FE EYNE TEZHEBÛN?

Nurten Selma ÇEVİKOĞLU nurtencevikoglu@hotmail.com

 

 

Uzun bir süredir özlemle beklediğimiz, müslümanlar için rahmet dolu feyiz şebnemlerinin, semâ âleminden, dünya âlemine teşrif ettiği bir kutlu iklim, «Üç Aylar» aramıza teşrif etti. Hoş geldi, inşâallah onu lâyıkı veçhile hoşnut eder, yüreklerimizi nasiplendiririz. Bu vesileyle bütün müslümanların üç aylarını tebrik ediyoruz efendim. Herkese en kâmil istifâdeler dileriz. 

 

Böylesi bir arınma mevsimine kavuştuk, şükürler olsun. Receb, Şâban, Ramazan üç kutlu ay, muhteşem bir huzur mevsimi… Ne yapılsa kâr, ne yapılsa faydası var mü’minler için. Üç aylar; değerlendirmesini bilene, hem dünyevî hem uhrevî yönden hakikî istikamet kazandırır. Zira yolumuzu, yordamımızı şaşırdık, âdeta müstakîm ibremiz kaydı. Üç ayların rahmeti yağsın üzerimize; bu mübârek aylar, mü’minler olarak bizim hâl ve hareketlerimizi gözden geçirme imkânı sağlasın, hayat tarzımızı yeniden inşâ etmemize vesile olsun inşâallah. İçimizde nefis muhasebesi yapma isteği oluştursun. Gönlümüzde; «Bu gidiş nereye?» sorusuna cevap buldursun. 

 

Sene boyu mâneviyattan uzak yaşanan hayatlar; ne yazık ki, insanlarda menfî enerji biriktiriyor. Bunu boşaltabilmek ya da pozitif enerjiyle doldurabilmek için şu kutlu ortam, münbit bir zemindir. Üç aylar; insanların olumlu duygularla dolması adına, mükemmel mânevî getirileri olan mübârek vakitlerdir. Faydalanan, kendi rûhâniyetinin yükselişi için güzel bir adım atmış olur. 

 

Sevgili Peygamberimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, üç aylar girdiğinde; 

 

“Allâh’ım bize Receb ve Şâbân’ı mübârek kıl ve bizi Ramazân’a ulaştır.” (Taberânî, Evsat, IV, 189; Beyhakî, Şuab, V, 348. Krş. Ahmed, I, 259) diye duâ ederlerdi.

 

İçinde bulunduğumuz Receb ayında ihyâ edilmesi gereken, iki mübârek gece vardır. Bunlardan birisi Receb’in ilk cuma gecesi olan; «Regāib Gecesi», diğeri ise Receb’in yirmi yedinci gecesi olan; «Mîrac Gecesi»dir.

 

Müslümanlar için mukaddes olan üç ayların ilk cuma gecesi; «çokça rağbet edilen, değerli, ihsan» anlamına gelen, Regāib Gecesi asla boş geçirilmemeli. Mîrac Gecesi de aynı şekilde büyük bir titizlikle ihyâ edilmelidir. Eğer on bir ayın sultanı Ramazan ayını, hakkıyla idrâk etmek istiyorsak; haram aylardan biri olan Receb ayından uyanmaya başlamak gerek. Cenâb-ı Hak; biz kullarına merhamet ederek, iyi ki böyle arınma, toparlanma gün ve geceleri lutfetmiş. Böylesi mübârek günlerde; kararan kalpler nur ışıklarıyla aydınlanır, örselenmiş ruhlara canlılık gelir, günahlarla bunalan insanlar, bir sevinç coşkusuna girerler.

 

İhsan ve ikramların, ilâhî lütuf ve hayırların yağdığı; mübârek, kârlı, bereketli, feyizli gün ve geceleri, müslümanlar olarak dünya ve âhiretimizi ihyâ etmek adına, fırsatı ganîmet bilmeli. Bire on rahmet ve mükâfatların yağdığı gece ve gündüzleri, tıpkı «ucuzluk ve kampanya günleri» gibi değerlendirmelidir. Dünya nasılsa bir şekilde kazanılıyor. Ama bâkî olan âlemden dönüş yok. Önümüzde bizleri bekleyen, ebedî bir hayat var. Asıl oraya uygun hazırlıklar yapılmalıdır. Onun kazanılma mekânı ise, yalnızca bu dünyadır. Âhiretimizi kazanmak için ömrümüzden başka sermayemiz yoktur. Dünyasını ebedî saâdetine vesile yapacak şekilde yaşayanlar, ne büyük kârdadır. 

 

Haram aylardan biri olan ve Ramazân’a hazırlık mevsimine sahne olan Receb ayı; sene boyu tahrif olan gönül dünyamızın tamir edilmesi adına, büyük bir imkândır. Rabbimiz’in ayında, O’na yaklaşmanın yollarını aramalıyız. Bu, aynı zamanda kalbî hayatımızn yükselmesi demektir. Bu hususta üç yardımcımız vardır:

 

Birincisi; peygamberler ki; onlar, insanları düzeltmek ve doğru yola yöneltmek için gelmiş mükemmel rehberlerdir.

 

İkincisi; kitaplardır ki; bizim kitâbımız Kur’ân-ı Kerim hamdolsun, hiç bozulmadan günümüze kadar ulaşmıştır. Mukaddes kitaplar; bilindiği üzere, insanlara en mükemmel hayatı yaşamaları için gönderilmiştir. 

 

Üçüncüsü; kâinattır ki; içindeki çeşitlilikle bizleri tefekküre davet ederek, Rabbimiz’in muhteşem güzelliklerini düşündürüp, O’nun sonsuzluğunu idrâk ettirir. Kâinâtı tefekkür, bizim Rabbimiz’e olan hayretimizi ve hayranlığımızı artırır. 

 

Şurası gerçek ki; Hakk’a erişme yolları, insanların nefesleri adedincedir. Yeter ki niyetlerimiz hâlis olsun. Mevlâ Teâlâ, O’nun ayında, bize kendisini buldursun. O’nun ayında, O’na daha çok yaklaşalım inşâallah. Cenâb-ı Hak da zaten bizden bunu istiyor:

 

“Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana duâ ettiği vakit duâ edenin dileğine karşılık veririm. O hâlde (kullarım da) Benim davetime uysunlar ve Bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.” (el-Bakara, 186) buyuruluyor. Demek ki bunun için çokça duâlar etmeliyiz. 

 

Üç aylar, müslümanlar için bir «mânevî tedavi mevsimi»dir. Günahlarla, gereksiz şeylerle yorulan, yıpranan hasta kalpler, zikr u tesbihatlarla; ruhlar, nâfile ibâdetlerle tedavi olsun, takviye bulsun, iyileşsin, hayra yönelsin. Sâir aylarda maalesef raflarda bekleyen mukaddes Kitâbımız, hiç değilse bu aylarda ellerden hiç düşmesin. Sadece okumakla kalınmasın, Kur’ân’ın rûhunu anlama, yaşama ve yaşatma aşkı, şevki doğsun içlerimize. Hem muhtevâsını öğrenmeli, hem mânen okuyarak ruhlarımız doymalı. Bu güzel ayda, sırf O’nun rızâsı için bir hatim yapabiliriz. Neden olmasın değil mi? Hatimler sadece Ramazan ayına has olmamalı. Mü’min kişi, Kur’ân’ı Kerîm’i her dâim baş tâcı etmeli, ona daha çok eğilmeli. 

 

Receb ayı; mübârek ayların ilki ve üç ayların başlangıcıdır. Haram aylarda oruç tutmak kuvvetle tavsiye edilmiştir. Bu ayda tutulan oruçlar, inananları mağfirete eriştirir. İnsan; bünyesini, Ramazan oruçlarına hazırlamak için, bu ayı, oruçlara hazırlık basamağı olarak değerlendirebilir. 

 

Meselâ; tıpkı Peygamberimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın yaptığı gibi, pazartesi ve perşembe günleri oruç tutulabilir. Yine Sünnet’e uygun olarak «Eyyâm-ı biyz / hicrî 13-14-15’inci günler» oruçlu geçirilebilir.

 

Tabiî bu arada, Receb ayında O’nun orucu nasıldı? Ona da bakmak lâzım. Sahâbe-i kiram buyururlar ki; 

 

Rasûlullah -aleyhisselâm-; Receb ayında, bazı yıllarda öyle oruç tutardı ki, biz; «(Galiba) hiç yemeyecek (ayın her gününde oruç tutacak.)» derdik. (Bazı yıllarda da öyle) yerdi ki, biz; «(Galiba) hiç tutmayacak.» derdik.” (Buhârî, Savm, 53; Müslim, Sıyâm, 179) 

 

Dolayısıyla oruçlar, nefsi terbiye etmek ve sevap kazanmak adına güzel bir vesiledir.

 

Yine bu aylarda; hayır-hasenâtımız, mâlî ibâdetlerimiz artsa; ihtiyaç sahiplerine yedirme, giydirme, infâk etme faaliyetleri çoğalsa, hayra koşulsa ne güzel olur! Aynı zamanda bu ay; haksızlıkları terk etme, iyiliğe dönmehayır ve hasenâtı çokça işleme ayıdır. Yine bu ay; sâlih amelleri artırma, sadaka ve zekâtları verme ayıdır. Bu mukaddes aylar; günahlardan dolayı nedâmet, pişmanlık duyma; nasûh tövbe etme, hâlis duâlar yapma vakitleridir. Mü’minlerin; ibâdetlerle rahmete tâlip olma, en güzele erişme demleridir. Bu üç aylar, unutulan değerlerimizin yeniden hatırlanmasına zemin olsun, Müslümanların günahlardan arınmalarına, bozulan ahlâkın düzelmesine imkân versin, kötülüklere yaklaşılmasın inşâallah… 

 

Bizler mü’minler olarak, kendimizi Ramazan ayının güzelliklerine ulaştırabilmesi açısından, ibâdetlerimizi artırmak adına; kendimiz sîgaya çekerek tevbe ve istiğfâra daha çok yönelmeli, nâfile namazlar -duhâ, evvâbîn, teheccüd- kılarak Hakk’ın dîvânına durmalı… Doğrusu bu ya; bizlere böylesi engin, eşsiz ikramlar sahibi Rabbimiz’e karşı ibâdetler takdim etme konusunda hiç de, O’nun kadar cömert değiliz. Hâlbuki Allah -azze ve celle-’nin, bizim ibâdetlerimize asla ihtiyacı yoktur. Bizim güzel ahlâk sahibi olabilmemiz, rûhen sıkıntılarımızdan kurtulabilmemiz, huzurla dolabilmemiz açısından ibâdetlere ihtiyacımız vardır. İnsanların iyiye, güzele ulaşabilmesinde, ibâdetlerin büyük katkısı olduğu bir hakikattir.

 

Ortamların ehemmiyetinden sıkça bahsedilir. Bozuk ortamlar, günahların çokça işlendiği zeminler, ister istemez herkesi etkiliyor. O bozuk ortamları düzeltmek lâzım ki; bu çok emek ve zaman istiyor, belki bir ömür bu işe az geliyor. Ya da öylesi ortamlardan uzaklaşmak gerekiyor. Yanlışlıklar, farkında olmadan içimizde kol geziyor. Fakat en azından, teyakkuzla ve dikkatle hareket etmek elzemdir. Zira menfîlikler yansıma yoluyla size de geçiyor. Bugünün insanları; âdeta cam kırıklarının üzerinde, çıplak ayaklarla yürüyor gibiler. Doğru, mazbut, sâlih insanlarla beraber olmak, bozulmamak adına büyük bir faydadır. Böyle çevreleri bulana, bulabilene, ne mutlu! Ama inanıyoruz ki, arayanlar bir şekilde bulurlar. 

 

Bizler de mü’minler olarak, şöyle bir gafletten silkinip Receb ayını dolu dolu geçirme hesabı yapalım. Kendimizi sîgaya çekelim. Hakikî bir müslüman olmak adına eksiklerimizi tespit edip, sonra onları giderme gayretinde olalım. İbâdetlerimizi artıralım, yakın-uzak çevremizi îkaz edelim, vaktimizi doğru değerlendirelim, yediklerimize dikkat edelim. Mâneviyâtımızı körelten haram ve şüpheli şeylere yaklaşmayalım inşâallah. 

 

Önümüzdeki güzel günler ve geceler; Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmak, mağfiretine erişmek, geçmiş muhasebesi ve gelecek hesabı yapmaya teşne olsun. Zira yüce Rabbimiz; bu güzel geceler ve aylar hürmetine, mü’minlerin önüne engin bir rahmet ve bağışlanma imkânı sunuyor. Böylesi mükemmel vakitler kaçırılmamalı, en iyi şekilde değerlendirilmelidir. Bilhassa Cenâb-ı Hakk’ı övücü, senâ edici tesbihlerle Rabbimiz’in muhabbetini kazanmaya çalışmalı. Bu feyizli gecelerde; duâya açılan eller icâbete erişir, af dileyenler affedilir, yapılan ibâdetlere kat kat sevaplar bahşedilir. Dolayısıyla hisselenmek isteyenlere, engin rahmet, mağfiret ve lütufların yağdığı gün ve gecelerde, varsa kazâ namazları kılınmalı, nâfile ibâdetler îfâ edilmeli, Kur’ân okunmalı, tesbihatlar yapılmalı, af dilenmeli, rağbet edilen duâlar okunmalı, oruçlar tutulmalıdır inşâallah. Hepimizin hedefinde; Rabbimiz’in rızâsını kazanmak yanında, O’nun sevgisine ve muhabbetine erişmek gibi bir güzel niyetimiz de olmalı. Yüce Rabbimiz; amellerimizi, niyetlerimizi, hislerimizi kendi rızâsı doğrultusunda eylesin. Ne yaparsak Rabbin rızâsına erişiriz, ne yaparsak gönül tahtımıza O’nu koyarız diye düşünsek O’nun ayında ne güzel olur, değil mi?

 

“Bu mübârek günlerde, hayatımızı derin bir tefekküre tâbî tutsak; «güzel bir müslüman olma» noktasında nelere sahip olmalıyım, bu gidiş nereye kadar devam edecek, artık yanlışlarımdan dönme zamanı gelmedi mi?” diye kendimizi sorgulasak. Sorgulanmayan hayat yaşanmaya değmez, denmiyor mu? Her geçen gün maddeleşen, ruhları örseleyen, duyguları hissizleştiren bir dünya kimseye huzur vermiyor. Bugünkü hâlde materyalist bir topluma doğru gidiş var, bu gidiş insana mutluluk temin etmez, edemez. Mutluluk ve huzur arayanları mübârek üç ayların huzur iklime çağırıyoruz. Buyurun huzur bulmaya, mutlulukla dolmaya buyurun… 

 

İnsanları bunaltır hâle gelen «haz ve hız eksenli yaşantı» tarzına bir son verme vakti geldi. Üç aylar; kendimizi, duygularımızı, hislerimizi, mânevî yaşantımızı düşünme zamanları olmalı. Şu kutlu zeminde; mü’minler olarak her yönüyle dünyevîleşen çağda, dînî yaşantımızı muhasebe edelim, mânâ âlemimiz ne durumda şöyle bir yoklayalım ve bu güzel zeminde bir düzelme hamlesi gerçekleştirelim. Vaktimizi saçıp-savurmadan, israf etmeden, «en değerli olana» tevdî edelim. 

 

Peki, bütün bunlar durduk yere olur mu? Elbette olmaz. Ne ile olacak o zaman? El cevap; İbâdetlerle efendim. İbâdet, insanı insan yapar. İbâdet, insanın insânî kimliğini öne çıkarır. İbâdetsiz kişilerin düzelmesi, eksiklerini kapatması, rûhunu doygunluğa eriştirmesi, kalbini aklaması mümkün değildir. İşte ibâdetlerin en kâmil noktada değer bulduğu bir üç aylar iklimi var önümüzde hamdolsun.

 

Müslümanlar üç ayların kudsî iklimine girdi. Ayların sultanı Ramazân’ın gölgesi üzerimize düştü. Güzel günler devam ediyor, edecek. 

 

Bu mübârek mevsimi müslümanlar olarak, şânına yakışır şekilde değerlendirmek için, elden ne gelirse îfâ etmeli, tevbeler artmalı, mü’minler şu mübârek aylarda aklanarak temizlenmeli. Rûha çöreklenen günahlardan silkinmeli, kalbin katılığı yumuşatılmalı… böylece, hâlimize güzellikler yansımalı.

 

Üç ayların gelişiyle; bugüne kadar yoğun hayatın dışına iteklenen dînî vecîbeleri, yeniden hayatımızın merkezine koymalı. Unutulmasın ki; değerlerimizden uzak yaşanan hayatın, kendimiz ve âhiretimiz adına pek kıymeti yoktur. Tekdüzelik, herkes gibi olma, sonuçta pespayelik getirir. Oysaki maddeyi mânâyla birleştirerek yaşamak, hayatı erdemli kılar. 

 

Zaman gerçekten, en çabuk harcanan bir sermayedir ve hiç de dikkatli kullanılmadığı çok net. Boş-mâlâyânî işlerle, oyunla-oynaşla… adına hayat denen, âhiretin tek ve biricik kazanç kapısı hebâ ediliyor. Ebedî saâdeti kazanma gibi bir ideal, ne yazık ki bugün zihinlerden silinmiş vaziyette. Tüm idealler ve birikimler, varsa yoksa şu üç kuruş etmez geçici dünya için hebâ ediliyor. O zaman biz de diyoruz ki; şu mübârek iklimde: 

 

“FE EYNE TEZHEBÛN? / BU GİDİŞ NEREYE?” 

 

Dünya iki kapılı bir handır; birinden girenler… diğerinden çıkanlar… Kimse bu dünyada bâkî kalmıyor. Mü’minler olarak, hâlimiz ortada. Kadir-kıymet bilmeyenler, hâlinden devamlı şikâyet eden şükürsüzler, en yüce nizam olan İslâm’ı bırakıp başka yerlerden medet uman fikirsizler, Hakk’ı tutup kaldırmayan beyinsizler hep aramızda… Müslüman kardeşinin ihtiyaçlarına duyarsız kalanlar, yanlışı görüp de, görmezden gelenler, zulme sessiz kalanlar, doğruları göz göre göre karalayanlar hep aramızda… Vatan toprağını bölmeye çalışanlar, millî servetimizi boşa tüketenler, devlet malına zarar verenler, mâneviyâtımızı hiçe sayanlar hep aramızda… 

 

Üzülüyoruz, hüzünleniyoruz, içleniyoruz… Ve yine diyoruz ki:

 

“FE EYNE TEZHEBÛN? / BU GİDİŞ NEREYE?” 

 

Sağdan-soldan, önden-arkadan, kuzeyden-güneyden sıkıştırılmaya çalışıldığımız şu hengâmda; Gazze’de Filistinli kardeşlerimizin yaşadıkları acılarla kahrolduğumuz bir zeminde; «İyi ki geldin Receb ayı!» diyoruz. Rabbimiz’in ayı Receb ayı aramıza teşrif etti. Hoş geldi, safâlar getirdi. Kalpler aklanmaya, gönüller îmâra muhtaç! Yürekler zikr u tesbihatlarla dirilsin tekrar. Tevbe çağlayanına dalsın diller. Yaşarsın gözler, eller açılsın duâya, yönelelim semâya. Hep O’na muhtacız, biz âciziz, O ise Azîz. O Rabb-i Rahîm’imizin engin rahmeti olmasa, yürekler yaşanan onca acılara, nasıl tahammül ederdi. 

 

Ancak şimdi toparlanma vaktidir. Üç aylar; sadece nüfus cüzdanında İslâm yazanlar için değil, gönlünde İslâm yazanlar için bir dirilme, temizlenme, aklanma ayıdır. Bu hazzı yaşamalı. Yalnızca namaz istikametimizi değil, ruh istikametimizi de, Kâbe’ye çevirmeli. Geçmeli bir süre; yârdan-serden, kendini yalnızca Rabbe vermeli müslüman. Gönlünü ibâdete kandırmalı. Bugün içi boşalan-boşaltılan mü’min, rûhunu «takvâ rûhu»yla beslemeli. Eğer müslümanların gidişâtından memnun değilsek, işe kendimizden başlamalıyız. Ölü ruhlarımızı şu üç aylar ikliminde diriltebiliriz. Mâneviyâtımızı yüce ufuklara yükseltebilir, böylece Rabbimiz’in rızâsını kazanabiliriz. Gaflete düşmüş mü’minler olarak; hepimizin şu acıklı hâllerden uyanmamız için, Kudüs dâvâsını omuzlamış bir avuç yiğit mücâhidlerimiz ve Filistinli kardeşlerimiz için, ümmet-i Muhammed’in en kısa zamanda sahil-i selâmete çıkabilmesi için, çokça duâlar edebiliriz. 

 

Mânevî diriliş mevsimi üç ayların; gönüllerimize ve hayatlarımıza iyilik ve güzellikler getirmesini Mevlâ’mızdan niyaz ediyoruz. Bâkî olana emânet olunuz.