ANMAKTAN ANLAMAYA…

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

 

Allah Teâlâ, yeryüzüne imtihan için gönderdiği insanoğlu için; bazen bir kabîleye, bazen bir millete veya bütün dünyaya çeşitli uyarıcılar, elçiler göndermiş. Gönderilen elçiler çoğu zaman dikkate alınmamış; sadece sözlerine değil varlıklarına dahî tahammül edilememiş, yurtlarından sürülmüş, dövülmüş, hattâ şehid edilmişler. İnsanların bu azgınlığına rağmen Allah Teâlâ; insanlara uyarıcı göndermeye devam etmiş ve yarın mahşer gününde; «Bize bir uyarıcı gelmedi!» bahanesine sığınılmasını engellemiştir.

 

Gönderilen elçilere riâyet eden, onların getirdiği ölçülere göre hayatlarını idâme ettirenler; tarihin her döneminde rahat ve huzur içinde olmuşlardır. Diğerleri ise ya bir sayha ile ya bir rüzgâr ile veya çeşitli şekillerde Allah Teâlâ’nın cezasına (helâk) muhatap olmuşlardır. 

 

Bir rahmet ve merhamet elçisi olarak bize gönderilen ve en son peygamber olan Rasûlullah –sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de diğer kardeşlerine benzer bir şekilde sıkıntılı ve çile dolu bir tebliğ dönemi geçirmiştir. 

 

Genelde İslâm ümmetinin, özelde memleketimizde müslümanların genel bir problemi olduğu kanaatindeyim: 

 

Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i anmak ve anlamak meselesinde, bazen dengeyi tam sağlayamıyoruz. 

 

Anmak hususunda herhangi bir problemimiz yok, hattâ bu hususta elimize kimse su dökemez. Hususî günler, haftalar ve büyük organizasyonlar düzenleyerek Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i anıyoruz. 

 

Ancak, anlama hususuna gelince; bu noktada hayli sıkıntılı bir durumda olduğumuz âşikâr. 

 

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, çeşitli zamanlarda niçin gönderildiğini beyan sadedinde; ayakta gezen ölüleri diriltmek, gaflet uykusunda olanları uyandırmak, zincirleri kırmak ve insanları hürriyetine kavuşturmak için gönderildiğini buyurmuştur.

 

İslâm öncesinde, sınırı bekleyen bekçiler; kendilerine yaklaşan herhangi bir tehlike veya düşman gördüklerinde, geride olanlara haber vermek için onlara doğru koşar, sesi işitilmeyeceği için kendisini görenlere belden yukarısını çıplak hâle getirerek haber verirmiş. Bu uyarıcılara «en-nezîru’l-uryân» yani çıplak uyarıcı denirmiş.

 

Bu hususta Sevgili Peygamberimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur. 

 

“Allâh’ın beni göndermesi bir topluma çıplak vaziyette gelen ve; 

 

«–Ben bir düşman ordusunu gözlerimle gördüm. Ben çıplak uyarıcıyım, kendinizi kurtarınız!» diyen adama benzer: 

 

•Bir kısmı onun dediğine uydular, sığınaklara girdiler ve kurtuldular. 

 

•Bir kısmı ise ona inanmadılar ve yalanladılar. Sabah erkenden ordu geldi ve hepsini öldürdü.” (Buhârî, Rikāk, 26; Müslim, Fezâil, 6)

 

Dedik ya, anmak noktasında elimize su dökülemez. Ama anlamak hususunda; uyarıcının getirdiği ahkâmdan işimize geleni alıyor, gelmeyeni ise göz ardı edebiliyoruz. Bunu bazen gaflet ile bazen kasten yapıyoruz. Bunu yaparken; bazen Peygamber Efendimiz’i devreden çıkarıp -hâşâ- O’na postacı muamelesi yapıyor; bazen O’nun getirdiği ahkâmı yalnız tarihin belli bir dilimine hapsediyor; bazen de art niyet olmasa bile tembelliğe düşüp, O’nun getirdiği ahkâmın kolayımıza gelenini alıp, zor olanını bir kenara koyabiliyoruz. 

 

Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sünnetinden şeklî olanları uygulama hususunda en azından dindar kesimde çok güzel örneklerimiz var. Meselâ; sakal bırakmak, güzel koku sürmek, bol giyinmek, suyu üç yudumda içmek, misvak kullanmak, başı örtülü namaz kılmak vb. sünnetlerde hakikaten güzel bir hassâsiyetimiz var. Ama aynı Peygamber’in getirdiği, ahkâm ve bize öğrettiği sünnetlerden; bir devletin kanunları, adâletin sağlandığı hukuk sistemi, nesilleri yetiştiren eğitim, ticaret ve ekonomi vb. sünnetlerde, O’nun getirdiği ölçülere riâyet hususunda aynı hassâsiyeti göstermiyoruz.

 

Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatını anlatırken; O’nun dünya malından ne kadar uzak olduğunu, evinde yiyecek ekmeği olmadığını, kırk gün evinde yemek pişmediğini, açlıktan karnına taş bağladığını anlatıyoruz. Ama; lüks mekânlarda pahalı yemekler yerken, serpme kahvaltılar ile israfın zirvesine çıkarken, lüks kumaşlardan pahalı elbiseler giyerken; lüks evlerde, mâlikânelerde yaşayıp, milyonluk araçlarla gezerken aynı hassâsiyete sahip değiliz. 

 

Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in; yemek yeme ve yatma şeklini, yürüyüş biçimini, kıyafetinin temizliğini, insanlara hitap edişindeki tevâzuunu ve tatlı dilini anlatıyor, bu hususlarda O’nu örnek almaya çalışıyoruz. Ama aynı Peygamber’in ömrünü harcadığı İslâm dâvâsı için nasıl cihâd ettiğini, câhiliyyeyi nasıl yerle bir ettiğini, Allâh’a ortak koşulan şirk düzenini ve Kâbe’yi dolduran putları nasıl devirdiğini, Allâh’ın gönderdiği İslâm dînini kısa bir sürede dünyaya yaymada gösterdiği mücadelesini örnek almıyoruz.

 

Evlenirken, yuva kurmaya niyet edince; «Allâh’ın emri, Peygamber’in sünneti» ile başlangıç yapıyoruz. Lâkin düğün merasiminde; O’nun getirdiği ahkâmın tam tersine davranıyor, israfın, şâşaanın ve lüksün zirvelerine çıkarak «desinler diye» günaha giriyoruz. Yeni kurulan yuvada, eşine ve evlâdına nasıl davranmak gerektiği hususunda O’nu örnek almak yerine; kendi nefsimiz ve âdetlerimizden öğrendiklerimizi uyguluyoruz.

 

Çocuğumuz olduğunda; onun kulağına ezan okumak, güzel bir isim vermek, sünnet ettirmek noktasında Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i örnek alıyoruz. Ama o çocuğun yetişmesinde, ahlâkında, karakter ve şahsiyetinde, giyiminde, kuşamında O’ndan bir iz olması, O’nun getirdiği ölçülerden hisse alabilmesi için çaba sarf etmiyoruz.

 

Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in sakal bırakma sünnetini veya kıyafetini taklit edip O’nu örnek alırken; yalan söylemek, gıybet etmek, harama bulaşmak, insanlara kaba davranıp kalp kırmak, çevresindekilere merhametsiz davranmak gibi O’nun hayatında mücadele ettiği günahlarda çıplak uyarıcıyı taklit etmiyoruz.

 

Farz namazların yanında, nâfile namazlar ile ibâdette örnek aldığımız bir Peygamber’i; kul hakkına girmek, haksız ve adâletsiz davranmak, yetkili olduğumuz bir yerde rüşvet almak, torpil yapmak, insanların arkasından kuyularını kazıp ayak kaydırmak gibi Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mücadele ettiği içtimâî günahlarda örnek almıyoruz.

 

Pazarda gezip, buğdayın içine mübârek elini sokan ve buğdayın ıslak olduğunu görünce; 

 

“Bizi aldatan bizden değildir.  (Müslim, Îmân, 164) buyuran Peygamber’in ahlâkından bahsedip; çağın baş belâsı fâizi, sömürüyü görmeyen, insanların birbirine üstünlük tasladığı sistemi yaşatan, israfı ve yolsuzluğu normalleştiren bir hayatı yadırgamıyoruz. 

 

Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bize Allâh’ın emrettiği bir dîni tebliğ etti. O dînin hükümlerini, en güzel şekilde uygulayarak bize gösterdi. O’nun tebliğ ettiği ve uyguladığı her hükmü almak ve uygulamak zorundayız. Bu hükümlerin bir bölümünü alıp, bir bölümünü bırakmak gibi bir seçeneğimiz yok. Öyle yaptığımız içindir ki, bugün yaşadığımız manzara ile karşı karşıyayız. 

 

Bir müslüman olarak, nasıl ki Efendimiz –sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in; saçına, sakalına, giyimine, kuşamına dikkat ediyor ve O’nun gibi davranmaya gayret ediyorsak; bir devletin nasıl kurulacağını, ekonominin, ticaretin nasıl düzenleneceğini; kâfirler ile aramızdaki hukukun nasıl olması gerektiğini; ailenin nasıl kurulacağını, nasıl idare edileceğini, aile fertlerinin vazifelerinin ve sınırlarının nasıl olması gerektiğini de O’ndan öğrenmemiz gerekiyor. Şayet bunları yapmaz, bugünkü gibi işimize geleni uygulayıp, gelmeyeni arkamıza atarsak; sayımız çok olsa da suyun üzerindeki çer çöp misali ne ağırlığımız ne de tesirimiz olur. Şeklî olarak İslâm’ı yaşadığımızı zannedip, kendimizi avuturuz. Aylardır canlı yayında kardeşlerimizin katlini izler, «ah» «vah» eder, yarın yine hayatımıza kaldığı yerden devam ederiz. 

 

Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

 

Güzel ahlâkı tamamlamak üzere, bir muallim olarak, âlemlere rahmet olarak, her hususta örnek almamız için bir üsve-i hasene olarak, bizleri küfür ve isyanın karanlıklarından îmânın nûruna çıkarmak, cehâletin perişanlığından fazîletin irfânına ulaştırmak, çıkmaz yollardan sırât-ı müstakîme eriştirmek için gönderildi.

 

O hâlde, O’nun getirdiği her ölçüye yeniden teslim olma vaktidir. 

 

Allah Teâlâ, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in getirdiği bütün ahkâma azı dişlerimiz ile sıkı sıkıya sarılmayı ve bu ahkâma göre yaşamayı nasip eylesin. Âmîn.