Anadolu’ya Vurulan Türk-İslâm Mührü: MALAZGİRT ZAFERİ

Hasan TOPBAŞhasantopbas87@gmail.com

 

 

 Tarih sayfalarını şan ve şeref ile defalarca doldurup taşıran Türk-İslâm medeniyetimiz, ağustos ayını da birçok muzafferiyet ile taçlandırmıştır. Sayıları epeyce olmakla beraber, bazılarına kısaca temas etmek gerekirse;

 

Van-Çaldıran Ovası’nda, 23 Ağustos 1514’te yapılan ve Safevîlere karşı kazanılan «Çaldıran Zaferi»,

 

Ağustos 1521’de büyük gayretler neticesi gerçekleşen «Belgrad’ın Fethi»,

 

Belgrad’ın fethinden beş sene sonra Macarlara karşı elde ettiğimiz ve dünya harp tarihinin en kısa süren meydan savaşı olarak kayıtlara geçen 29 Ağustos 1526 «Mohaç Zaferi»,

 

Muazzam bir sabır ve fedâkârlığın semeresi, unutulmaz destanımız, 6 Ağustos 1571 «Kıbrıs’ın Fethi»,

 

Millî mücadelemizin kesin neticesini elde ettiğimiz ve 26-30 Ağustos 1922 tarihleri arasında cereyan eden «Büyük Taarruz».

 

Bu ayda elde bütün bu muvaffakiyetlerin içerisinde hiç şüphe yok ki Malazgirt Zaferi’nin yeri müstesnâdır. 

 

Zira, Sultan Alparslan kumandasındaki Büyük Selçuklu ordusu, kendisinden asker mevcudu ve teçhizat miktarı bakımından oldukça fazla olan Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nu, bugün Muş ili sınırları içerisinde bulunan Malazgirt Ovası’nda 26 Ağustos 1071 Cuma günü büyük bir hezîmete uğratmış ve Anadolu’nun bundan böyle ebediyyen bir Türk yurdu olacağının âdeta müjdesini vermişti.

(Mecmau’t-Tevârîh adlı eserde Sultan Alparslan Minyatürü, Hâfız-ı Ebrû, 15’inci Asır.)

 

Bu mühim muharebenin üzerinden asırlar geçmiş olmasına rağmen, muhtelif tarihçiler tarafından kayıt altına alınarak, hâfızalarda nesiller boyu tazeliğini her dâim muhafaza etmesi sağlanmıştır.

 

Biz de bu ayki makalemizde, «Mecelle» ismiyle tanınan ve medeniyetimizin bünyesine gayet uygun bir hukuk şâheserinin meydana getirilmesinde büyük pay sahibi, Osmanlı son devrinin çok yönlü âlimlerinden Ahmed Cevdet Paşa’nın (1822-1895) kaleme aldığı «Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ» adlı eserde savaşın anlatıldığı kısmı istifadenize sunacağız. Ancak bahse başlamadan önce kitap hakkında kısa bir malûmat vermek uygun olacaktır:

 

Cevdet Paşa merhum, söz konusu eserinde; Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’dan Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e kadar yaşamış peygamberlerin kıssalarını; İslâmiyet’in zuhûru ve Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hayatını; dört büyük halîfe devri, Emevî, Abbâsî devletleri ile diğer Türk-İslâm devletlerinin ardından, son olarak, Osmanlı Devleti’nde 1439 yılına kadar yaşanmış olan hâdiseleri pek latif ve akıcı üslûbu ile ele almış ve bunun neticesinde eser, halk tarafından büyük bir teveccüh görmüştür. 

 

Malazgirt Zaferi ise eserde; «Devlet-i Selçukiyye’nin Keyfiyet-i Zuhûru» bölümünün «Ahvâl-i Sultan Alp Arslan» maddesi altında işlenmiş olmakla, istifadenize sunulur:

 

(Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârîh-i Hulefâ, Rûmî 1331 – Mîlâdî 1915, Kanaat Matbaası)

 

Ermanos* nâm kayser; Rum ve Frenk ve Rus ve Gürcü diğer tâifeden iki yüz bin asker cem‘ ile serhadd-i İslâm’a (İslâm hudûduna) hücûm ederek Malazgirt’e kadar gelmişti.

 

Alp Arslan, Huy beldesinde iken bundan haberdâr olunca cihâda kalkışmışsa da askeri dağınık olup, onların cem‘ine dahî vakit olmadığından hemen ailesini ve hazinelerini ve ağırlığını veziri Nizâmülmülk ile Hemedan’a gönderdi ve kendisi on beş bin kadar cerit atlı ile düşman üzerine yürüdü.

 

Mukaddimetü’l-ceyşi (öncü kuvvetleri) Ahlat yanında Kayser’in on binden ibâret olan mukaddimetü’l-ceyşine mülâkî (oldu / karşı karşıya geldi) ve lede’l-muharebe (çarpışma neticesinde) gālib oldu. Lâkin Rum ordusu, Sultan’ın askerine nisbetle kat kat ziyâde olduğundan, sulh talebiyle Ermanos’a adam gönderdikte; 

 

“–Sulh, Rey şehrinde olur.” denilmekle Sultan, pek ziyâde müteessir oldu.

 

(Rey bugünkü Tahran civarı olup Selçuklu Devleti’nin pâyitahtıydı. Kayser seni oraya kadar sürüp yeneceğim demek istiyordu.)

 

İşte o vakit eimme-i Hanefiyye’den (Hanefî imamlarından) Muhammed İbn-i Abdülmelik el-Buhârî, Sultan’a hitâben; 

 

“–Sen, bir din için mukātele (savaş) ediyorsun ki Cenâb-ı Hak onu mansûr ve edyân-ı sâireye (diğer dinlere) gālip kılacağını va‘d buyurmuştur. 

 

Umulur ki Cenâb-ı Hak bu fethi senin nâmına yazmıştır. İmdi; cuma günü bâde’z-zeval (öğleden sonra) hatipler minberlerde iken, a‘dâya mülâkî ol (düşmanla karşı karşıya gel) ki o zaman mücâhidîne duâ edeler. Ve o saatte duâlar icâbete makrûndur (yakındır).” deyince; tamam o saat geldikte, Alp Arslan, askeriyle namaz kıldıktan sonra ağladı. Halk da onunla beraber ağlaştılar. Duâ etti, onlar da;

 

“–Âmîn!” dediler.

 

Bâdehû (ondan sonra) askere hitâben; 

 

“–İsteyen geri dönsün. Burada sultan yoktur. Ben de sizin gibi neferim.” dedi ve yayını ve sadağını attı. Yalnız kılıç ile topuzunu aldı. Ve kendi eliyle atının kuyruğunu bağladı.

 

Asker de tevfîk-i hareket eyledi ve beyazlar giyip; 

 

“–Maktul olursam kefenim budur!” diyerek buhurlandı ve güzel koku süründü. Askeri dahî hep onun gibi ölüm eri oldular. Ve kendisi de bir nefer gibi ileri hareket eyledi. Asker dahî ona tâbî oldu.

 

Rumların dağlar, sahrâlar almaz ordusuna yaklaştıklarında Alp Arslan tekbir alıp kükremiş arslan gibi a‘dâ (düşman) üzerine hücum edince, askeri dahî kaplanlar gibi onunla beraber düşman ordusunun içine daldılar ve o sırada şiddetli bir rüzgâr çıkıp tozu, toprağı a‘dâ üzerine sürüp göz gözü görmez oldu. Rum ordusu bozuldu. Türkler kolları yoruluncaya kadar onları kırıp, sahrâlar düşman lâşeleriyle doldu.

 

Çelimsiz bir köle; mülebbes (giyimli kuşamlı) birini tutup öldürecek oldukta, yanındaki adamlardan biri; 

 

“–Aman ona dokunma Kayser’dir!” demekle onu Alp Arslan’ın yanına götürdü ve keyfiyeti (durumu) haber verdi.

 

Alp Arslan; 

 

“–Ben sana sulh için adam gönderdim. Sen kabul etmeyip kendini bu felâkete düşürdün!” dedikte; 

 

“–Serzeniş etme. (Başıma kakma!) Ne yapacaksan bir ayak evvel yap!» dedi. Alp Arslan;

 

“–Eğer sen beni esir edeydin ne yapardın?” dedikte; 

 

“–Fena yapardım!” dedi.

 

“–Ya benim sana ne yapacağımı zannedersin?” dedikte; 

 

“–Ya katil yahut bilâd-ı İslâmiyye’de (İslâm beldelerinde) teşhir edersin zannederim. Mal alıp da salıvermek uzak bir sûrettir. (Fidye karşılığında bırakacağını tasavvur bile edemiyorum.)” dedikte Sultan; 

 

“–Benim de bundan gayrı niyetim yoktur.” dedi.

 

Ermanos bir buçuk milyon altın vermek ve diyâr-ı Rum’daki üserâ-i İslâmiyye’nin kâffesini (müslüman esirlerinin hepsini) âzâd eylemek şartıyla elli sene için bir muâhede (antlaşma) akdine karar verdiler.         

 

Alp Arslan, Ermanos’u bir çadıra kondurdu ve ona on bin altın harcırah (yol parası) verdi. Onu ve kumandanlarından esir olanları da salıverdi ve ferdâsı (ertesi günü) ona hil‘at (kaftan) giydirdi. Ermanos bu muâmele-i nüvâz-ı şükrâneyi (gönül okşayan muâmeleyi) görünce; 

 

“–Halîfeniz ne cihettedir?» demekle Bağdad cihetini gösterdiklerinden o tarafa teveccüh etti.

 

Millet-i İslâmiyye’nin hüsn-i ahlâkını (ahlâkının güzelliğini) medh ve sitâyiş etti (övdü). Bâdehû Alp Arslan onun yanına asker koşup müemmen mahalle (emin olan yere) kadar ulaştırdı.

 

Cenâb-ı Hak tüm şehid ve gazilerimize rahmet eyleye! 

 

_________________________________________

 

* Bizans İmparatoru 4. Romanos ya da yaygın bilinen adıyla Romen Diyojen (1030-1072).