226. Sayı Takdim

Kıymetli Okuyucularımız,

 

Süleyman Nazif, Harb-i Umûmî’deki zulüm ve şenaatlere dikkat çekmek için; «Hazret-i İsa’ya Açık Mektup» yazmış ve hulâsaten şöyle demişti:

 

“Ey Allâh’ın Rasûlü! Sana tâbî olan şu hıristiyanların, şu haçlı gürûhun yaptıkları hırsızlıklardan, zulümden, katliâmdan mahcup olmuyor musun? Bir an önce gelsen de bu zulümlere bir son versen…”

 

Elbette bu yazı, hıristiyanlara bir târiz metoduydu. Sonra Süleyman Nazif, Hazret-i İsa’nın Cevabı’nı da yazdı. 

 

Zamanımızın haçlıları ise, zâlim İsrail’e destek oluyor. 

 

İsrail, Yâkub -aleyhisselâm-’ın diğer adı… Bir mektup yazmaya hâcet yok. Hazret-i Yâkub, pâk isminin böyle bir zulme levha olmasından ne kadar müteessirdir. Hazret-i Dâvud yahut evlâdı Süleyman -aleyhimesselâm- bir zamanlar, adâleti ve merhameti temsil eden mühürlerinin tuğyan ve gaddarlığa sembol kılınmasından ne kadar şikâyetçidir. 

 

Hazret-i Musa da, Yahudiliğin peygamberi… 

 

Vefâtının yani bir şeb-i arûs / düğün gecesinde Hakk’a vuslat yolculuğunun 750’nci yılını idrâk ettiğimiz Mevlânâ Hazretleri de, Hazret-i Musa adına konuşuyor, onun bütün gayretine rağmen İsrailoğullarını ıslah edemeyişine îzah getiriyor:

 

“–Ey Musa, artık o eşekleri bırak, dünya çayırlığında otlayıp dursunlar. Otlasınlar da, semirsinler, şunu da bil ki; cehennemde bizim kızgın ve azgın kurtlarımız lokma beklerler. 

 

(Ey Musa!) O mânâlı, o güzel öğütlerimiz bu eşekleri adam etmek istedi. Sen çok çağırdın, nefes tükettin. Fakat bu eşeklerin talihleri yokmuş, adam olmak onlara kısmet değilmiş. Artık onların üstlerine nimet yorganını ört de, onlar çabucak gaflet uykusuna dalsınlar. Dalsınlar da uykudan sıçrayıp kalkınca görsünler ki iş işten geçmiş. Onların azgınlığı seni şaşkınlığa düşürdü. Fakat onlar ceza günü azgınlıklarının hasret şarabını içeceklerdir.”

 

Evet; Mazlumların Âhı, Zâlimlere Hüsrandır.

 

Genel Yayın Yönetmenimiz M. Ali EŞMELİ, zâlimleri bu hüsrâna düşüren dalâleti tespit ediyor: Zulümlerinin yanlarına kâr kaldığını zannetmeleri… 

 

Diğer taraftan mazlumları muzaffer eyleyecek şarta da riâyet etmek lâzım: Fedâkârlık, sabır ve tahammül…

 

Muhterem Osman Nûri TOPBAŞ Hocaefendi, geçen sayımızda başladıkları tefekkür yazı dizisine «Endam Aynası» yazısıyla devam ettiler. 

 

Tarihî İslâm düşmanı rolü içinde yahudi-hıristiyan olan batı, aslında git gide münkirleşiyor, mülhidleşiyor, ateistleşiyor. Muharref dinden; bâtıl, paganist, putperest mâzîsine yuvarlanıyor. Lâkin yuvarlanırken etrafa yaydıkları propagandayla, herkesi küfür uçurumlarına çekiyorlar. Bu mânâda tefekkür bir îman anahtarı ve muhafazası…

 

Kıssalarda ise, bütün ufuklarıyla «Muhabbet» üzerine bir yazı dizisinin ilki mevcut. 

 

Hazret-i Mevlânâ; Musa ve Firavun’u tarihte olduğu gibi iç dünyamızda da aramamızı söyler. Zâlim kelimesinin; nefsine zulmeden, başkasına zulmeden, haksızlığın dibi olarak inkâr yolunu tutan gibi bir mânâ derinliği var. 

 

•Mazluma yardım etmemek de zâlimlik. 

 

•Keyfinden vazgeçemeyip, zâlime maddî destek olmaya devam etmek de zâlimlik.

 

Mesele «son»da hüsrana düşenlerden değil, kazananlardan olmak… Son ise, dünyada değil âhirette. Dünyada da olursa ne âlâ… İşte Filistin’deki şehidleri ölürken tebessüm ettiren bu sır… Her türlü kahredici güce rağmen, zâlimi tir tir titreten de bu hakikat… 

 

Yüzakıyla…