LEYLE-İ REGĀİB’E «RAĞBET» GÖSTEREN MEDENİYET!

Hasan TOPBAŞ hasantopbas87@gmail.com

 

 

Kullarına türlü vesileler ile lütufta bulunmayı seven yüce Rabbimiz’in en cömert ikramlarına nâil olacağımız mübârek üç aylarını, İslâm âleminde yaşanan elîm hâdiselerden ötürü buruk bir hâlde karşılıyoruz.

 

Üstad Bedîüzzamân’ın; 

 

“Ümitvâr olunuz. Şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sedâ İslâm’ın sedâsı olacaktır!” şeklinde veciz bir sûrette ifade ettiği hakikate dair inancımız tam olmakla beraber; Rabbimiz’den, ümmetin kışını bahara tebdil eylediği günleri bizlere göstermesini niyaz ederek, bu ayki mevzumuzu arz etmek isteriz:

 

Yukarıda da bahsettiğimiz veçhile, mü’minler için âdeta ganîmet sayılabilecek zaman dilimlerinden bir tanesi de, Receb ayının ilk perşembesini cumaya bağlayan gece idrâk edilen ve lügatte; «çokça rağbet edilen şey» mânâsındaki «ragîbe» kelimesinden ismini alan «Regāib Gecesi»dir.

 

Üç aylar içerisinde bulunan mühim gecelerden ilki olup, tarihi muvâfık olmasa da halk arasında Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in anne rahmine düştüğü gece olduğuna inanılması hasebiyle; mü’minlerce ayrı bir ihtimam gösterilmiş, söz konusu vakitte yapılacak ibâdet ve duâların kabûlüne inanılmıştır. 

 

Ayrıca, bu gecenin idrâkine dair ilk bilgilerin mîlâdî onuncu asra ait olduğu ve ilk kutlamanın da Kudüs’te h. 448/m. 1056’da halkın geceyi ihyâ etmesi şeklinde gerçekleştiği, tarihî kaynaklarda geçmektedir.

 

Osmanlı Devleti’nde ise ilk kez Sultan II. Selim devrinde; camiler aydınlatılıp, minarelerde kandiller yakıldığı için; Receb, Şâban ve Ramazan ayları içerisinde bulunan ve mübârek addedilen Regāib, Mîrac, Berat ve Kadir gecelerinin «kandil geceleri» ismi ile de zikredilmeye başlandığı bilinmektedir.

 

Halk nezdinde bir çeşit ibâdet iştiyâkı sağlamasına rağmen, «leyle-i regāib»i işleyen eserlere edebiyatımızda uzunca bir müddet rastlanmamış; ancak bu duruma, tecrübeli bir devlet adamı iken tasavvuf yolunu tercih ederek bir zaman sonra Hırâmî Ahmed Paşa Tekkesi postnişinliği mertebesine ulaşan «Salâhî Dede» (1705-1782) son vermiş ve bu dalda bir eser yazmaya muvaffak olmuştur. 

 

Mevlid tarzına benzer bir eser olan ve asıl adı; «Matlau’l-Fecr» olan Regāibiyye’sini, tam tarihi belli olmamakla birlikte, Sultan III. Mustafa devrinde (saltanatı: 1757-1774) yazdığı ilim erbâbınca tespit olunarak, medeniyetimizin dağarcığına kazandırılmıştır.

 

NASIL YAZILDI?

 

Tasavvuf tarihçisi Hüseyin Vassaf (1872-1929) «Sefîne-i Evliyâ» isimli eserinde Salâhî Dede’nin Regāibiyye’yi yazma sebebini şöyle açıklamaktadır:

 

“Hazret-i Salâhî ve Galata Mevlevîhânesi şeyhi meşhur Nâyî Osman Dede ile Mustafa Haşim Baba hazerâtı bir gün Hazret-i Nasûhî Âsitânesi’nde Şeyh Alâeddin Efendi nezdinde sohbette iken; 

 

Bir Mîrâciyye yazılsa da, o da manzûme-i mevlid-i saâdet gibi okunsa, diye izhâr-ı temenniyat olunmuş (temennî edilmiş) ve bu ise bi’l-ittifak Osman Dede Hazretleri’nden rica edilmiş, o da kabûl ile bir hafta sonra el-yevm (günümüzde) okunagelen meşhur Mîrâciyye’yi bestesiyle maan ikmâl ederek (tamamlayarak) heyet huzûrunda okunmuş ve fevkalâde istihsân olunmuştur (beğenilmiştir). 

 

Bâdehû (sonrasında) bir de Regāibiyye yazılsa temennîsine karşı, bu hizmet de bi’l-ittifak Hazret-i Salâhî’ye tevcih edilmiş (verilmiş), Hazret de Regāibiyye’yi yazmış ve okutmuştur.” 

 

Ayrıca, Regāibiyye’nin tamamlanmasını müteâkip Nâlizâde İbrahim Efendi (ö. 1180/1766) tarafından bestelenmiş ve seneler boyu kandil gecelerinde okunmuştur.

 

(Regāibiyye Sayfalarından Örnekler – Sağdaki satır kenarlarında hangi makamdan okunacakları yazılıdır)

 

 

BÖLÜMLER ve BAZI BEYİTLERİ

 

Toplam 211 beyitten müteşekkil eserin;

 

•Mukaddime, 

 

•Âgâz-ı Kelâm (Söze Giriş), 

 

•Bahr-i Sânî (İkinci Bölüm),

 

•Bahr-i Sâlis Mîrâciyye (Mîrac ile Alâkalı Üçüncü Bölüm),

 

•Avdet-i Mîrac (Mîracdan Dönüş),

 

•Na‘t-ı Şerif (Peygamberimiz’e övgüler),

 

•Münâcât (Yakarışlar),

 

•Hâtime vü Tesmiye (Allâh’ın adı ile bitiş)

adlı bölümleri bulunmaktadır.

 

Her ne kadar eserdeki bütün beyitler sayfamıza alınmaya lâyık ise de, imkânımız elverdiği ölçüde ancak bazılarını burada zikredebileceğiz:

 

Dinle ey cûyende-i sırr-ı Hudâ, 

Mest-i aşk olup ne söyler bu gedâ!

 

“Ey ilâhî sırları bilmek isteyen! Aşk sarhoşu olan bu fakirin söylediklerine kulak ver!”

 

Hâme-i ibret-nümâ vermek diler,

Leyle-i Cum‘a Reğāibdür haber. 

 

“O’nun ibret habercisi olan kalemi, bu Cuma gecesinin Regāib Gecesi olduğunu haber veriyor.”

 

Yâni olmuş bâzı akvâl-i kibâr,

Rütbe-i tahkik ile şöhret-şi’âr;

 

“Yani, bazı din ulularının sözleriyle gerçekliği tasdiklenen umûmî kabûle göre;”

 

Kim o şebde dürr-i beyzâ-yı Rasûl,

Rahm-i pâk-i mâdere etmiş nüzûl. 

 

“Babasının, beyaz inciye benzeyen temiz sulbü, o gece Rasûl’ün annesinin pak rahmine intikal etti.”

 

Hikmet ile bu leâlî-i ızâm, 

Bulmamış bu âna dek silk-i nizâm.

 

“Fakat Allâh’ın hikmetine bak ki, büyük incilere benzeyen o sözler; şimdiye kadar şiir ipliğine dizilmemişti.”

 

Gālibâ te’hîr ile ol Kird-gâr,

Etmek istermiş fakîri hissedâr.

 

“Cenâb-ı Hak sanki bu mevzuun yazılmasını geciktirmiş de, sevabından hissedâr olmam için bana saklamış.”

 

Gerçi nazmetmek benüm haddüm değil,

Lîk anun feyzin nisâr eyler bu dil.

 

“Gerçi bu hususu şiire aktarmak benim haddime değil, zaten gönlümün yaptığı da kendisine lutfedilen feyzi yaymaktan başka bir şey değil.”

 

Pes şeh-i akdem iken ol zât-ı pâk,

Enbiyâdan sonra etti azm-i pâk.

 

“Hazret-i Peygamber’in pak zâtı; yaratılış bakımından mânâ padişahlarının ilkidir, fakat dünyaya gelişi diğer peygamberlerden sonradır.”

 

Hikmet üzre bu mufassal kıssadır,

Ârife pes kıssadan bir hissedir.

 

“Bu; ayrıntılı bir şekilde anlatılması gereken hikmetli bir konudur, ancak ârif kişiye düşen kıssadan hisseyi almasıdır.”

 

Cenâb-ı Hak bizlere bu güzîde eseri kazandıran Salâhî Dede Hazretleri’ne rahmet eylesin!