CİHAD ve RİBAT YURDUNDAN ÜMMETİN AHVÂLİNE BİR BAKIŞ

Raif KOÇAK raifkocak@gmail.com

 

 

 

Bir aydır, dünyanın gözleri önünde bir kıyım yaşanıyor. Bir«leş»miş milletler kararı ile kurulan tek devlet olan İsrail; bütün sınır komşuları müslüman ülkeler olduğu hâlde, 1948 yılından beri adım adım yürüttüğü işgal politikasını daha da ileriye taşıyıp, sahil koridoruna sıkıştırdığı Gazze’ye topyekûn bir savaş başlattı. 

 

Dünya haritasını incelediğimizde, İsrail’in bütün sınırlarında bir müslüman ülkenin olduğunu görüyoruz. Buna rağmen; hem müslüman ülkelerin hem de dünyanın gözü önünde, savaş suçu işleyerek bir soykırım uyguluyor/uygulayabiliyor. Kurulduğu günden bugüne; sayısız BM kararını çiğniyor, ne milletlerarası hukuku ne insânî değerleri takıyor, Orta Doğu’nun şımarık çocuğu gibi, istediği her şeyi yapabiliyor. 

 

Yıllardır Gazze ve Filistin, benzer sahneleri yaşıyor. Belli dönemlerde, İsrail yoğun saldırılar ile şehirlerin altını üstüne getiriyor. Milletlerarası basın, medya ve siyasetçiler kınama yarışına giriyor, halklar gösteri yapıyor; sonra İsrail, hedeflerine kısmen ulaşmış, Gazze’nin gırtlağındaki elini biraz daha sıkılaştırmış olarak ve biraz daha sınırlarını genişletmiş şekilde, kendi başlattığı savaşı durduruyor. Böylece her savaşında, kendine göre hedeflediği kazançlar elde ediyor. 

 

Osmanlı’nın bölgede hâkim olduğu dönemlerde; bir onbaşı ve on tane er ile huzur içerisinde idare edilen topraklar, şimdi binlerce asker, modern ordular ve birleşmiş milletlere rağmen huzura kavuşamıyor. Buradaki en büyük müessir, sömürgeci ülkelerin Osmanlı’nın dağılmasından sonra çizdikleri sınırlar olsa gerektir.

 

Tarihte biraz geriye gidip; İsrail Devleti’nin kuruluş macerasını, Filistin topraklarının nasıl yahudilere peşkeş çekildiğini incelediğimiz zaman; hâdisenin, maalesef dünya üzerinde müslümanların zayıf ve güçsüz olduğu bir döneme denk geldiğini görüyoruz. İsrail; müslümanların zayıflığından doğmuş ve bu zayıflıktan beslenip, bugünkü konumuna gelmiştir. 

 

İsrail’in en büyük gücü; diasporasından, yani dünyaya yayılmış yahudilerden gelen, destek ve yardımlardan alıyor. Bu insanlar; bâtıl dâvâlarına öylesine bağlı ve sâdıklar ki, bütün hesaplarını, plânlarını, projelerini bu dâvâları üzerine yapıyor ve sabırla bunu yürütüyorlar. 1948’den günümüze Gazze’deki işgalin haritasını incelersek, bu sabırlarını müşâhede etmemiz mümkün. Kendilerine ait bâtıl dâvâda birleşmeleri, içinde bulundukları şartları en iyi şekilde değerlendirmeleri, ellerine geçirdikleri imkânları bu bâtıl dâvâları uğruna kullanma iradeleri, takdir edilmesi gereken ve örnek alınması gereken bir hareket. 

 

Bu hâlin karşısında, halkı müslüman olan ve «İslam ülkesi» diye tabir edilen 57 tane ülkeye baktığımızda ise; dağılmış, parça parça olmuş, konuşmaktan ve birbiri ile didişmekten çalışmaya fırsat bulamayan ülkeler görüyoruz. Bu darmadağın ülkelerin tamamının bir yılda yaptığı üretimi; yer altı kaynakları noktasında dışa bağımlı olan Almanya’nın tek başına yapması, utanılması ve ders alınması da gereken bir vâkıa maalesef.

 

İsrail’in saldırıları esnasında insanımızın gündemine giren, ancak belli bir süre sonra unutulup, eskiye dönülerek tekrar alınmaya başlanan boykot ürünlerine bakarsanız, içler acısı bir hâlde olduğumuzu görürsünüz. Halkı müslüman olan ülkelerin; sahip oldukları yer altı kaynakları, ülkelerinin stratejik konumları, maddî imkânları bir araya gelse, devâsâ bir yekûn tutması gerekirken; milletlerarası arenada üretim ve fiilî güç olma noktasında, maalesef bunun binde bir ağırlığa bile sahip olmadıklarını görüyoruz. 

 

Bunların sebepleri üzerinde çokça düşünmeye, fikir yürütmeye gerek yok. Zira, her ülke kendi menfaatlerini ve çıkarlarını ön plânda tutup, moda tabirlerle «konjonktür» gereği, hareket ediyor. Dilimize pelesenk olsa da her fırsatta; «İslâm dünyası», «müslüman coğrafya» filân desek de aslında ne böyle bir dünya ne de böyle bir coğrafya var. Sadece, halkı müslüman, ama sahip oldukları çoğu şey küresel güçler tarafından sömürülen ülkeler var. İbret için bu 57 ülkeye bakın, şu anda dünya çapında marka olmuş kaç tane ürünleri var? Evet, boykot tesirli bir silâh, elbette yapılmalı. Ama, boykot ettiğin ürünlerin yerine alternatifini üretip koyamadığın müddetçe, belli bir süre sonra millet tekrar o ürünleri almaya başlayacak. Onun için Gazzeli komutanın; 

 

“–Bize üzülmeyin, siz oturun kendi hâlinize ağlayın!” demesi boşuna değil. 

 

Gazze’den dünyaya yayılan videolardaki çocuklara dikkatli bakın. On yaşındaki çocukların olgunluğu; kendilerinin, içinde bulundukları şartların, karşılarındaki düşmanın farkında olmaları ve bu hâli gayet vakur bir şekilde karşılamaları, muazzam bir şuurun göstergesi. 

 

Yaralı olduğu hâlde; hastahânede ağlayan ve üzülen insanları tesellî eden bir Filistinlinin;

 

“–Burası cihad ve ribat yurdudur! Ağlamayın, dik durun!” demesi, kadınların, çocukların ve tüm Gazzelilerin yaşadıkları bunca zulme rağmen, Allah Teâlâ’ya olan teslîmiyet ve sadâkatleri, müslümanların tamamının örnek alması gereken bir duruş. 

 

Bir beden; dışarıdan gelen tesirlere şayet tepki vermiyorsa, ya tıbben ölmüştür veya hayâtî fonksiyonlarını kaybetmiş, dolayısıyla felç olmuştur. Hayâtî fonksiyonlarını kaybetmiş gibi; yaşanan bunca zulme, katliâma karşı sadece konuşmaktan ve kınamaktan öteye gidemeyen, ayağa kalkamayan bir ümmetin; kesilmek için sıraya dizilmiş kurbanlıklar misâli, bıçağın ne zaman kendi boğazına ineceğini beklemesi, çok acı ve vahim bir durum!.. 

 

Biz yumuşak davrandığımız için karşımızdakiler kurt oluyor. İsrail’e ve diğer zâlim devletlere karşı tek çare, tek çözüm birleşmektir. Bu kadar parçalanmış, birbirinden uzaklaşmış bir ümmet; kimsenin gözünü korkutamaz, mazlumların hakkını, hukukunu savunamaz. Karşımızdakiler de bunun farkında oldukları için, bize meydan okumaktan imtinâ etmiyorlar. 

 

İbret olması açısından… 1986 yılında gazeteciler Şimon Perez’e; 

 

“–İsrail’i kurdunuz ama Kur’ân-ı Kerim, sizin devletinizin yıkılacağını haber veriyor.” dediklerinde Perez; 

 

“–Bizim devletimizi yıkacak, Kur’ân’ın bahsettiği müslümanlar gelsin! O zaman düşünürüz.” diyor.

 

Son Gazze saldırısı; artık kendimize gelmemiz, birleşip tek yürek ve tek yumruk olmamız için son fırsat olabilir. Bir duvarı oluşturan tuğlalar gibi birbirimize sarılmak, bir olmak ve zulme karşı set olmak zorundayız. Aksi hâlde; küçücük bedenleri, atılan bombalar altında paramparça olan o çocukların hesabını veremeyiz.

 

Allah Teâlâ bu millete, bu ümmete, yeniden izzet ve haysiyetini diriltecek güç, kuvvet ve birlik nasip etsin. Kalplerimizi îmân ile birleştirdiği gibi, bedenlerimizi de birleştirsin, yekvücut eylesin. Âmîn…