümmet olabilmek niyazıyla.”
“Allâh’ım! Âcizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve cimrilikten Sana sığınırız. Kabir azâbından Sana sığınırız. Hayat ve ölüm fitnesinden Sana sığınırız…” (Müslim, Zikir, 50. Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Vitir, 32; Nesâî, İstiâze, 7)
_________________________________
* Harese «حرص» kelimesi Arapça «hırs» kökeninden gelmektedir. İhtiras, muhteris kelimeleri de aynı kökten türemiştir.