Şer‘î Kaidelerle Tasavvuf -35- İLK BAKIŞTA DOĞAN MÂNÂ

Dr. Ahmet Hamdi YILDIRIM 

 

(Şâzelî meşâyıhından Ahmed Zerrûk v. 899/1494 Hazretleri’nin; tasavvufu, usûl ve fıkıh kaideleriyle anlattığı Kavâidü’t-Tasavvuf ve Şevâhidü’t-Taarruf adlı eserinin tercüme ve şerhine devam ediyoruz.)

 

CÜMLELERİN MASUMİYETİ

 

Müellifimiz ibarelerde karşılaşabilen müşkilâtlı sözler mevzuunda mühim bir kaide ile devam ediyor: 

 

Ellinci Kaide:

 

“Bir söze ârız olan, işkâl ve benzeri problemler için iki ihtimal söz konusudur:

 

(Birincisi) bu söz ile kastedilen mânâ; ilk bakışta, düşünmeksizin anlaşılmakta, müşkil husus ise ancak bir hatırlatma ile gündeme gelmektedir.

 

Bu durumdan kurtulabilen söz pek azdır.” 

 

Bu, neredeyse hiçbir sözün kurtulamadığı bir durumdur.

 

Bir sûfînin yahut bir âlimin sözünü değerlendiriyoruz:

 

Bu cümlenin mânâsı; ondan maksut olan mânâ hemen akla gelebilecek, düşünmeden, üzerinde îmâl-i fikretmeden bulunabilecek bir mânâdır. Fakat birisi de diyor ki: 

 

“−Bu söze şuradan bakarsan, şöyle düşünürsen bu söz tehlikelidir, şöyle de anlaşılabilir. O mânâ da mahzurludur.” 

 

Bunu yapmak doğru değildir. 

 

“Böyle (problem arayışının) peşine düşmek sıkıntıdır (doğru değildir), zarar vermektir. İslâmî hükümlerin maksatlarından da değildir.”

 

Meşhur bir söz vardır:

 

“Dünyanın en masum cümlesini getirin, ben onunla adamı ipe göndereyim.”

 

Adam bakar bakar, tarihî bir caminin tezyinatları içinde;

 

“−Ya işte şurada haç işareti var!” der. 

 

Yahut seccâdede şeytan kafası görür. Aslında hayal dünyasını konuşturur. Fakat sorsan; yüzlerce insan, orada sadece bir çiçek motifi görüyor. 

 

Cümlenin doğrudan anlaşılmasında bir terslik yok, fakat bunu evirip çevirirsek kötü bir anlayışa getiririz, diye uğraşmak masum değildir. Türkçede âmiyâne bir söz vardır:

 

“Merkebin kulağına kar suyu kaçırmak…”

 

Bu tür şeylerin peşinden gitmek doğru değildir. Bunu yapan kişi, cihâd etmiş olmaz.

 

Problemli sözlerin durumundaki ikinci ihtimale gelince;

 

(İkincisi) bunun zıddıdır. Yani cümledeki problem ilk bakışta ortaya çıkıyor; bunun hilâfı, yani düzgün mânâ ancak bir hatırlatma ile anlaşılıyor ise, burada önceki maddede (kırk dokuzuncu kaidede) zikrettiğimiz esas geçerlidir.

 

(Hulâsa; ancak sahasında ehil ve mûteber kişilerin bu tür sözleri te’vil edilir. Gerisi reddedilir.) 

 

Söz her iki cihetten de anlaşılıyor, yani işkâl veya doğru maksat ağır basmıyorsa, o söz o ihtilâf üzere kalır.” 

 

Tabiî ki sözün sahibine hüsn-i zan önde tutulur. 

 

Sözün ilk bakışta anlaşılan mânâsıyla, arka plânda başka niyetlerinin kastedilmiş olabileceğine bir misal verelim:

 

Akrabalarımdan birisi vefât edince, onun Osmanlıca bir kitabını bana verdiler:

 

Âbidin Paşa’nın Mesnevî şerhi… 

 

Orada bir delikanlının Haccâc-ı Zâlim ile olan diyaloğu misal verilmiş. 

 

Haccâc-ı Zâlim’e, zâlim denmesinin sebebi çok kan dökmesiydi. Ama çok zeki, çok akıllı bir adamdı. Bir delikanlı ona;

 

“−Allah senin ayağını yükseltsin.” demiş.

 

Etraftaki herkes bunun bir medh ü senâ cümlesi olduğunu düşünürken Haccâc; 

 

“–Ne diyorsun sen?!.” deyip azarlamış. 

 

Herkes hayretler içerisinde bakınca;

 

“−Siz anlamadınız mı? «Asılasın da ayakların havada kalsın!» diyor.” demiş.

 

İslâm düşmanlarının uydurduğu hadisler vardır. Avâm nazarında güzel görünür, fakat aslında İslâm’ın temeline dinamit yerleştirmek için uydurulmuş ve sızdırılmışlardır. 

 

Sıradan bir insanın anlayamayacağı ama hatırlatmakla, akla getirmekle anlaşılabilecek kapalı ifadeler olabilir.

 

Zerrûk Hazretleri yine bir prensip vermiş oldu:

 

Vehle-i ûlâda, ilk duyuşta, ilk okuyuşta hatıra gelen mânâ doğru ve düzgün bir mânâ ise, kurcalamak doğru değil. 

 

Fakat hiç kurcalamadan; ilk akla gelen mânâ mahzurlu ise, geçtiğimiz kaidedeki doğrudan red veya te’vil yoluna başvurulmalıdır. 

 

Akabinde Müellif, bu işkâllere sık sık düşülmesinin sebeplerine temas ediyor: 

 

“Kelâmında işkâle, karışıklığa çok düşmenin sebebi ya;

 

•Maksadını anlatmaya ibarenin yeterli gelmemesidir. 

 

Son dönem tasavvuf erbâbının kitaplarındaki ekserî durumu böyledir. O kadar ki küfre nisbet edilenler, bid‘atçi diye anılanlar olmuştur.”

 

Meselâ bu duruma düşmemek için, sıklıkla;

 

“Teşbihte hata yoktur, hatasız teşbih de yoktur!” demek durumunda kalırız.

 

Meselâ bir mânide şöyle denilir:

 

Dere boyu saz olur, 

Gül açılır yaz olur,

Ben yârime gül demem;

Gülün ömrü az olur…

 

Hâlbuki sevdiğini güle benzeten binlerce şair var. Çünkü teşbihte ancak bir vecih kastedilir. Bir yiğide; «Aslan!» dediğinizde;

 

“–Sen bana hayvan dedin!” diye itiraz etmez.

 

Sûfîlerin dile getirmeye çalıştıkları meselelerde de; Cenâb-ı Hak, Rasûl-i Ekrem Efendimiz, cennet, cehennem, bütün bunlar bizim dünyamızdaki varlıklara ait kelimelerle ifade edildiğinde sık sık ârıza çıkar. 

 

Meselâ sûfîler, «muhabbetullâh»ı, «aşk» kelimesiyle ifade etmek istediklerinde bazı âlimler olmaz demişler, mahzurlar ileri sürmüşler. Asıl mesele, kelimelerin kifâyetsizliğidir.

 

“…Yahut da;

 

(Bu sözü söylerken istinâd ettiği) aslın bozuk olmasıdır.”

 

Geçtiğimiz kaidede; “Zırva te’vil götürmez.” demiştik. 

 

Meselâ bir şahıs; sahih zannettiği, mevzû / uydurulmuş bir hadîsi te’vil ve îzah etmeye çalışsa, o yolda söylediği sözler, dayandığı temel bozuk olduğu için temelsiz kalır.

 

“Nitekim bunu reddedenleri de o aslın bozukluğu buna sevk etmiştir.

 

Doğrusu her iki taraf da mâzur görülebilir.

 

Lâkin; 

 

•Bu mahzurları görüp yadırgayan, reddedenler daha mâzurdur (haklı görülür).” 

 

Çünkü müşkil; karışık, bozuk bir sözü reddetmek haklı bir tavırdır. 

 

“•İnkâr ve reddetmeyip teslîmiyetle yaklaşanlar da daha selâmetli bir yol tutmuş olurlar.” 

 

Çünkü hüsn-i zan göstermiş olurlar. Dillerini başkalarının şahsiyetine uzatmamış olurlar. 

 

“•Dikkat gösterenler hâriç, müşkil hususlara doğru diye inananlar ise tehlike üzeredirler. 

 

Allah en iyi bilendir.” 

 

Zerrûk Hazretleri’nin kendisi de bir sûfî olduğu hâlde, ifadede yanlış anlaşılacak sözlere yer vermeye sıcak bakmadığını anlıyoruz. Ancak bunun sebeplerine temas ederek, bu tür ifadeleri doğru değerlendirmek adına kuvvetli prensipler ve kaideler oluşturduğunu temâşâ ediyoruz. 

 

Cenâb-ı Hak; sözümüzü de, özümüzü de, rızâsıyla te‘lîf eylesin.

 

Âmîn…